Oktay Akbal, bizleri 40’lı yıllara götürüyor ve Asmalımescit’te o zamanların genç edebiyatçılarını ağırlayan Elit Kahvehanesi’nde geçen günleri anlatıyor. Yazıda 1947 yılında Yedigün dergisinde Sait Faik’in bir röportajından alıntılar da yer alıyor.
Sait Faik, genç edebiyatçıların çabalarını, uğraşlarını, düşüncelerini, umutlarını ve karamsarlıklarını bizlere o günlerden aktarıyor. Günümüz genç edebiyatçılarının da katılmadan edemeyeceği cümleler kuruyor…
Sizleri, Oktay Akbal’ın “Sait Faik’li Bir Anı” yazısıyla başbaşa bırakıyorum. Yazının tarihi 26 Mart 1989.
Keyifli okumalar diliyorum…
Sait Faik’li Bir Anı – Oktay Akbal
19 Ocak 1947 tarihli ‘Yedigün’ dergisinde Sait Faik imzalı bir röportaj: ‘Genç Edebiyatçılar’… 42 yıl geçmiş üstünden! Bu soluk dergi eski kâğıtların, gazete kesiklerinin arasından karşıma çıkıvermez mi? Dile kolay, yarım yüzyıl öncesine döndüm bir anda! Savaş sonrası günler, o 1946 yılındaki coşkularımız, umutlarımız…
“Asmalımescit, Paris’in sanat muhiti olan Montparnasse mı olacak dersiniz? Beyoğlu’nun gürültülü pastahanelerinde iki şair birbirine şiir okusa yanlardaki masadan hayretle bakarlar. Biraz gürültülü konuşulsa pastahane sahibiyle beraber boyalı bir dilbere gözlerini dikmiş bey sinirlenir. Karaborsadan, odun kömürden, ipek çoraptan, gidilecek sinemadan, meşhur bir davadan, bu münasebetle bir avukattan, hastalık dolayısıyla meşhur bir doktor isminden, pavyondan ve bir şarkıcı bayandan söz açılan bu yerlerde, hele incir çekirdeği doldurmakla bir hizada olan şiir, nesir, hikâye, roman, Gide, Malraux, Herman Hesse, Sartre, Existentialisme, lakırdıları anlamayanları Madagaskar yerli lisanı işitmiş gibi şaşırtır.”
Bir akşam üstü Elit kahvesine gelmişti Sait Faik… Zaten bu kahveyi bize o öğretmişti. Hepimizden çok Elit’e gelen de oydu. Oturur bezik oynardı emekli konsolosla, başka kahve arkadaşlarıyla. Hiçbiri şair, yazar değildi onların. Bizlere de öğretmişti bu yeri. Sonra pişman mı olmuştu bilemem! Daha doğrusu Cavit Yamaç’tı bizi oraya götüren. ‘Sait Faik de oraya hep gelir, öykülerini yazar’ demişti. Bizler de 1946’nın ‘genç edebiyatçıları’ o kahveye haftanın beş altı günü gelmeye başlamıştık. Gerçekten bir yazın yuvası olmuştu Elit… Yeri mi nerdeydi? Asmalımescit’te, şimdi bir antikacı dükkânının bulunduğu yerde. İşletenler Alman yahudisi Her Brown ile karısıydı. Konyak da verirlerdi, kahve de, çay da… Ama en çok içilen kapuçina idi. Sait Faik’in en sevdiği, öykülerine giren kapuçina…
Biz de Behçet Necatigil’le oturur piket oynardık. Ya da dört kollu iskambil, kaptıkaçtı… Piketi bana Behçet öğretmişti. Şimdi nasıl oynanır, sorsanız bilemem. Hele beziği o kadar izledimse de bir türlü öğrenemedim. Pencerenin yanına oturur, karşı apartmanların karanlık pencerelerine bakar, arkadaşlarla şiirden, öyküden konuşurduk. Kimler mi gelirdi? Birsel, Necatigil, Sait Faik, Akdora, Kenan Harun, Cavit Yamaç, Cemil Meriç, Naim Tirali, Fahir Onger…
İşte 31 Aralık 1946 günü Sait Faik ‘Yedigün’ dergisinin foto muhabiri ile birlikte Elit’e gelmişti. O sıralarda bizler ‘Yirminci Asır’ adlı onbeş günlük bir yazın gazetesi çıkarmak çabası için deydik. Topu topu dört sayı çıktı bu gazete! Sonra yitip gitti, daha önceki nice yazın dergisi gibi! Ama ardından güçlü izler bırakarak…
Sait Faik şöyle yazıyor:
“Bugünkü edebiyat nesli Sabahattin Ali’ler, Orhan Veli’ler; Cahit Sıtkı, Ahmet Muhip’ler içinde bu akşam kırkına basacaklar var. Halbuki bu masabaşındakilerin en büyüğü bu akşam yirmi sekizini bitirip yirmi dokuzuna giriyor.”
Masal gibi bir şey. Fotoğraflarımız da var, kırk üç yıl öncenin gençleri, yani bizler! Sait Faik’in bu yazısında uydurduğu öyle ilginç şeyler var ki! Örneğin bana sormuş Halide Edip’i nasıl bulursun?’ diye. Ben de ‘Kerime Nadir’den iyidir’ demişim. ‘Etem İzzet Benice’yi nasıl bulursun’ demiş. Yine benim adıma ilginç bir yanıt yakıştırmış! Naim Tirali için de öyle… Sonra şair arkadaşları ele almış, Necatigil’in ‘Kızlar’ şiirini şairin ağzından dinlemiş. Salâh Birsel için de şunları yazmış: “Otuzuna varmadan saçları dökülmüştür. Sakin bir hali vardır, ama ne yaman alaycıdır. Yaşlanınca Yahya Kemal üstadımızdan daha dolgun olacağı şimdiden belli, ama şiirlerinde öyle çalâk öyle çevik ki”
Birsel’in ‘karikatür güzelliği var’ dediği “Çarkı Felek” şiirini sunmuş okurlarına: “Neler oldu neler – Ne dolaplar döndü – Talebe oldum – Memur oldum – Âşık oldum – Asker oldum piyade”. Oysa bir kaç yıl sonra Birsel deniz asteğmeni olarak askerlik görevini yapacaktı! ‘Şairlerin en genci Kenan Harun 22 yaşında var yok ’ diyor, ‘elbet sevgilisinden söz açacak’ diye hoşgörüyor: “Senin adın – Kitaplık isim değil sevgilim – Yüreğime bıçakla kazıdım onu – Kimbilir – Hangi sakin kuytu limanda – Dile gelir – Bu karasevdanın sonu” …
Yazısını da şöyle bitiriyor Sait Faik:
“Gençlik güzel çağ. Hepsi ümitle dolu. Aynı şeyleri her nesil yaptı. Mecmualar çıktı, okunmadı. Çıkmasıyla çıkmaması arasında fark kalmadı. Gazeteleri, münekkitleri, edebiyatçıları müthiş bir sessizlik sardı. Sonra bağrışlar, inkârlar oldu. Şu yapıldı bu edildi. Ama edebiyat yine yüzmek, futbol oynamak, sinemaya gitmek gibi telâkki edildi. Yani bir iş telâkki edilmedi. Futbolun, sinemanın rağbetini de kazanamadı. Genç yazıcı, sen neler neler göreceksin. Seneler geçecek, hiç bir kitapçı dudağının seni çağırdığını işitemeyeceksin.”
Kırk üç yıl önce böyle, kırk üç yıl sonra yine böyle! Ama yazın için yürekler yine aynı coşkuyla çarpıyor. Yine şairler, öykücüler yaratma savaşı veriyorlar. Hep de verecekler…