Sene 2013 olması lazım, Eylül ayı. Hayatın beni yönlendirdiği ilginç bir zaman. Bir süre sonrasında yaşayacaklarımın etkisi bugüne kadar sürdü, sürüyor. O yüzden unutamıyorum. Pek değerli bir ağabeyim tarafından yazdığım öykülerdeki yetersizlik eleştirilirken “Fante oku, sıralamayı da söyleyeyim hatta önce Bahara Kadar Bekle Bandini sonra Toza Sor oku.” şeklinde bir öneri aldım. Ve onunla tanıştım. Her ne kadar Beat sayılmasa da, Beat Kuşağı severlerin pek sevdiği, benim pek hazzetmediğim Henry Chinaski, nam-ı diğer Charles Bukowski’nin “O benim tanrım!” olarak tanımladığı yazar: John Fante.
John Fante’nin hayatının bir kısmını anlatır Toza Sor. Colorado’da yaşadıklarını geride bırakan (bkz: Bahara Kadar Bekle Bandini) Arturo Bandini’nin yazar olma hayalleriyle Los Angeles’a gelip, Bunker Hill Tepesi’nde yaşayanların hepsinin “kaçık” olduğu bir otelde yaşamaya başlar. Ama ne yaşamak, öyle yaşamak olmaz. Bir ara yalnızca portakalla beslenir. Yazdığı öyküleri beğendirmeye çalışır, eline biraz da para geçer. Parayı harcamak kazanmaktan daha kolaydır Arturo için. Ve bir gün, hayatının yönünü değiştirecek kadınla karşılaşır: Camilla! Aralarındaki ilişki sürekli didişerek geçer. Arturo yeni öyküler yazar. Olaylar böyle gelişir ve ilerler.
Konu kısmı böyle, ancak kitabı tam olarak kavrayabilmek için Bahara Kadar Bekle Bandini’nin önce okunması lazım. Yazmaya hevesli, yeni öykücüler için kendilerini bulabilecekleri bir kitaptır Toza Sor. Okudukça aslında hiçbir şeyin değişmediğini, günümüzdeki piyasanın hatta daha kötü olduğunu anlayacaksınız. Yazma/yaratma çabasında olmanın verdiği çıkmazlar, “yazar tıkanması”, boşvermişlik ve aşk. Gerçekten aşk mı? Okuyun. “O mahur beste çalar, Camilla ve ben ağlaşırız…”
“Tanrım, bir ateist olduğum için beni bağışla; ama Nietzsche’yi okudun mu? Ne kitap!”
Arturo’nun sünepeliği ve gel-gitleri, kendini kabul ettirmek için yarattığı aşırı özgüveni Fante mükemmel bir şekilde anlatmış. Türkçe’ye Avi Pardo çevirmiş, mükemmel bir çeviri diyebilirim. Hatta olur da yapmak isterse bence Catcher in the Rye’ı da çevirmelidir. O da ayrı bir yazının konusu olsun, Fante’ye devam edelim. Türk Edebiyatı’nda biraz Yusuf Atılgan’ı andırıyor bana Fante. Tozar Sor ise Aylak Adam’la ilişkilendirilebilir. Kitap hakkında kitap içeriğini vermeden daha nasıl yazabilirim bilmiyorum. Bir hayali var, hayalin peşinden gidiyor, uyguluyor. Sonra birden ortaya bir kadın çıkıyor. Belki de Arturo kendisi çıkarmak istiyor kadını ortaya. 1930’ların Amerikası, yaşanacak ve yaşanmakta olan buhranın topluma yansımasını okuyoruz. Size mükemmel bir aşk romanı vermiyor, mükemmel bir hayatı okumayı beklemeyin. Tam aksine, her şey o kadar berbat ki, bir süre sonra evde 3 kilo portakalla otururken buluyorsunuz kendinizi. Ve kitap bittikten sonra şu cümleler dökülüyor ağzınızdan:
“Ben Arturo Bandini, ne kuş ne de balık.”
Bir de filmi var Colin Farrell ve Salma Hayek oynuyor; ama pek tavsiye etmem izlemenizi. Çünkü olmamış. Kişisel olan politiktir, belki siz beğenirsiniz bilemem. Fante sizin tanrınız olmayabilir. Bu tür kitapları okumak istemiyor da olabilirsiniz; ancak hayatınızın bir zamanında yazmaya tenezzül etmişseniz, elinize değdiyse mürekkep, muhakkak okumalısınız. Çünkü hepimiz birer Arturo Bandini’yiz aslında. Gizli gizli, inanmasak bile Tanrı’yla konuşuyoruz, ona dert yanıyoruz. Pencerede oturup, şehrin ışıklarını seyrediyoruz yazamadığımız zaman. Yazdıklarımızı birisi beğensin, yayınlasın diye uğraşıyoruz. Toza dönüyor her şey ve biz Toza Sor’uyoruz…
Künye:
John Fante
Çeviri: Avi Pardo
Sayfa Sayısı: 160
Dili: Türkçe
Yayınevi: Parantez Gazetecilik ve Yayıncılık
ISBN: 975844106X