Marksist ideolojinin ileri gelen düşünürlerinden Luis Althusser (1918-1990) Devletin İdeolojik Aygıtları adlı eserinde iktidarın kurumları aracılığıyla “vatandaşı” istediği kalıba soktuğunu ve toplumu dizayn ettiğini söyler. Devlet bu sayede ‘makul vatandaşını’ üreterek varlığına meşruiyet oluşturmakta ve devamlılığını sağlamaktadır. Althusser, devletin kullandığı bu kurumları ‘ideolojik aygıtlar’ olarak tanımlar ve onlardan biri olarak eğitim sistemini de sayar. Devlet, okulları aracılığıyla insanları yasalara uyan ve sisteme uyumlu birer ‘otomata’ çevirir. Bu çevrim sırasında vurgulanan şey, yapılan uygulamaların vatandaşın iyiliği için olduğudur. Okul önemlidir çünkü insanın en özgün hâli/durumu olan çocukluk eğitim aracılığıyla standardize edilir. Farklılıklarından ve özgünlüğünden soyutlanan ‘öğrenci’ istenilen biçime sokulur. Böylelikle çocuğun yetişkin bir birey olduğunda gösterebileceği potansiyel tehlike henüz oluşmadan ortadan kaldırılır. Dolayısıyla okul, devletin işini kolaylaştıran en önemli ‘aygıttır’. Marksizm gibi üst anlatı diyebileceğimiz ideolojiler dışında yapılan değerlendirmeler de aşağı yukarı benzer sonuca varır. Devlet, kurumları aracılığıyla insanı çocukluğundan itibaren eğitir, yönlendirir ve denetler. Bu sürece maruz kalan birey doğuştan sahip olduğu özgünlüğünü yitirir. Bireyin sorgulama, itiraz etme, eleştirme ve özgür iradesiyle karar verme yetileri törpülenerek algılama ve öğrenme kapasitesi sınırlandırılır. Burada devletin yaptığı şey en basit tabiriyle zihin yıkamadır. Alternatif eğitim yöntemleri araştırılmış, önerilmiş ve denenmiştir fakat görünüşe bakıldığında pek başarılı olduğu söylenemez. Süreci kendini eğitme yoluyla aşacağını düşünenler de olmuştur. Gelinen noktada, bu çabalar da kapitalizmin kullanım alanına girerek ‘kişisel gelişim’ furyasına dönüşmüş görünüyor. Bunun yanında daha nahif bir yöntem olarak Doğu bilgeliğini tercih edenler çıkmaktadır. Bu yöntemin ne kadar başarılı olduğu da yine tartışma konusudur. Zira bu pasif direniş sistemi yok etmeye değil insanın kendini soyutlamasına yöneliktir. Küçük Ses mevzunun tam bu kısmına tekabül ediyor. Sistemden kaçan başkarakter yaratılışıyla (doğayla) uyumlu bir yaşamı arıyor.
Heretik Yayınları’ndan çıkan Küçük Ses’i Joss Sheldon kaleme almış. Yüz doksan sayfalık eserin çevirisi Duygu Toprak tarafından yapılmış. Küçük Ses, insanı belirli kalıplara sokmaya ayarlanmış sistemi konu alan bir roman. Psikolojik boyutunun yanı sıra kısmen gerçeküstü ve grotesk anlatım hayatın gerçeklerini gözler önüne seriyor. Metin, alıntı ve atıflarla zenginleştirilmiş. Yazar anlatıcı tipi olarak ‘ben’ anlatıcı yöntemi kullanılan hikâyede başkarakterin (Yew Shodkin) çocukken yaşadıklarıyla başlıyor roman. Normalde uslu bir çoçuk olan Yew öğretmenlerin sınıfta sağladığı disiplini hiçe sayarak kötü sözler söylemeye, anlamsız hareketler ve kaba şakalar yapmaya başlamıştır. Öğretmenleri, arkadaşları ve okul yönetimi bu durumdan oldukça rahatsızdır. Uyarıların, verilen cezaların Yew üzerinde bir etkisi olmamaktadır. Yew’e davranışlarının sebebi sorulduğunda “beyninde yaşayan Egot adında küçük bir varlığın böyle yapmasını istediğini” söylemektedir. Egot’nun telkinleri “eğer özgür olmak istiyorsa kurallara uymaması, bir vahşi gibi davranması” yönündedir. Durumu anormal olarak değerlendiren okul yönetimi bir psikolog aracılığıyla Yew’i rehabilitasyona tabii tutar. Yew, Egot’nun isteğiyle yalan söyleyip psikolojik desteğe ihtiyacı olmadığı kanısını oluşturarak paçayı kurtarır. Sürece Yew’in ailesi de dâhil olur ve Yew toplumsal kabullerin istediği alana çekilir. Giderek yalnızlaşan, ötekileştirilmekten ve anormal olarak değerlendirilmekten korkan Yew tekrar kurallara uyan bir öğrenci olmuştur. Bütün bunlar yaşanırken Egot ile Yew arasında gerilim hat safhaya çıkar. Yew’in içinden gelen sesi dinlemeyi bırakması Egot’nun güç kaybetmesi (ölmesi) anlamına gelmektedir. Egot gün be gün yok olurken Yew sistemin istediği bireye dönüşmektedir.
Yew’in uymak zorunda olduğu kurallar okul hayatıyla sınırlı değildir. Romanın ilerleyen bölümlerinde Yew’in hem aile hem de çalışma hayatı içinde yaşadıkları anlatılıyor. Benzer süreçler yine geçerlidir. Sistemin kabul ettiği birey profili bir zorunluluktur. Uyum sağlayamayan birey yaşam içinde başarılı olamayacak hatta hayatını idame ettirme şansı bulamayacaktır. İş hayatındaki rekabet ile kalite arasında kurulan ilişki insanları duygusuz hatta acımasız hâle getirmektedir. İnsani, ahlâki ve etik değerler ortadan kalkmaktadır. Yalan söylemek, insanların zaaflarından faydalanmak, riyakâr davranmak normalleştirilmiştir. Aile içinde ve çalışma ortamında kurduğu samimi olmayan ilişkiler yapmacıklık üzerine kuruludur. Yew bu yaşadıklarına daha fazla dayanamayarak intihara kalkışır. Hastanede karşılaştığı hemşire hayatının dönüm noktası olacaktır.
Küçük Ses’i özgün kılan özelliklerinden birisi psikolojik öğrenme süreçlerini konu alan bir roman olması diyebiliriz. Yew’in gözüyle sistemin insanları nasıl uyumlulaştırdığı ve örgütlediği çözümleniyor. Bu çözümleme psikolojik kuramların uygulamaya dönük açılımları üzerinden yapılıyor. Romanın bir diğer özelliği ise Çinli düşünür Lao Tzu’nun (MÖ 6. yy) öğretisinden (Taoizm) alıntılara yer vermesi diyebiliriz. Yew, tüm yaşadıklarından sonra insanın doğayla uyumlu bir hayat yaşaması gerektiği sonucuna varıyor. Fakat böylesi bir hayat için insanların modern dünyanın sunduğu imkânların büyük bir kısmını reddetmesi gerekmektedir. Küçük Ses modernizm ya da uygarlığın insanı ilkellikten ve/veya vahşilikten kurtardığı iddiasının gözden geçirilmesi gerektiğine işaret eden bir metin. Çok iddialı veya üst perdeden itiraz eden bir üslubu yok lakin, hayatın, bireyin insani yönlerini fütursuzca yok ettiğini açıkça gösteren bir anlatısı var. Bu açıdan nahif bir sistem eleştirisi olarak değerlendirilebilecek eser, özgünlüğünden soyutlanarak kendine yabancılaşan insanın ne kadar acımasız olabileceğini de gösteriyor.
- Küçük Ses – Joss Sheldon
- Heretik Yayıncılık – Roman
- 192 sayfa
- Çeviri: Duygu Toprak