Vincent van Gogh adını tüm dünyaya, tüm kartpostallara yazdırmış büyük vaiz… Kendisini bir peygamber olarak görüyordu, fakat aynı zamanda bir düşünürdü. Düşünceler etkileyici sözcükler olarak sayfalara dökülürdü. Her gün sayfalarca yazı yazardı. Theo’ya yazdığı mektupların birinde şöyle demişti; “Oldu Teo… Ah tanrım… Shakespeare o kadar güzel ki… Kullandığı dil ve metodu, bana verdiği sonsuz coşku olduğu gibi resimlerime yansıyor.”
Van Gogh’un ikinci bir yüzü daha vardı. Çağın en büyük ressamı olmasının yanında, aynı zamanda tam bir kitap kurduydu. Bir mektubunda şu cümleleri geçirmişti;
“ Hugo, Dickens ve diğer büyük ustalar üzerinde ciddi bir çalışma yapmak istiyorum. Onların bütün eserlerini tekrar okumalı ve bize vermek istedikleri mesajı daha iyi anlamalıyım.”
Evet, Vincent tüm boş zamanlarını kitaplar üzerine derin düşünmeler yaparak geçiriyor ve onların yardımıyla geliştirdiği bilgelik resimlerine yansıyordu.
Vincent, uzun süre sanatı öne çıkarmadı. Onun için her şeyden daha önemli olan, kurtuluş arayışıydı. Bu onun kanında vardı. Babası tutucu bir din adamıydı, rahipti. Vincent, amcası tarafından daha çocukken içinde bulunduğu karanlık kalvinist ortamdan kurtarılıp sanat dünyasında çalışması için Londra’ya gönderildiğinde dahi bu arayıştan vazgeçmedi. Ancak gerçek Vincent, kendini İngiltere’nin muhafazakar ortamında göstermeye başladı. Hoşgörüsüz ve dindar genç Hollanda’lı düşünür Londra’nın tehlikeli ve sisli sokaklarında sefil yaşamında Tanrı’yı yeniden keşfetti.
“Bu eski inanç, bu eski ve güzel inanç hepimizin kurtuluşu olacak dostlarım.”
Van Gogh ömrünü yoksulluk içinde yaşayan insanlar için çalışarak geçirmeye karar verdi. Ve kentin sefalet içinde yaşayan evsiz insanların arasına karışmaya başlayınca zengin sanat everlerden nefret etmeye başladı. Onun istediği tek şey kendini işine adamış bir vaiz olmaktı. Vincent’ın idealizmi sonunda onu parlak bir gelecek vaat eden işini bırakmaya ve doğru yolu bulmaya çalışan çaresiz insanlara gitmeye itti.
Güney Belçika’da çalışan işçiler yoksuldu ve Vincent onların kurtarılmaya ihtiyaçları olduğuna inanıyordu. Genç vaiz elinde incili ve şahin bakışlarıyla kadınların kendilerini satarak yaşamlarını sürdürdüğü çamurlu sokaklarda insanlara yardımcı olabilmek için elinden geleni yaptı.
“Bizim yaşamımız, dünyadan cennete yapılan bir yürüyüştür. Bu uzun bir yürüyüştür.”
Ne var ki bu fazla uzun sürmedi, kilisenin kurallarına uymayıp başına buyruk davrandığı ve rahiplik mesleğinin saygınlığına leke sürdüğü için işinden uzaklaştırılınca dünyası başına yıkıldı.
Vincent van Gogh kolay pes edecek biri değildi, aksine hırslandı ve insanlara sesini duyurmak için başka bir yol buldu ve resim yapmaya başladı. Bu Vincent’ın yeni ülküsü olacaktı. Bu gerçekten çok ilginçtir ki; Vincent 30 yaşındaydı ve bırakın iyi bir sanat eğitimini eline daha fırça bile almamıştı. O güçlü ve inançlı bir insandı. Şunları söylemişti;
“ Resim yapacağım için mutluyum. Resimlerimle insanlara birçok şey anlatabileceğimi biliyorum. Bundan eminim, evet, ben resim yapmalıyım. Bunun için buradayım. İnsanlar resimlerime baktıklarında bu adamın ne kadar derin duyguları var, demeliler, bizim göremediğimiz birçok şeyi görüyor ve hissediyor… “
Kendisinin başarısızlığa uğradığı bu zamanda sanatı yükseldi. Sanatının amacı; bütün insanların özellikle yoksulların gözünü açmak ve onları varoluşun mucizevi gücüne inandırmaktı. Böylece günlük yaşamın acımasız gerçeklerinin karşısında kendilerini çaresiz hisseden insanlar mutluluğu sanatta aramaya başladılar.
“Keşke bu sanat sergilerinin insanlara görselliğin ötesinde verebilecekleri daha anlamlı şeyleri olsaydı. Gerçekleri paravanların arkasında gizleyerek hiçbir şey elde edemeyiz biz.“
Birçok insan cennetin dünyadan daha iyi bir yer olduğunu savunabilir, ancak bunun tersini savunan Vincent insanlara doğanın sıradan bir yaprak gibi basit güzelliklerini sevdirmeye çalışıyordu.
“Doğa gibi basitleşin ve en aşağılık varlıklarıyla yaşamayı öğrenin. “
*** Bayan Sien… ***
Bu hayatta her şeyini yitirmiş alkolik bir –ifade edilen tanımıyla- sokak kadınıyla tanıştı. Vincent onunla tanıştığında kadının 5 yaşında bir çocuğu vardı ve yenisine gebeydi. Hoornik onu öylesine etkilemişti ki, gözü ondan başkasını görmüyordu. Kadının sefalet içinde geçirdiği yılların etkisi tepeden tırnağa bütün vücuduna yansımıştı ama Vincent onu olduğu gibi kabul etti ve bir esin kaynağı olarak gördü. “Yaşlı kadın diye bir şey yoktur.” diye yazdı bir keresinde.
Resim: Clasina Maria Hoornik (Sien)’in “Sorrow” isimli resmi. 1882
Tutucu dindar baba doğal olarak bu ilişkiyi iyi karşılamadı. Theo da babasıyla aynı görüşteydi ancak ağabeyinin meslek yaşamında attığı büyük adımda ona destek olmak zorunda olduğunu düşünüyordu. Vincent ne kadar iyilik bilmez, güvenilmez ve dengesiz olursa olsun onun bu yaşamdaki en büyük desteği olan erkek kardeşi Theo, yaşamının her dakikasında yanındaydı.
Takma lakabı Sien diye bilinen Hoornik ve çocuğuna evini açan Vincent için endişeler süregelmişti. Dedikodular kısa bir sürede tüm kasabasına ulaştı. Vincent, çevresinden sert tepkiler almaya başladı. Bunun üzerine Vincent, kardeşi Theo’ya yazdığı bir mektubunda, şu sözleri ile olaylara sitem etmişti:
“ | İnsanlar beni bir şeylerle suçluyor… Bir şey saklıyor olmalıymışım… Vincent, arkasında utanılacak bir şey saklıyormuş… Pekala, bayım, sana ne sakladığımı anlatacağım: —sen ki ahlakını ve dürüstlüğünü kanıtlamış adam— soruyorum sana: bir kadını terk etmek mi daha erkekçe, ahlaklıca yoksa terk edileni korumak mı? | ” |
Sien bir erkek çocuk doğurunca (Willem), Van Gogh ona da bakmaya başladı. Willem, Van Gogh’a neşe getirmişti. (Willem sonradan Van Gogh’un oğlu olduğunu iddia etmişse de, tarihler bu iddiayı desteklememektedir.)
Vincent önceleri bu baskıya direndiyse de, bir süre sonra Sien ve çocuklarını bırakarak Lahey’den ayrıldı ve altı hafta boyunca Hollanda’nın kuzeyindeki Drenthe’de dolaşıp resim çizerek yaşadı. Sonrasında ise Nuenen’e taşınmış olan ailesinin yanına döndü. Van Gogh, Sien ile beraber yaşadığı on dokuz ay boyunca, kadının ve çocuklarının düzinelerce resmini çizdi Sien, Vincent gittikten sonra asıl mesleği olan terzilik yapmaya devam etti. Dört yılın arından bir denizci ile evlendi ve 3 yıl sonra (van Gogh’un intiharından 14 yıl sonra) 54 yaşında iken Rotterdam limanında intihar ederek yaşamına son verdi.
*** İlk başyapıt. ***
Vincent van Gogh ailesinin yanına dönmüştü, ancak ailesi onu eskiden olduğu gibi karşılamıyor, ilgilenmiyordu. Vincent bir gün bu durumu şu cümleyle ifade etti: “Eve geldiğimde annem ve babam yaşlı bir köpeğe bakar gibi uzun bir süre bana baktı. Kısaca beni istemiyorlardı. İşte bu kadar. Hepsi bu kadar.”
Sonra… Sanat alanındaki ilk büyük çıkışını yaptı ve kendisini ortaya koydu. “Patates Yiyenler” eseri Van Gogh’un ilk büyük eseriydi. Bu resim bugüne kadar Van Gogh’un düşündüklerinin ve yapmak isteklerinin özetiydi. Onu sanat camiasının tanrısı yapacak bir başyapıttı. Van Gogh eseri için “Burada bu iç karartıcı koyu renkleri yalnızca resmi daha etkileyici bir hale getirmek için değil size bir şeyler söylemek için kullandım. Tuvale temizlenmesi zor, koyu renkler attım.”
*** Vincent renkle tanışır. ***
Bu herkesin bildiği çok tanıdık bir öyküdür ki van Gogh için şu ifade kullanılacaktır: “İzlenimciliğin öptüğü çirkin Hollandalı kurbağa renkli bir prense dönüşmüştü.”
Vincent ve benzersiz resimleri sonunda renklendi ve tuvallerindeki iç karartıcı kahverengiler ve siyahların yerini krom sarısı ve kobalt mavisi aldı. Buna derhal uyum sağlayan Vincent’ta renk bağımlılık yaptı ve boyalarını kullandıkça tuvalini daha çok doyurmak istedi. Resimlerinde her şey noktalı, vurucu, çarpıcı ve albeniliydi. Buna karşın çağın diğer izlenimcileriyle uyuşmayan noktaları vardı, onlar fazla süslüydü. Van Gogh ne olursa olsun gerçekçi olmak zorundaydı. Bir gün herkesi şaşırtan bir şey yaptı ve kardeşi Theo’yu hiçe sayarak bir cafede sergi açtı.
*** Paul Gauguin ve Vincent van Gogh***
Vincent sanat hayatı hızla ve başarıyla gelişirken izlenimciliğin uçlarında gezen Paul Gauguin isimli büyük ressam ile tanıştı. Gauguin ve Van Gogh’un birçok ortak noktası vardı. Gauguin kırklı yaşlarından sonra her şeyi bırakıp resim yapmaya başlayan başarılı bir borsacıydı. Vincent ise başarısızlığa uğramış bir vaiz. İkisi de ileri yaşlarında resme başladı ve bütün sanat dünyasını huzursuz etti. Van Gogh çağın büyük izlenimcilerini tehdit eden keskin bir kılıç gibiydi. Gauguin ise onların celladıydı. Ne var ki bu dostluk ileride ağır bir kıskançlık ile iki isimin eserlerinde yerini bulacaktı.
Gauguin’ın resim simsarlarına aldığı tavır sertleştikçe Vincent’ın resimleri kendini buldu. Ama Gauguin, Britanya’ya gitmek için Paris’i terk edince Vincent peşinden gitmedi. Onun yerine sıcak bir yer olan Arles’e gidip basit bir yaşam seçti. Bunun yanında Ayçiçeği tarlaları 1888 yılının ilkbaharında Vincent’e yepyeni bir yol çizdi. Ve Vincent ayçiçeği gibi yüzünü güneşe dönmeye başladı. Vincent’ın sanata duyduğu aşk Gauguin’ı oldukça rahatsız etti ve daha önce hiç duymadığı bir his duydu ona karşı: kıskançlık. Bastıramadığı bu duygu kendisini dışarıya vurdu ve her şeyden daha çok sevdiği ayçiçeklerini çalışırken Van Gogh’un resmini yaptı. Çarpıtılmış yüzü ve yaratığa benzeyen görünümüyle Vincent’ı çizdi.
*** Akıl hastanesi yılları… ***
Vincent bir sara hastasıydı ve kardeşi Theo’dan gelen kötü haberler onu giderek ağırlaşan bir bunalıma soktu. Ne kadar iyi bir ressam olursa olsun hiç kimse onun resimlerini satın almıyordu. Bu olumsuzluklar zaten onun bozuk olan dengesini daha fazla bozdu.
Hâlâ kesinleşmemiş olan ve onlarca iddiaya dayanan kulak memesini kaybedişi/kesişi hikâyesinin ardından kendi isteğiyle ve Theo’nun da ricâsı ile yakınlardaki bir akıl hastanesine yattı.
“Sevgili Theo, zaman neyi değiştirebilir ki? Hiçbir şeyi…”
Bütün yaşamını mahveden hastalığı onun başyapıtlarının hem katili hem de yaratıcısı oldu. Vincent sıradan bir akıl hastası değildi, gerçek bir dâhiydi. Onu bizden koparan delilik krizlerinin arkasında dünyayı çok daha akılcı bir şekilde görmesi vardı.
Akıl hastanesinde yıllar sonra tüm dünya tarafından hayranlıkla bakılacak olan “Yıldızlı Gece” eserini verdi. Tabloya yansıyan yıldızların ve bulutların oluşturduğu girdaplardan ziyade Vincent’ın kafasının içi, karmaşası, düşüncelerinin iç içe geçmiş yanlarıydı.
Van Gogh 1889’da son otoportresini yaptı. O bunu sıradan bir çalışma olarak tanımladı ama kesinlikle değildi.Arka planlarındaki fırça darbelerinden ceketinin kıvrımlarına kadar her karesinde inanılmaz bir hareket bir isyan vardı. Keskin bakışları ve acımasızca kendisini tutsak eden hastalığını dışa vuran bir adamın portresi. Acılı ancak sakin bir duruş vardı otoportresinde. Van Gogh savaşçı ruhunu sakallarında cesurca kullandığı keskin kızıl renklerle ortaya dökmüştü. Kahramanca bir yaşam savaşı veren Vincent, kontrol altına alınamayan bir deliliğin karşısında sanatın her zaman kazanamayacağını biliyordu. Akıl hastanesindeki son yılında boya tüplerini yemeye başlayan Vincent bu durumu “Şifa bulmaya çalışıyorum.” diyerek tarif ediyordu.
*** Vaizin intiharı. ***
“Mayıs 1890’da Van Gogh Saint-Rémy’den ayrılıp Paris yakınlarındaki Auvers-sur-Oise’a geldi. Burada, daha önce ruhsal problemli ressamlarla ilgilenmiş olan Dr. Paul Gachet’nin gözetiminde kalacak, kardeşi Theo’ya da yakın olacaktı. Van Gogh’un Dr. Gachet hakkındaki ilk yorumu “bence benden daha hasta ya da tam benim kadar hasta diyelim” oldu.Fakat sonradan doktorla iyi geçinmeye başlayan Van Gogh, doktorun üç ayrı portresini çizdi. Auvers-sur-Oise’da kaldığı süre boyunca kendini tamamen resme veren Van Gogh, burada geçirdiği 70 günde yaklaşık 70 yağlıboya resim üretti. Annesi ve kızkardeşine yazdığı son mektupta, kafasının geçen yıla göre çok daha sakin ve huzurlu olduğunu yazdı.”
Buğday Tarlası ve Kargalar onun en çarpıcı resmiydi. Bu Van Gogh’un zayıflığını gösteren bir resim değildi aksine böyle bir resim yapan sanatçının zayıf olması mümkün olamazdı. Vincent gökyüzünün derinliğini o kadar güzel vermişti ki resme baktığımız anda kendimizi onun karanlığından uzakta altın sarısı başakların arasında hissedebilirdik. Vincent van Gogh bu dünyadaki kısa ve hüzünlü yaşamının son günlerinde alışılagelmedik bir teknikle kendi çağdaşlarını hayrete düşürürken özgürce kullandığı renklerin bu çarpıcı ve yoğun tabloda yeniden yaşam buldu ve geleceğe yön verecek olan ölümsüz çağdaş sanatı yarattı.
“Vaiz.. büyük bir yol katetmişti.”
Hayatında ve sanatında devrimci yaşam mücadelesini sürdüren Vincent van Gogh herkesi şaşırttı. Vincent ilkbahardan yaza geçerken çok büyük bir sarsıntı geçirdi. Her zamankinden daha güzel resim yapmaya başlamıştı ama en büyük güç kaynağı Theo artık ona eskisi gibi destek olmuyordu. Theo karısı ve bebeğini ön planda tutuyor, kendisine eskisi kadar ilgi göstermiyordu. Theo Paris’ten döndüğünde abisinden ikinci vurucu darbeyi yemişti.
“Suyu soğuk bulduğum için yıkanmaktan korkmamalıyım” – Vincent Van Gogh
Vincent 27 Temmuz 1890’da resim malzemelerini alıp bir tarlaya yürümüş ve kendisini tabancasıyla karnından vurmuştu. Theo son saatlerinde yanında kaldı, bunu da atlatır sanırken bu kriz çok uzun sürmedi. Diğer sabah ateş yükseldi, bilinç kayboldu ve kardeşi Theo’nun kollarında öldü.
Vincet Van Gogh farklı boyutta yaşayan sıra dışı bir sanatçıydı. Başka şeylerle ifade edemeyeceği duyguları fırçasının ve renklerinin gücüyle tuvallerindeki altın renkli tarlalara, yüzlere ve çiçeklere aktarıyordu. Bir vaiz olarak bu onun göreviydi. Onun amacı sadece sanat dünyasını etkilemek değildi, resimlerini gören herkesin gözünü ve kalbini bu yaşama açmak istiyordu. Ne yazık ki hiçbir zaman göremedi ama istediğini elde etti.
Mutsuzluğum sonsuza kadar sürer.
Vincentvan Gogh, ölmeden önce yatağında yatarken.
“Vincent’tan altı ay sonra Theo da uzun süredir mücadele ettiği frengi hastalığına yenilerek hayata gözlerini yumdu. Theo’nun naaşı önce Utrecht’e gömüldüyse de, karısı Johanna’nın isteği üzerine 1914’te Auvers-sur-Oise’a getirildi ve Vincent’in mezarının yanına gömüldü. Akıl hastanesinde doktoru Dr. Gachet’nin bahçesinden alınarak mezar taşlarının arasına dikilen sarmaşık filizi, bugün iki kardeşin mezarlarını tamamen kaplamakta…”
Dipnot: Vincent van Gogh, kardeşi Theo’ya hayatının hemen her döneminde sayısı 600’ü bulan mektup yazmış ve bunlar ölümlerinin ardından tarihsiz bir şekilde kitaplaştırılmıştır. Bu mektuplar Vincent’i anlamamızda bize yol gösterecek olan en temel kaynaklardır. Bunlardan yaptığımız iki seçkiyi şu adresten bulabilirsiniz.
Kaynakça:
– Wikipedia ( Vincent van Gogh )
– Mutlaka Bilmeniz Gereken 5 Van Gogh Tablosu ( leblebitozu.com )
– Vincent van Gogh Biyografisi
– Sanatın Gücü: Vincent van Gogh
– Vincent van Gogh
– Van Gogh Müzesi