“Kitabı bitirdikten sonra kendimi tükenmiş hissettim. Kitapları yaktığım için kendimi affedemiyordum. Her şey yanıp kül olmuştu. Suçlu bendim. Yıkıma ben sebep olmuştum. Ve bu facianın etkisinden kendimi kurtaramıyordum.”
Elias Canetti
26 yaşında kaleme aldığı “Körleşme” romanı ile dünya edebiyatına mal olacak bir eser yazmayı başaran Elias Canetti; 68 yaşında baba, 76 yaşında Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi oldu.
1905’te Bulgaristan’da doğan yazar “zorunlu göç” nedeniyle birçok ülkeyi gezdi. Bulgaristan vatandaşı olarak doğdu, 1994’te Zürih’te İngiliz vatandaşı olarak aramızdan ayrıldı.
Canetti’nin kısa hayat öyküsü bu şekilde. Hakkında asıl söz edilmesi gerekenler ise bu dört cümlenin çok ötesindedir.
James Joyce, Dostoyevski gibi dünya edebiyatının kilometre taşları ile kıyaslanan Canetti, kültürlü ve varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Arkaik bir dil olan “Ladino” dilini konuşan Canetti, bu dilin yanında Bulgarca, İngilizce ve Almanca bilmekteydi.
Körleşme romanı ile anılsa da Canetti, asıl ününü “Kitle ve İktidar” eserine borçludur. “Kitle ve İktidar” kitabında, Hitler’i paranoyak bir lider olarak anlatmış ve paranoyak liderin yönettiği kitlenin hayranlığı ile yaşadığını, bu kitlenin hayranlığından beslendiğini belirtmiştir.
Körleşme romanının orijinal adı “Die Blendung”, Almancada “Kamaşma” anlamına gelmektedir. Türkçede ise Körleşme olarak karşılık bulmuştur.
Balzac’ın “İnsanlık Komedyası” eserinden etkilenen ve onun gibi nehir roman yazmak isteyen Canetti, sekiz romanlık bir dizi olarak planladığı serinin ilk romanı olarak Körleşme’yi kaleme aldı.
Kitap, basıldığı ilk dönemlerde faşist düşünceyi hedef alarak eleştiride bulunduğu için tahmin edebileceğiniz gibi Nazi otoriteleri tarafından yasaklandı. Üçüncü baskısının ardından Almanya’da da beklenen ilgiyi gördü ve hak ettiği gibi “başyapıt” olarak nitelendirildi.
Canetti, sekiz romanda sekiz ayrı saplantılı karakteri irdeleyerek sekiz ayrı saplantı durumunu okuyucusuyla buluşturmayı hedefledi. Ancak maalesef ki seri Körleşme ile sınırlı kaldı.
Salman Rüşdi, Körleşme üzerine analizinde önemli bir detaya değinmiştir:
“Körleşme’de hiç kimse esirgenmemiştir. Kitap; profesör, mobilya satıcısı, hizmetçi, pezevenk, hırsız, doktor her tür insana acımasız bir saldırıdır. Canetti, herkese acımadan çullanır. Komedinin en galiz kurgusu ile inşa edilen bu ortam yirminci yüzyılın en dehşet veren edebi dünyasıdır.”
Üç bölümden oluşan Körleşme, Salman Rüşdi’nin tespitinde de olduğu gibi her bölümünde birçok insan tipine yer vermiştir. “Dünyasız Bir Kafa” bölümü ile Descartes’in dualizmi, “Kafasız Bir Dünya” bölümü ile Kant’ın metafizik idealizmi, “Kafadaki Dünya” bölümü ile de Berkeley’in dogmatik idealizminin taşlaması yapılır.
Canetti, kitabının adını ilk olarak “Kant Ateşi Yakalıyor” koymuştur. Eserin başkarakteri “Kien” bu durumda “Kant”ın kendisi olarak yorumlanabilir.
Aslında olaylar Canetti’nin tanık olduğu olaylar üzerinde kurgulandı. 1933 yılında Nazi gençleri otuz dört Alman kentinde Alman ruhuna “aykırı” olarak nitelendirdikleri 25 bin kitabı yaktı. Canetti de tanık olduğu bu olaydan etkilenerek Körleşme romanı ile medeniyetin yıkımını simgeleyen kitapların yakılması olayını yansıtır. Böylece bu motif üzerinden hem tarihsel bir olaya değinir hem de tarihsel gerçek karşısında düştüğü dehşeti bizimle paylaşır.
1933-1935 yıllarında arasında yazılan kitap, 1933’te iktidara gelen Hitler’in Yahudi yazarlara karşı yürüttüğü çirkin politikaya ve akıl almaz saldırılara karşı da adeta bir manifestodur.
Canetti’nin bu kitabı yazmasında ayrıca 1927 yılında Viyana’da gerçekleşen talihsiz bir olay daha etkili oldu. Bir topluluğun Adalet Sarayını yaktığı sırada kalabalığın arasında sıkışıp kalan Canetti, insanlığın cana ve mala kast etme cesareti ve kararlılığı karşısında büyük bir hayal kırıklığı yaşamış ve hem yazılarında hem de Körleşme romanında hissettiklerine değinmiştir.
Romanın ana karakteri Profesör Kien’dir. Çin bilimi uzmanı yani sinelog olarak tanıtılmıştır. Kien, antik diller konusunda oldukça bilgili, alanında uzman ve yetkin bir bilim insanı olarak tanıtılmıştır. Ancak bilim alanındaki başarısını gündelik yaşamında göstermekte son derece başarısızdır. Çalışmalarından bir saniye bile geri kalmamak adına son derece planlı ve kuralcı bir yaşam sürdürmektedir. Bilimle yoğrulan yılları onu, yaşamın gerçeklerinden koparmıştır. Basit ve sıradan bir olay karşısında bile acemi kalmaktadır.
Kien, 25 bin kitabın yer aldığı bir evde yaşamaktadır. Babasından kaldığı maaşla adım adım bu evi kurmuştur.
Bir gece Kien, rüyasında kitaplığının yandığını görmüştür. Kien’in bütün dünyası; elleriyle inşa ettiği, özenle oluşturduğu kütüphanesidir. Buradaki tek bir kitaba dahi zarar gelmesine tahammül edemez. Bu nedenle de hedefine adım adım ilerleyen hizmetçisi ile evlenir çünkü hizmetçisi Therese’in kitaplarının üzerine titreyeceğinden son derece emindir. Ancak daha önce de belirttiğim gibi gündelik hayatta son derece acemi olan Kien, hizmetçisi tarafından kolaylıkla kandırılmıştır. Kitaplarına düşkünlüğünü bildiği patronu ile evlenmeyi ve evin hanımı olmayı aklına koyan Therese, bu uğurda her yolu denemiş hatta Kien’i etkileyebilmek için kitap okurken titiz görünebilmek adına eldiven bile kullanmıştır.
Bu tablodan çok etkilenen Kien, derhal Therese’e evlenme teklifi etmiştir. Ancak kitaplarını emanet edeceğine inandığı bu kadın, evliliğin gerçekleştiği dakika itibari ile Kien’in ve kitaplığının en büyük tehdit unsuru haline gelmiştir.
Yazar, Therese karakterinin “küstah, arsız, sırnaşık” özellikleriyle faşizm olgusunu simgeleştirmiştir.
Kadınlardan nefret eden Prof. Kien, böylece cahil ve açgözlü bir kadının elinde adeta oyuncak olmuştur. Kadından kurtulmak ve kitaplarını kurtarabilmek umuduyla attığı her adımda ise daha cahil, daha açgözlü insanların elinde yıkıma sürüklenmiştir.
“Kitabı bitirdikten sonra kendimi tükenmiş hissettim. Kitapları yaktığım için kendimi affedemiyordum. Her şey yanıp kül olmuştu. Suçlu bendim. Yıkıma ben sebep olmuştum. Ve bu facianın etkisinden kendimi kurtaramıyordum,” sözleri ile bu kitabın yazım sürecinin Canetti için bir başka yıkım sürecini doğurduğunu ortaya koymuştur.
Canetti, bu kitaptan sonra derin bir yalnızlığa gömülür. Kim bilir belki de bu yüzden sekiz ayrı kitap olarak tasarladığı seriyi sadece “Körleşme” romanını yazarak yarıda bırakmıştır.
Canetti, belki de aydın bir insanın entelektüel alanının gitgide nasıl daraltıldığının hem tanığı hem anlatıcısı olmayı kaldıramamıştır. Yaşadığı bunalımlara rağmen Canetti, 20. yüzyılın grotesk destanını yazmayı başarmıştır.
Yazarın bilinçli olarak kitaptaki bütün karakterlere aynı uzaklıkta kalmamızı sağlayan anlatımı da bir başka etkileyici unsur. Eserdeki hiçbir karakteri sevemezsiniz. Anlatım tekniği olarak “karnavalesk” anlatımı seçen yazar, pek çok kesimden insanın bir araya getirilmesiyle “Kien” karakterini anlamamızı sağlamıştır. Bu durum, karnavalesk anlatımın en temel özelliğidir.
Dil felsefecisi, kültür ve edebiyat kuramcısı Mikhail Bakthin, karnavalesk anlatımı şu şekilde tanımlar: “Yaratıcı anlama kendinden, zaman içindeki kendi yerinden, kendi kültüründen feragat etmez ve hiçbir şeyi unutmaz. Anlamak için, anlayan kişinin, yaratıcı anlayışının nesnesinin dışında konumlanmış olması son derece önemlidir. Çünkü insan kendi dış görünümünü bile görüp bir bütün olarak anlayamaz; hiçbir ayna ya da fotoğraf yardımcı olamaz ona bu konuda; gerçek dış görünümümüz yalnızca başkaları tarafından görülüp anlaşılabilir çünkü onlar mekân içinde bizim dışımızda konumlanmışlardır ve onlar başkalarıdır.
Hiç kimseye aynada kendimize göründüğümüz gibi görünemeyiz çünkü aynadaki imge bir başkasına bakmayan, bir başkasının bakışını öngörmek ve yanıtlamak durumunda olmayan bir insanın imgesidir.
Dışarıdan nasıl göründüğünü anlamaya çalışırken dışarıyı dışlamış birinin görüntüsü. Ne kadar gülümsese, kaş çatsa ya da dil çıkarsa da, dışarıdan bir bakışla etkileşim içinde biçimlenecek her türlü ifadeden yoksun kalmaya mahkum, eksik bir yüz. Öyleyse yalnızca başkalarına nasıl göründüğünü değil, düpedüz kendini göremeyen biri.
Kişi ancak bir başkası yoluyla kendini bir bütün olarak ortaya koyabilir.”
Bakthin, aslında Elias Canetti’nin tarihsel olayların tanığı ve anlatıcısı olma durumunu ve bunun üzerinden Kien karakterini -birçok dış göz olarak nitelendirebileceğimiz- başka çevrelerin insanları üzerinden anlatmıştır. Kitapta geçen bütün karakterler Kien’i anlamamızı sağlayan “ayna”lardır. Kendi evinde hiçbir iyi ya da kötü yönünü görmediğimiz Kien’in insanlık durumuna bu insanların yanındaki halleriyle tanık oluruz.
Yine karnavalesk anlatımın özelliği sayesinde yazar, kitap boyunca didaktik olmayan, ilgi çekici biçimde kitaba yerleştirilmiş bilgi birikimiyle kucaklar okuyucuyu. Kitap boyunca İskenderiye Kütüphanesinin kör kütüphanecisi ve aynı zamanda coğrafyacı, matematikçi Eratosthenes’ten Konfüçyüs’e kadar birçok bilgi kitabın satırlarına gizlenmiştir. Sadece bu durum bile kitabı okumak için başlı başına bir nedendir. Dolayısıyla bu kitap, saydığım bütün özelliklerin dışında aynı zamanda bir keşif romanıdır.
“Cervantes olmasa, Gogol olmasa, Dostoyevski olmasa, Büchner olmasa ben bir hiçtim: Ateşsiz, köşesiz bir ruh…” sözlerinin sahibi Elias Canetti, bir anlamda ustalarının izini takip etmiş, Kien üzerinden yaratılmış metaforik dünyanın yerle bir olmasını okuyucusunun gözleri önüne sermiştir. Üstelik bunu o denli başarıyla yapmıştır ki adını ustalarının arasına hakkıyla yazdırmayı başarabilmiştir.