“- Sevginin atomları var mıdır acaba?
– Sevginin mi? Büyük patlamaya sevgiyi kim koydu?”
Ufuk Onursal – Samanyolu’na Göç
Kendimi bildim bileli popüler edebiyattan hastalıktan kaçar gibi kaçarım. Herkes okuyor diye aynı şeyi okumanın vizyonu genişletmeyip, aksine, bakış açısını daralttığını düşünürüm. Elbette buradaki eylem sadece okumakla sınırlı değil; dinlemek, izlemek, gezmek, giyinmek, yemek gibi tüketim kültürünü desteklemeye yönelik tüm “trend” faaliyetler aynı mantığa hizmet ediyor. Mevcut anlayışa göre toplumsal statü için trend faaliyetlere dâhil olmak bir zorunluluk. Bu faaliyetlere katılmayan kişiler günlük hayatın dinamosu hâline gelen “ortam fetişizmi” üzerinden ayıplanıyor hatta tecrit ediliyor. Yeri geliyor, buradaki psikolojik baskıya ayak uydurmamak “düşüklüğün” belirtisi oluveriyor. Tüketim kültürünün ayrılmaz bir parçası olan popüler edebiyatın da katkısıyla oluşturulan palyatif kimlik asıl yerine geçiyor ve insan ister istemez sürece dâhil oluyor.
Okurluk bağlamında bu furyanın dışında kalmak için ilgimi kıyıda köşede kalmış eserlere ve yazarlara yoğunlaştırıyor, gerekirse güncel olmayan yayınlar üzerinde duruyorum. Çabam çoğu zaman arkeolojik bir keşfe dönüşüyor. Yeni eserlerle karşılaşıyor, yeni yazarlarla tanışıyorum. Samanyolu’na Göç tam olarak böyle bir eser. Bilinmeyen bir yazarın pek okunmayan bir romanı diyebilirim. Buna karşın kendi şartları içinde oldukça özgün bir metin olduğunu da belirtmem gerekiyor. Özgünlük demişken, Türkiye’deki kültürel iktidar saplantılı ideolojik eğilimin ürettiği amorf yapının özgün olmadığı su götürmez bir gerçek. Bu eğilim, aslında kendisinin neyin kötü bir kopyası olduğunun gayet farkında olmasına rağmen elinden gelenin bu kadar olduğunu itiraf edemiyor oluşu da ayrı bir garabet olarak beliriyor. Sert bir polemik konusu olan bu değini burada dursun.
Meseleyi dallandırıp budaklandırmadan Samanyolu’na Göç’e getireyim. Beyan Yayınları’ndan çıkan yüz on iki sayfalık eser Ufuk Onursal (1954-2002) tarafından kaleme alınmış. Oldukça sıkıntılı bir hayat yaşamış olan Ufuk Onursal, edebiyat sahasında pek yer alamamış birisi. Hayat herkese aynı cömertlikte davranmıyor. Kitabın girişinde yar verilen yazar hakkındaki kısa pasaj bunu kanıtlar nitelikte. Yalnız bir detay var ki, insanın içini hüzün kaplıyor. Roman, Ufuk Onursal’ın ölümünden bir ay sonra basılmış. Basılmasının sebebi belki de bir vefa hikâyesidir bilemiyorum ama biraz geç kalınsa da iyi ki yayınlanmış dedirtiyor.
Samanyolu’na Göç kısa bir roman olmakla birlikte içerikte ilginç bir çeşitlilik barındırıyor. Romanda, edebiyatımızın önemli isimlerinden M. Orhan Okay’ın (1931-2017) Sunuş yazısında ‘çerçeve roman’ olarak tanımladığı teknik kullanılmış. Yani romanın bütününü iç içe geçmiş ve birbiriyle bağlantılı hâle getirilmiş birkaç bağımsız hikâye oluşturuyor. Bir postmodern edebiyat örneği olarak tanımlayabileceğimiz eser, roman içinde roman olarak da değerlendirilebilir. Sade bir dili var diyemeyiz. Hatta kimi bölümlerde ağdalı diyebileceğimiz doğa betimlemelerine çok fazla yer verilmiş. Pastoral betimlemeler ve bazı bölümlerdeki bilimsel detaylar okuyucuyu yorabiliyor. Onun dışında duygu yoğun bir yapısı var. Metinde zaman ve mekân olarak net bir veri yer almıyor. Dolayısıyla olaylar nerede ve ne zaman geçiyor bilemiyoruz. Diğer taraftan romanın masalsı dili zaman ve mekân üstü bir nitelik kattığı için buradaki zamansızlık ve mekânsızlık bir eksiklik olarak görünmüyor. Herhangi bir milletten ya da toplumdan bahsedilmemiş hatta karakterler için isim dahi kullanılmamış. Tüm bu açılardan bakıldığında romanda geçen olayların yaşandığı kültürel yapının bize ne çok uzak ne de çok yakın olduğunu söyleyebiliriz. Yazarın bu tavrını evrensellik kaygısıyla açıklamak mümkün. Sunuş yazısında Orhan Okay’ın da dikkat çektiği üzere, metinde teknik sorunlar bulunsa da kurgunun oldukça başarılı olduğunu düşünüyorum. Birden fazla hikayeyi merak uyandıracak şekilde iç içe anlatmak pek kolay bir iş olmasa gerek. Roman net bir sonuca bağlanmıyor lakin açıkça yapılan imalar/göndermeler okuyucunun sonuca dair net çıkarım yapmasını sağlıyor. Kasıtlı olarak bırakılmış boşlukları doldurmak okuyucuya kalmış.
İçeriğe değinecek olursak, Samanyolu’na Göç evvela bir aşk romanı. Sevenlerin buluştuğu ya da buluşamadığı hikâyelerin yanında insani değerler ve inanç kavramının önemi vurgulanıyor. Temel olarak, Ufuk Onursal’ın anlatısı iyilik ve kötülüğün çatışması üzerinden şekilleniyor diyebiliriz. İyiliği temsil eden ve hayata geçirmeye çalışanlarla onları engelleyerek kötülüğü yaymaya çalışanlar gizemli bir üslupla ele alınıyor. Masalsı dil ve evrensellik kaygısı metne her ne kadar gerçeküstü bir özellik katıyorsa da olayların etkisel uzamı açısından yaşamın gerçekliğinden koptuğunu söylemek zor. Bu bağlamda Samanyolu’na Göç’ü farklı birkaç hikâyenin sıradışı bir kurguda kesişmesiyle oluşturulmuş hayata dair bir kesit olarak değerlendirmek mümkün.
- Samanyolu’na Göç – Ufuk Onursal
- Beyan Yayınları – Roman
- 112 sayfa