Amerikan Korku ve Gotik Edebiyatı’nın önde gelen yazarlarından Shirley Jackson‘ın son romanı Biz Hep Şatoda Yaşadık, Siren Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı.
Berrak Göçer‘in dilimize kazandırdığı Biz Hep Şatoda Yaşadık’ın arka kapağı şöyle:
Dünyadan gizlenerek yaşayan iki kız kardeş ve gölgesini geçmişten bugüne, onların üzerine düşüren gizemli bir olay… Usta yazar Shirley Jackson, bu kısa ve mücevher misali pırıl pırıl romanda ters köşelerleörülü bir öykü anlatıyor, okura tuzaklar ve yanılsamalarla dolu bir zemin sunuyor. Biz Hep Şatoda Yaşadık, inişleri ve çıkışları, anlatımdaki mahir sıçrayışlarıyla Shirley Jackson’ın dehasını ortaya koyuyor; üstelik karşılaşacağınız en tuhaf ve cazip roman kahramanlarından biriyle, Merricat ile tanışmanızı sağlıyor. Merricat, onu mahvedecek hakikatlerin karşısında hayallerinin sayesinde dimdik duruyor, ne ki bazı hayaller, kabuslarla koyun koyuna uyuyor.
Bugün Stephen King’den Neil Gaiman’a değin pek çok çağdaş yazarın ilham kaynakları arasında andığı Shirley Jackson, Amerikan Gotiği’nin klasiklerinden sayılan Biz Hep Şatoda Yaşadık ile anlatıcı olarak ustalığını gözler önüne seriyor ve kız kardeşliğe dair unutulmayacak bir metne imza atıyor. Doğada hiçbir şey yoktan var olmuyor ve sarayların enkaza, hayallerin hezeyana dönmesi için bir an yetiyor; geriye kala kala biraz toz, belki biraz da kül kalıyor. En ölümcül zehirler, tıpkı en kuvvetli tılsımlar gibi insan yüreğinde büyüyor ve hiçbir yer, ama hiçbir yer insanın evi gibi olmuyor.
Ne Okuyorum? Biz Hep Şatoda Yaşadık‘tan ufak bir kesiti sizlere sunuyor.
İyi okumalar.
(…)
Dışarıda gün binbir renge bürünüyordu; Jonas beni takip ederken gölgelere gire çıka dans etti. Ben koşunca Jonas da koştu, ben kımıldamadan durunca o da durup bana baktı, sonra, sanki birbirimizi tanımıyormuşuz gibi hızla başka bir tarafa yöneldi, ardından oturdu ve tekrar koşmamı bekledi. Geniş çayıra gidiyorduk, ben hiç okyanus görmemiştim ama bugün burası bir okyanusu andırıyordu; çimler esintiyle titreşiyor, bulutların gölgeleri ileri geri gidip geliyor ve uzaklardaki ağaçlar eğilip bükülüyordu. Jonas çimlerin arasında kayboldu; yürürken dokunabileceğim kadar uzundu çimler ve Jonas kısa, yampiri hareketler yapıyor, çimler bazen rüzgârla bir yana eğilince Jonas’ın koştuğu yerde hızla değişen bir şekil oluşuyordu. Bir köşeden karşı köşeye doğru çaprazlamasına yürümeye başladım ve tam ortada, bebeği gömdüğüm yerin üstünde duran taşa ulaştım; definelerimin çoğu sonsuza dek kaybolmuş olsa da bunu hep bulabiliyordum. Taş yerinden oynatılmamıştı, demek ki bebek güvendeydi. Definelerimin üzerinde yürüyorum, diye düşündüm, çimler ellerime değiyor ve etrafımda sadece uzayıp giden çayır, çayırın sonunda da çam ormanı var. Arkamda ev vardı; sol tarafımda, çok uzakta, ağaçların arkasında, neredeyse görünmeyecek bir noktada ise babamızın insanları dışarıda tutmak için diktiği tel çit.
Geniş çayırdan ayrılınca meyve bahçemiz diye adlandırdığımız dört elma ağacının arasına girdim ve patikadan dereye doğru indim. Derenin kıyısına gömülü olan gümüş dolarlarla dolu kutum güvendeydi. Derenin yakınlarında, iyice gözden ırak bir yerde saklanma yerlerimden biri vardı; burayı özene bezene hazırlamıştım ve sık sık kullanıyordum. Kısa çalılar koparıp zeminini düzlemiştim; etrafı daha da fazla çalı ve ağaç dalıyla çevriliydi, girişi de neredeyse yere değen bir dalla kapanıyordu. Böyle gizliliğe aslında gerek yoktu, ne de olsa kimse buraya beni aramaya gelmiyordu ama içeride Jonas’la birlikte uzanmak ve asla bulunamayacağımı bilmek hoşuma gidiyordu. Yatak niyetine yaprakları, dalları kullanıyordum, Constance da bana bir battaniye vermişti. Çevredeki ve tepedeki ağaçlar öyle sıktı ki içerisi hep kuruydu; pazar sabahı da Jonas’la buraya uzanıp onun hikâyelerini dinledim. Tüm kedi hikâyeleri aynı cümleyle başlar: “Bunu bana yeryüzündeki ilk kedi olan annem anlatmıştı.” Başım Jonas’ın yanında, uzanarak dinledim onu. Değişim rüzgârlarının estiği yok, diye düşündüm burada, sadece bahar rüzgârları bunlar, bu kadar korkmam aptallıktı. Hava ısınacak, Julian Amca güneşin altında oturacak, Constance bahçede çalışırken gülecek, her şey olduğu gibi sürecekti. Jonas anlattı da anlattı (“Sonra şarkı söyledik! Sonra şarkı söyledik!”) ve tepemizdeki yapraklar kımıldandı…
Her şey aynı kalacaktı.
- Shirley Jackson, Biz Hep Şatoda Yaşadık
- Siren Yayınları – Roman
- 183 Sayfa
- Çeviri: Berrak Göçer