Tuba’ya
İlber Ortaylı’nın “Eski Dünya Seyahatnamesi” kitabı, hacmine nazaran o derece nitelikli bir eserdirki, ilk yazıya bir çok kenti yetiştirmek mümkün olmamıştı. O nedenle geriye kalan kentler bu yazıya kaldı.
İlber Ortaylı gezi külliyatında, Rusya her daim önemini muhafaza eden yerlerden birisidir. Bu durum, Ortaylı’nın Rusça ve benzer dillerdeki yetkinliğiyle izâh edilebileceği gibi, hocanın üniversite yıllarında özellikle belirginleşen edebiyat, tiyatro gibi etkinliklere olan yatkınlığı ile de açıklanabilir. Prof. Dr. İlber Ortaylı, AST’da (Ankara Sanat Tiyatrosu) Rusya’nın seçkin eserlerini bire bir takip etmiş, hatta kısa rollerle bizzat temsiller vermiş, bu durum ise sanatından politik ahvâline, tarihinden, müzelerine kadar geniş perdeden Rusya’yı tam manası ile bilmesine, idrâkine imkan vermişti.
Tarihsel olarak Türkler’in 13. yüzyıla kadar Rusya’nın hafızasına, Poleveç, yani Kumanlar sayesinde kazınması, 13. yüzyıl başlarında önderlik eden Tatar adlı Moğol kabilesinin, ardı sıra Asya havalisinin bütün Kıpçak Türk kabilelerinin, Rusya’yı istilaları, Timurlenk’in ilişkisi, parçalanan Altınordu sonrasında Kazan ve Astrahan’ın Rusya tarafından ilhakı hep bu tarihsel akış içinde kitapta bahsedilir. Osmanlı-Rus savaşı bahsinde ise özellikle 1877-1878 harbi sonrasında bütün Avrupa halklarının Türkleri sevmeleri değil de, Rusya’yı nefretlerinden ötürü Rusya’nın karşısına dikilmesi de diğer bir önemli uğraktır. Sonra devrim Rusyası’nda, 1920-1922 yılları arasında Atatürk-Lenin mutabakatı ile yaşanan yakın münasebetlerde değinilen diğer bir yandır. Ortaylı’nın kitabında bir Rus şehri olarak “Vladamir” kenti de önemlice görülen yerlerdendir. Vladamir, bir bakıma orman ismidir ve orman metaforunun Rusya için ehemmiyeti, kent bağlamında dile gelir. Büyük romancı Turgenyev, o derece ormana nüfuz etmiştir ki, çevirmen Hasan Ali Ediz’in bile başarılı bir çevirmen olarak tam manası ile gönüldekileri sunamadığını ileri sürer. Sonra tabi ki Moskova’nın soğuk savaş sonrasında, Putin ile yeni bir çehreye kavuşması, bir diğer değinilen yakın tarih kısmıdır. Eski zamanlardan yola çıkarak, eski çalkantıları o süreçte hoca şöyle görür:
“..Rusya, Rusya’dır; Moskova’da Moskova. Her ikisi de er geç yolunu bulur. Yalpalama olsa da anane her zaman galip gelir.”
Finlandiya, Ortaylı’nın 2014 yılnda Helsinki Üniversitesi’nde konferans vermek için gittiği yerdir. 20. yüzyılın başlarında Grigory Petrov’un Rusya’nın otonom Finlandiya Büyükdükalığını anlatan “Ak Zambaklar Ülkesi” eserinde geçen yerdir. Atatürk’ün de önerdiği bu kitabın yazarı olan, bir kilise papazı ve liberal düşünceli bir filozof olan Petrov, Balkan ülkeleri arasında, Rusya’da ve tercüme edildikten sonra Türkiye’de en çok okunan eser sahiplerinden birisi olarak görülmüştür. Etkili oluşunun nedeni, dirilen bir ülkenin mücadelesini anlatmasıdır. Finlandiya bir kooperatifler ülkesidir, kalkınma hep gündemdedir. Helsinki aynı zamanda, şükran duymayı bilen, vefalı bir kenttir. Dolayısıyla Helsinki parlamentosunun önünde Çar II. Aleksandr’ın heykelini görenlerin şaşırmaması gerekir. Sonra Bakü’ye atlarız.
Bakü’yü kurtaran ordu olarak “Kafkas İslam Ordusu”nun, Nuri Paşa’nın bulunması, bu bize yakın ama bir o kadar da bilgilerimiz sınırlı şehre dair tarihi gerçekleri sunar. Bakü derken, iç şehir de unutulmaz. “Şirvan Şahlar Sarayı”nın aslında Halveti derviş dergahı olduğunu öğreniriz. Sonra heykeller, yani şair “Molla Ekber Sabir”in, “Nesimi”nin, “Nizam”ın ihtişamlı heykelleri. Ortaylı’ya göre Azerbaycan halkının heykeli sevdiğini gösterir, bu konuda İslam dünyasında öncülerdir.
Venedik, yalnızca kanallar şehri olarak bildiğimiz, ancak tarihte bir çok münasebet kurduğumuz yerdir. Adriyetik’in kraliçesi olan bu şehrin koruyucu patronu Aziz Marko’nun kentidir. Dolayısıyla Aziz Marko’nun sembolü olan Aslan, Venedik’in de bir nevi bayrağıdır. Girit nedeni ile yaşanan çatışmalar, Mussolini’nin hoyrat sanayileşmesinin çürütücü etkileri olsa da Ortaylı’ya göre, “…şehir hala çürüyor, toparlanamıyor ve nüfusu azalsa da, yine de muhteşemdir, doyulmaz ve asil beldede bulunduğumuzu her an hissediyoruzdur.” Enrico Dandalo, Isaak Angelos, Komenleri, Anna Komena’yı, Tintoretto’yu, Türk tüccarlarını da değerlendirince hoca şu kanaate varır haklı olarak: “Venedik’te, Napoli’de, İstanbul ve Kahire’de yaşamayan birisinin entelektüel macera geçirmesi zordur.” Buna Shakespeare’nin değinilerini de ilave etmek mümkündür.
Eski devrin Avusturya’sından hızlıca geçip, Sardinya’ya geçtiğimizde, Avusturya ve Piyemonte Krallığıyla Sicilya bir arada ele alınır. Sardinyalıların, klasik Roma mirasından çok Nuragillerin mirası ile övünmelerini daha iyi anlarız artık. Sonra İtalya-Türkiye münâsebetine geçeriz. Bizans zamanında Cenova ve Venedik’in İstanbul’da elçileri vardır. Dolayısıyla ilişkiler sanılandan çok eskidir. Pera denilen yerde kolonileşmede bulunurdu. Bir bakıma otonomiye benzer halkın hukuku ve para basma yetkisi vardı. Kitapta da değinildiği gibi 19. yüzyılda İstanbul göçmen İtalyanlarla doluydu. Bir çok argo kelimenin İtalya kökenli olduğunu görünce şaşarız. Mesela, “Alırım façanı aşağıda”daki “faça” kelimesi, “faccia” kelimesinden gelir. Genel cehalet burada da nükseder. Hocaya göre, “…ülkede argoda kaynağı bilmek diye bir sorun yoktur.” Sonra Doğu Kilisesi ve Roma Katolikliğinin çatışması, Garibaldi sonrasında faşist Benito Mussolini’nin Vatikan’la “Lateran Antlaşması” ile Vatikan’a hukuki kimlik vermesi, yine az bilinen ve değinilen gerçeklerdir. Endülüs, yani İspanya’nın gülü ise, sadece Tarık bin Ziyad, İbn-i Rüşd ve Yahudi Maimunides olarak Kurtuba’nın hediyesi olarak takdim edilir. Ancak bu ışıltılı kent Yahya Kemal’in dönemindeki zil, şal, gül, mistisizm, politik kavga dünyası değildir. Belki özgünlüğünden kaybetmiştir, ancak yorgun bir tarihin nekahet devrini atlatmış, bizim tanımamız gereken bir yerdir. Dolayısıyla Endülüs bahsinde “İspanya, Zil, Şal ve Gül müydü?” kısmı dikkatlice okunmalıdır. Berlin’de Yahudi kökenli öğretim üyelerinin ülkemize sığınmaları ile yaşanan gelişim kendisini Hititolojiyi inşa eden Hans Güterbock ve eşi ile, Bruno Taut gibi ünlü mimarların eserlerinde ışıldar. Prag ise, Franz Kafka, Franz Werfel, Max Brod, Erwin Kisch, Rainer Maria Rilke gibi Alman dilinin parlak isimlerinin doğduğu kenttir. Hiçbiri kendisini Alman hissetmemiş, ancak Alman dilini Goethe kadar yaşattıkları da açıktır. Her köşede bir konser temsili ile Mozart’ın hakkını da Avusturyalılardan çok Praglılar vermektedir. Efsane güzellikteki Prag, Ortaylı’ya göre, Alman-Avusturya şehirlerinin hiçbirinde görülmeyecek kadar Gotik ve Rönesans üsluplu şaheserlerle doludur. Alman-Avusturya İmparatoru Rudolf’un başkenti Prag, Manierizm denilen geç Rönesans döneminin ve Orta Avrupa Yahudi kültürünün en orijinal örneklerine sahiptir. Nazi işgalinin tahribatına rağmen hiçbir yer Prag kadar Yahudi Eşkinaz kültürünün örneklerini barındırmaz. O nedenle Prag, her zaman gezilesi yerlerin en başında gelir ve bu bilinçle gezilmesi gerekir. İlber Ortaylı’nın Hindistan’ı ise, okumakla, resimle, filmlerle anlaşılacak gibi değildir. Hatta gidince de anlaşılmaz, ancak hissedilmeye başlanılır. Çok dinli yapısı, Pencapların bağımsızlık istemleri, Sihlerin temsili, dil sorunu, hijyenik problemler Hint coğrafyasının başlıca problemleri olarak görünür. Hindular, üçüncü dünyacılığın merkezidir. Gezilecek yerleri arasında özellikle 18. yüzyılda şekillenen barok şehri “Jaipur çarşısı” da unutulmamalıdır.
İlber Ortaylı’nın gezilerinden anlaşılan şudur ki, bir ülkenin kalkınma indeksi, yalnızca maddi değerler değildir. Onunla birlikte nitelikli yurttaşlar, sanata ve ilme değer veren bir örgütlenme ve eğitim modeli bu parametrelerin en önemlisidir. Gezmekle, mukayese yeteneğiniz artar ve ülkenize ilişkin talepleriniz çoğalır. İlber Ortaylı, ilmi sahada yaptığı bu çalışmalarını vulgarize etmeksizin, doğruları aktararak sunmaktan çekinmemektedir. Kendisinin bu denli takdir görmesinde, bu doğruculuğunun yanı sıra özenilesi coğrafi bilgisinin katkısı da vardır. Hoca bu kazanımlarla, eleştiri hakkını bazı coğrafyalara ilişkin mahfuz tutmaktan sakınmaz. “…gençliğimin Akdeniz ve Ortadoğusu ile şimdikini karşılaştırmaya gayret ediyorum. Değişme kaçınılmazdır. Ancak Vandalca değiştirmeye tahammül etmemek gerekir.” İlber Ortaylı, bu aktarım ve gözlemleri ile sadece gezmeyi görmek biçimine sokmuyor, onu bir idrak ve duyarlılık konumuna yükseltiyor. Tüm değerliler gibi kendisi artık Fuad Köprülü ve Halil İnalcık’tan kendisine tevarüs eden ve bizzat Halil hoca’dan deneyimlediği akademik terbiye ve bilgiyle, kültürün ve olumlu manasıyla elit hayatın çerçevesini çiziyor. Sıklıkla kullandığı ve mizah öğesi olarak da yer bulan “cahiller”, “hödükler” gibi nitelemeleri ise bu arzu ettiği pozitif “elit” kıvamın, aslında tüm topluma teşmiline özlemi ifade ediyor…
- İlber Ortaylı – Eski Dünya Seyahatnamesi
- Timaş Yayınları
- 286 sayfa.