“Çoğu kez ana caddeden akan bir trafikte seyretmek yerine ara sokaklarda dolaşıyor, bacası tüten fakir ama mutlu aile evlerindense bir aile bile barındıramayan evlerin odalarına sızıyor.”
Literatüre tam olarak kazandırılmamış olsa da edebiyat dünyasında “ilk kitap korkusu” diye bir şey var. Birbirinden bağımsız, fakat karşılıklı bir korku bu; hem okur tarafında hem de yazar tarafında zuhur eden. Anıl Mert Özsoy’un ilk kitabı Korku Yokuş Aşağıydı, bundan azade. Demek istediğim, karşımızda el titremeden yazılmış, bahsettiğim korkunun eşlik etmediği bir anlatı var. Bundan, havalarda uçan, boyundan büyük laflar eden gibi bir anlam çıksın istemem. Adımlarını temkinli atan, durduğu yeri bilen, telaşsız ve kaygısız bir anlatı karşımızdaki. Özsoy’un kitaba bu ismi vermesinde ise hiçbir cinas yok.
Korku Yokuş Aşağıydı, Aklımda Nalan öyküsüyle iddialı bir açılış yapıyor. Bu öykü biraz kitabın anatomisi gibi. Bize geriye kalan 13 öykü için bir fikir veriyor ve kitabın atmosferine hazırlıyor. Raconu, kuytu sokakları, kadın vücudunu, erkek zihnini yakından tanıyan bir kalem, bir bulmacanın noktalarını birleştirir gibi bu ince detayları birbirine teyelleyerek kuruyor bu öyküyü.
Korku Yokuş Aşağıydı, çokça derdi olan bir kitap “eve dönemeyenlere” ithafından başlayıp son satırındaki ‘Geceydi.’ ifadesine dek, hepsi bir derdin peşinde sarf edilmiş laflar. Evler, babalar, karanlık ve kirli sokaklar, yaşanamayan aşklar, konuşulamayan diller hatta külüstür arabalar… Kitapta zift gibi siyah ve koyu öyküler bir araya geliyor. Okuması güç, hazmı güç, tortu bırakan öyküler bunlar. Özsoy’un taşıdığını iddia ettiğim korkusuzluk da işte tam bu noktada hissediliyor. Bir ilk kitap için herkesin okuyabileceği ve sevebileceği öykülerin arayışında olma yanılgısına düşmediği anlaşılıyor. Kimi zaman birbirine eklemlenen, öyle olmadığında dahi frekansı belli öyküler kaleme alıyor. Bazen bir yokuşu çıkar gibi nefes düzenimizi bozsa da bazen inişe geçiyor. Ama bu ritimsizliğini hayata bu denli yakın duruşundan alıyor. Bizim bir öyküde okuduğumuz fakat arka mahallemizde, uzaktaki memleketimizde, sınırlardan birinde sürmekte olan bir sızının peşinden gidiyor Özsoy. Çoğumuzun bilip de pek tanımıyormuş gibi davrandığını, çabucak unutmayı tercih ettiklerini anlatıyor. Sokağın söyleyeceklerine kulak veriyor.
“…cigara gizlice sarılmıyor ve akacak kan damarda durmuyor”
Öykülerinin ağırlığına karşın üslupta yumuşamayı tercih etmiyor. Anlatılarının esintisine paralel bir ağırlıkta, betimlemelerle ve devrik cümlelerle beslenen bir tarz benimsiyor; şiire yakınlığını açık ediyor. Dilde bir yenilik vaat etmese de imzasını öyküleriyle atacak kalemlerden biri olacağını hissettiriyor. Çoğu kez ana caddeden akan bir trafikte seyretmek yerine ara sokaklarda dolaşıyor, bacası tüten fakir ama mutlu aile evlerindense bir aile bile barındıramayan evlerin odalarına sızıyor. Bu şeffaflığın içinde arzular dilleri lal etmiyor, cinsellik kapalı kapılar ardında kalmıyor, içkiler gazete kağıtlarına dolanmıyor, cigara gizlice sarılmıyor ve akacak kan damarda durmuyor. Kadınla erkeği ayırmıyor. Birini mazlum ilan ederken diğerini kahramanlaştırmıyor ya da erkekliğini kutsamıyor. Öykülerini anlattığı seviyede herkes eşit; hayat kimseye adil davranmıyor, kimseyi kurtarmaya çalışmıyor.
Korku Yokuş Aşağıydı, kalbi bu kadar sokakta atan bir eser olarak elbette ki siyasetten uzakta kalmıyor. Yakın bir zamanda kitleleri sokağa döken Gezi’ye de selam gönderiyor, müdahalelerin en sertiyle kavurulan Ankara’yı da görüyor ve anlamsız şüpheleriyle meslek erbabı olan polisleri atlamıyor. Bu üçgenin ortasında öldürülen kardeşlerimizi de anmaktan geri kalmıyor. Anıl Mert Özsoy genç bir yazar ve bu saydıklarım onun dâhil olduğu jenerasyonun çocukları için kronik ve 50 yaşına gelse de iyileştiremeyeceği yaralar. Haliyle o da dokunmadan geçemiyor.
Bir kitabın ilk cümlesi ve son cümlesi kadar okura kurdurttuğu ilk cümle de mühim. Korku Yokuş Aşağıydı’nın kapağını kapattığımda ilk söylediğim şey “Ağır Roman” oldu. Bir benzetme çabası gütmeden ağzımdan çıkıveren ‘ağır’ ifadesini zihnim ‘roman’la tamamladı ve aslında taşlar yerine oturdu. Özsoy’un öykülerinde hissedilen esinti tam olarak Metin Kaçan’ın Ağır Roman’ında hissettiğimiz esintiydi.
“Korku Yokuş Aşağı”ydı, edebiyat yapmak için sokağa inmiş bir eser değil. Sokaktan gelirken gördüklerini anlatmayı tercih etmiş bir yapıt. Özsoy ise anlatacakları olan, bunu en hatırlanası, en tortulu şekilde yapmayı tercih eden bir kalem. Anlattıkları, gördüklerinin sadece ufak bir kısmı. Daha anlatacak çok şeyi var.

- Korku Yokuş Aşağıydı – Anıl Mert Özsoy
- Doğan Kitap – Öykü
- 120 Sayfa
Yazar: Nida Dinçtürk