İroniktir ki; dil, temel bir varlık dinamiği olmakla birlikte–ki bilhassa felsefe söz konusu olduğunda, bu varlık dinamiği, aynı zamanda bir var etme dinamiği de olmaktadır- felsefenin alakasını çekmekte çok geç kalmış görünür. Her ne kadar Antik Grek’ten Ortaçağ’a uzanan kesik kesik ve dolaylı bir “dil-dünya ilişkisi” tartışması (bkz: realizm-nominalizm) mevcutsa da, bunun felsefenin ana problemi hâline gelmesi çok sonra olabilmiştir. Fakat nihayet, on dokuzuncu asırda bir sorunsal hâline gelen dil, epitemolojiden ontolojiye birçok felsefe dalını yeniden dizayn edebilmiştir. Bilhassa Nietzsche’nin, daha sonra Frege, Russell, Wittgenstein, Derrida gibi filozoflar başta olmak üzere birçok filozofun bir sorun alanı hâline getirdiği dil, 20. yüzyılla beraber, bugüne değin hâlen sıcak bir felsefî yemek olmaklığını korur. Ama bazen bunun yanında salata da gerekebilir! Bu ufak tarihsel girizgâhın önemi, bir porno filminin başlangıcının, tüm pornonun temel motivasyonunu vermesindeki ehemmiyetle aynıdır. Yani, orgazm, evvelâ tarihsel bir mevzudur. Ya da Whitehead’den kavram çalarak konu tamamen “proses”le, yani süreç ya da süreklilik duygusuyla bağlaşıktır. Bu yüzden yazının orgazm noktasına varabilmek için bu girizgâhı aklımızda tutalım.
Pekâlâ, açtığımız kanaldan devam edebiliriz o hâlde. Dil, günümüzde sanıldığının aksine, salt bir iletişim aracı değildir. Zirâ, iletişim, çok genç ve çok kalabalık bir kavramdır. Üstüne üstlük bir gerileme sürecidir. Dilin, temel özelliğini yok sayan bir yeni devşirmedir iletişim. Bu temel özellik, karşı durma, direnme ve yok etme arzusunun tam da kendisidir. Hattâ daha cesur laflarla, Lacan’ın söylediği şekliyle, iletişim, bir iletişimsizlik düzeneğidir. Ya da Deleuze gibi söylersek, iletişim öyle vardır ki, iletişim vardır ve direniş yoktur, yaratıcılık yoktur, denmektedir. Günümüzde kurgulanan dil, her zaman bir konsensüs ya da iletişim aracı olmakla, direniş ve yaratım safını ve hattâ arzusunu dahi yok eder. Direniş yoksa, yaratım yoktur, yaratım yoksa en basit anlamıyle dahi ilerleme yoktur. Hülâsa edeceksek, dil, kocaman bir “evet” yığınına dönüşmekle, var olan arkaik durumundan sıyrılıp, modern kılıfına sokulmuştur. Bu modern durumun temel motivasyonuysa, otoriteye hizmet eden dildir. Şaşıp kaldığımız tüm tarihsel durumlar, dilin yozlaşması ile ilgilidir. Hitler’in onca insanı Alman ırkının üstünlüğüne iknâ ederek tonlarca katliama sebebiyet vermesi, onun kötü fikirlerini iyi bir iletişim yöntemiyle sunmasının sonucudur. Belki bize uzak bir örnek gibi durabilir bu. Ama tarihte böyle ülkeler vardır. Her “evet”in bedelini ödemesine rağmen, minumum bir iletişim kanalıyla hâlen “evet”te diretebilen toplumlar. Vardır böyle toplumlar(!)
İmdi, ikinci paragrafta varmış olduğumuz sonucun yani “iletişim”in ve “evet dili”nin otoritenin geriletici fikirlerini idame ettirme ve yayma konusunda araçsal roller üstendiği argümanının, ilk paragrafın sonunda verilen porno örneğiyle alâkasını kurmak gerektir. Zirâ yaşanılan hâl, aslında bir porno filmi sahnesini andırabilir. Kulağa çirkin gelebilir, gelsin güzellerim, yapabileceğim bir şey yok. Porno filmlerdeki “evet” sözcüğünün kullanılışı –siz bilmezsiniz, ben söyleyeyim- otoritenin tuhaf fikirlerine “evet” diye bağırmakla hemen hemen aynı pozisyon icâbı gibi durabilir. Şimdi buradan cinsiyetçi söylem ithâmı kotarılabilir, bunda kimse tereddüt etmesin. Ama asıl amacım aradaki farkı izâh etmektir. Bir Dani Daniels ya da bir Stoya pornosu izlediğimizde, Dani’nin ya da Stoya’nın “yes” sesini çıkarması –ya da aynı mânâya gelen farklı dillerdeki seslerin çıkarılması-, yukarıda bahsi geçen dilin ilkel durumunun gereğidir. Bir onay, bir kabullenme, bir boyun eğme durumu değildir bu. Çünkü ortada bir iletişim yoktur. Burada açıklığa kavuşan şey, neden, direkt olarak cinselliği örnek vermeyip, bir Dani Daniels, bir Stoya pornosunu örnek verdiğim mevzusudur. Çünkü bu pornolar, estetize ve idealize edilmiş cinselliktir. Yani olay tamamıyla sinematografiktir. Doğal durumda ise, tıpkı otorite ve otoriteye tabî olanlar arasındaki gibi bir tahakküm ilişkisi, yani bir iletişim olarak cinsellik mevcuttur. Abdullah Öcalan’ın bir konuşmasında bahsi geçtiği gibi erkek, erkekliğini kanıtlama peşinde sevişir. Yani bir onay bekler gibi, otoritesinin tanınması ve ona “evet” denmesini ister gibi. Bu, günümüz iletişim ve evet dilinin yatak odasında tezahür edişidir. İdeali ise, bir pornodaki idealize ve estetize, iletişimsiz hâldir. Yani, bir direniş olarak cinsellik.
Lâfı çok uzatmak niyetinde değilim. Bahsi geçen tüm mevzularda birkaç yönelim verip porno izlemeye devam edeceğim. Girizgâhta bahsi geçen dil felsefesi için, aslına bakılırsa Platon’dan başlayarak tarihsel bir okumayla Derrida’ya varmak gereklidir. Derrida’ya vardıktan sonra dil felsefesi alanında özgürleşilebilir, Weininger’e dahi uzanılabilir. Otorite-dil ilişkisi için yine vazgeçilmez bir kaynak olarak Foucault önerilebilir. Ama bir twitter Foucault’su değil, tam mânâsıyla Foucault iyi bir kaynak olabilir. Porno mevzusunda, bilhassa Dani Daniels ve Stoya için ayrıca bir yazı kaleme alacağım. İsteyenler hemen açıp birer videosunu izleyebilir. (Sırf bu yüzden porno izlemekten içim çıktı sevgililerim.) “Evet” ve “Hayır” konusunda ise “hayır”daki direnişin öyküsünü bir önceki yazımda anlatmaya çalışmıştım. Yahut kendi tarihsel okumanızı yapabilirsiniz. Devlet eliyle dağıtılmamış bir tarih kitabı bu konuda size yardımcı olacaktır güzellerim. Son bir kez ana mesajımızı verelim yine de: Evet gerileticidir, tarihsel olarak anlamsızdır, bir boyun eğme şeklidir, oysa hayır, bir yaratım aracıdır. Yeni, güzel (cesur) dünyamızı yaratalım! (Huxley’e de selam verdikten sonra…)