Sizler için yeni çıkan kitaplardan yaptığımız seçkilere devam ediyoruz.
İşte, Joseph Roth’dan Clarice Lispector’a, Giorgio Bassani’den William Golding’e, önemli yazarların raflardaki yerini alan 10 yeni kitabı:
1. Hotel Savoy – Joseph Roth
Yıllar süren savaş ve esaret döneminden sonra yurda dönen Gabriel Dan, sınıra yakın bir Polonya kentinde, Hotel Savoy’un altıncı katına yerleşir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde kalan görkemli günlere tanıklık eden gösterişli dış cephesiyle bu otel, katlar arasındaki sınıf farklılıklarıyla her çevreden insanı ağırlamaktadır. Askerler, milyonerler, iflas bayrağını çekenler, döviz kaçakçıları ve varyete kızları, Hotel Savoy’da karşılaşırlar. Savaşla beraber kaosa sürüklenen dünyanın alegorisi gibidir bu otel. Gabriel Dan, Hotel Savoy’un temsil ettiği her şeyden, bozuk düzenden ve bedbaht hayatlardan nefret eder, buradan kurtulmanın yollarına bakar. Ama kalır. Kentte bir grev patlak vermiştir, bilinen dünyanın sonu yakındır.
Joseph Roth’un erken dönem eserlerinden olan Hotel Savoy, Birinci Dünya Savaşı sonrasında açığa çıkan sosyal travmayı yansıtır. Devrimle çalkalanan Rusya ile Avrupa arasında sıkışıp kalan küçük bir kentte, kırılgan sosyal ilişkileriyle köklü değişimin eşiğindeki toplumu resmeden Hotel Savoy, ilk yayımlandığında, dönemin “insan trajedisi”ne parmak basan, güçlü bir eser olarak değerlendirilmişti.
2. Öyküyü Sanat Yapanlar – Necip Tosun
Necip Tosun Öyküyü Sanat Yapanlar’da, dünyanın tüm öykü renklerini yansıtan bir “öykü atlası” oluşturuyor. Böylece yazınsal bir tür olarak öykünün tarihi özetlenirken modern öykünün kuruluş, gelişme ve nitelikli bir kimliğe kavuşma süreci de ortaya konuyor. Rusya, ABD, Arjantin, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Kırgızistan, İran gibi birbirinden farklı coğrafyalarda yaşayan; kurucu, dönüştürücü öncüler derinlemesine bir incelemeye tabi tutuluyor.
Öyküdeki “bilinç akışı”, “gerçeküstücülük”, “varoluşçu yaklaşımlar”, “büyülü gerçekçilik”, “fantastik öykü” ve “postmodern tutum” gibi yönelimler büyük yazarların öyküleri üzerinden inceleniyor. Nikolay Gogol’den Anton Çehov’a; William Faulkner’den Jorge Luis Borges’e; Gabriel García Márquez’dan Cengiz Aytmatov’a kadar kırk kurucu öncünün öykü anlayışları, yazış biçimleri ve öykü türüne katkıları gün yüzüne çıkarılıyor.
Edebiyatımızdaki en büyük eksikliklerden biri başvuru, kılavuz kitapların olmamasıdır. Ülkemizde bu konuda oldukça sınırlı çalışmalar var. Bu anlamda Öyküyü Sanat Yapanlar’ın bir el kitabı, dönüp dönüp bakılacak bir kılavuz kitap olma özelliği var. Öykünün temel unsurlarının tartışıldığı, birikimlerinin bir araya getirildiği bu çalışma hem edebiyat okurlarına hem de öykücülere büyük bir birikim aktarıyor. Öykü türünün kurucu öncülerini, iyi öykülerin nasıl yazıldığını, iyi bir öyküde hangi unsurların bulunması gerektiğini merak edenler için Öyküyü Sanat Yapanlar işlevsel bir kitap.
3. G. H.’ye Göre Çile – Clarice Lispector
Elimi bir başkasının avucuna koymak hep mutluluğun tanımı olmuştur benim için. Pek çok kez uyumadan önce –bilinci kaybetmemek ve daha büyük olan ülkeye gitmemek için verilen o küçük mücadelede– pek çok kez, uykunun büyüklüğüne doğru gitme cesaretine sahip olmadan, biri benim elimi tutuyormuş gibi yaparım ve uyku denilen o muazzam şekilsizliğe doğru giderim. O zaman da cesaretimi toplayamayınca düşe dalarım.
Şimdi uykuya gitmek özgürlüğüme gitmem gereken yola o kadar benziyor ki. Kendimi anlamadığım bir şeye vermek, kendimi hiçliğin kıyısına bırakmak demek. Sadece gitmek, tarlada kaybolmuş kör bir kadın gibi. O yaşam denen doğaüstü şey. Tanıdık olsun diye evcilleştirdiğim yaşam. Kendinden geçmek denen o cesur şey, Tanrı’nın tekin olmayan eline uzanmak ve cennet denen o şekilsiz şeye girmek gibi. İstemediğim bir cennet!
Yazarken ve konuşurken biri elimi tutuyormuş gibi yapmak zorunda kalacağım…
-Clarice Lispector-
4. Balıkçıl – Giorgio Bassani
Balıkçıl romanında Bassani, 1947 yılının kışında, sisli bir günde Edgardo Limentani’nin uyanışıyla başlayan bir günü, sinematografik bir dille, en küçük ayrıntıya varıncaya kadar betimleyerek, her hareketini takip ettiği kahramanını bir an olsun yalnız bırakmadan anlatır.
Ferrara’dan Codigoro’ya, oradan Po Nehri’nin bir koluyla yıkanan Volano kentinin eşsiz coğrafyasına kadar uzanan, köylerin ve kentlerin dışında suların üzerinde de yaşam süren bir dünya tasviri belki de Bassani’nin en varoluşçu çalışmasıdır.
Bıçak gibi saplanan bir sancının, yaşamın içinde var olan her şeyi: Bireyi, duyduğu sevgiyi, doğayı ve sahip olduğu şeyleri içine hapseden varoluşsal bir hoşnutsuzluğun romanı olan Balıkçıl, aynı zamanda yazarın son romanıdır ve Giorgio Bassani’ye 1969’da Yılın Kitabı, Campiello Ödülü’nü getirmiştir.
5. Kayıp Ruhlar Kitabı – Özlem Anar
Tanrılarınkiyle, biz fanilerin dünyası arasında pek de fark olmadığını anlatan bir roman.
Özlem Anar, Kayıp Ruhlar Kitabı’nda Antik Yunan Tanrıları’nın yaşadığı dönemlere götürüyor okuru. Tanrılarınkiyle, biz fanilerin dünyası arasında pek de fark olmadığını keyifli bir dille anlatıyor.
“Evren basitti. Sırlarsa adeta insanlar tarafından uyduruluyordu. Günah işlemenin çok elverişli olmasını sağlayan zaaflarının kölesi oldukları için çaresizlik üzerine çaresizlik üretiyorlardı. Suçları büyüdükçe tapınakları da devleşiyordu. Olympos’un bu kadar yükseklerde olmasının sebebi belki buydu.”
6. Kışın İlk Günü – Breece D’J Pancake
Edebiyat dünyasının çok erken kaybettiği Breece D’J Pancake 1979’da, henüz 26 yaşındayken kendini av tüfeğiyle vurarak intihar etmiş ve sadece hayatını değil, büyük ihtimalle çok parlak bir geleceği olan yazarlık kariyerini de sonlandırmıştı. Ölümünden sonra 1983’te yayımlanabilen kitabı edebiyat dünyasının büyük hayranlığını kazandı ve eleştirmenlerce Hemingway, Joyce ve Çehov’la karşılaştırıldı. Daha sonraki yıllarda Breece D’J Pancake çağdaş Amerikan edebiyatı meraklıları arasındaki popülerliğini korudu ve öykülerine çok sayıda antolojide yer verildi.
Pancake öykülerinde memleketi Batı Virginia kırsalını ve bölge insanını usta ve kıvrak bir dille anlatır: Bakımsız çiftlikleri, kapanmaya yüz tutmuş kömür madenlerini, geçmişin söküp atılamayan ağır mirasını, her şeyini kaybedip yine de inatla doğduğu topraklara bağlı kalan madencileri, çiftçileri, kamyon şoförlerini. Bu öyküler yoksulluk ve ümitsizlik kıskacındaki yöre insanının hıncını, tatminsizliğini ve özlemlerini tüm keskinliğiyle resmeder. Pancake derin bir melankoli ve kara bir çaresizlikle kuşatılmış olmalarına rağmen dik durmaya çalışan insanların ozanı.
“Pancake’nin olağanüstü bir anlatı dili var; gözünü budaktan sakınmayan, yalın gerçekliğin sertliğine sahip keskin bir ses bu.”
– Margaret Atwood-
7. Feo ve Kurt – Katherine Rundell
Kurtlar çocuklar gibidir.
Dünyaya uslu durmaya gelmezler.
Feo’nun sıra dışı bir hayatı vardı. O ve annesi, kurt vahşileştiriyorlardı.
Kurt vahşileştiricileri, hayvan terbiyecilerinin tersidir. Evcilleştirilmiş kurtlara yeniden vahşi olmayı, avlanmayı, dövüşmeyi, ulumayı öğretirler. Ve insanlara güvenmemeyi.
Kurtlardan ve kurtları sevenlerden nefret eden General Rakof’un kulübelerine gelişiyle Feo ve annesinin hayatı altüst olur.
Feo, askerlerin götürdüğü annesini kurtarmak için kurtlarıyla birlikte karla kaplı Rus ormanlarını aşmak zorundadır.
Kurtlar güçlü ve korkutucu, ama koca bir orduya kafa tutmak için Feo’ya daha fazlası lazım.
Rakof’un zorbalığına direnen diğer insanlara güvenmeyi öğrenmek, onlarla birlik olmak gibi…
Gökyüzü Çocukları ile hepimizi büyüleyen Katherine Rundell’dan,
neden kitapların okumaya, hayatınsa yaşamaya değer olduğunu yeniden hatırlatan isyan dolu bir roman.
8. Sıfır – Onur Caymaz
Herostratos: Tarihin ilk kundakçısı… İlya: Kızıl Ordu için üretilmiş yaratıklar mangası fikrinden arta kalan tek canlı… İlhami: Foto muhabiri; yedi TİP’linin öldürüldüğü gece çektiği fotoğraflar var elinde. Reşat: Kitap kapağı tasarlamayı bırakmış, reklam ajansında çalışıyor. İki bin yıllık bir gizli örgütün üyesi bu dört adam, İstanbul’u Nazilerden kurtarabilmek için bir araya gelir.
Caymaz, yedi yılda tamamladığı Sıfır’da, bu dört adam üzerinden varlığın, yokluğun ve erkekliğin şiirini yazıyor.
Devreviler, Evren Matbaası, kayıp giden camiler, İkinci Dünya Savaşı’nda Berlin, kiliseler, pasaj içleri, İskenderiye Kütüphanesi, şehrin karanlık tünelleri, Buchenwald Ölüm Kampı, hayalet gemiler, evrenler arası gidip gelen trenler, “küfre yaklaşırken artan iman” ve kendine dönerek kuyruğuna kavuşan yılan…
Okur, bu kapkaranlık kitapta, okuyanın öldüğü El-Azif’e doğru sonsuz yolculuklara çıkarken “insanın yalnızlığı haykırdığında her zaman aşkı haykırdığını” bir daha, bir daha tekrarlayacak.
9. Dilharap – Fatma Fahrünnisa
Dilharap yahut 1890’lar İstanbul’unda seçkin bir ailenin kültürlü ve güzel kızı Mazlume, toplumsal açıdan daha düşük bir aileye görücü usulüyle gelin giderse neler olur?
Romanının kahramanı gibi kendisi de üst düzey bir aileye doğan, Ahmet Vefik Paşa’nın torunu Fatma Fahrünnisa Hanım, 1896 güzünden 1897 ilkbaharına kadar Hanımlara Mahsus Gazete’de tefrika edilen romanında, kendini istemediği ve neden olmadığı bir zoraki evlilik içinde bulan Mazlume’nin bir yandan bir kadın olarak itibarını korurken bir yandan da bu gönül yıkıcı evlilikten kurtulma mücadelesini anlatıyor.
Her şey geride kaldıktan sonra, Mazlume anlatıcıdan kendi hikayesini bir roman haline getirmesini ve böylece bir tür zor evliliklerde sağ kalma rehberi oluşturmayı hedefliyor.
Dilharap, Türkçe edebiyatta iç monolog tekniğini kullanan ilk metinlerden biri.
10. Görünür Karanlık – William Golding
Golding Görünür Karanlık’ta iyi ile kötü arasındaki kadim mücadeleyi, modern çağda terörizm, cinsellik ve azizlere özgü saflığı iç içe geçirdiği bir evrene taşır. 20. yüzyıl İngiliz edebiyatının başyapıtları arasında yerini alan bu benzersiz romanda gerçeklikle yanılsama sıklıkla yer değiştirir. Yapıtın uğruna yaşanacak hiçbir şeyin kalmadığı, bütünüyle anlamdan yoksun ve boş dünyasında, insan doğasının karanlığı türlü kisveye bürünür.
Birleşik Krallık’ın II. Dünya Savaşı sırasında Almanya tarafından bombalandığı dönemde korkunç bir yangından kurtulan Matty gerçekte kimdir? Alevlerden doğmuş, kimliğini arayan, psikotik bozukluktan mustarip bir varlık mıdır; yoksa bir aziz mi? Çocukluktan yetişkinliğe geçişlerini izlediğimiz ruhen yaralı ikizler Sophy ve Toni’yi ise hayattaki seçimleri başka bir yangına götürmektedir. Golding’in çöküşün eşiğinde duran bu dünyanın ezici ve meşum ortamına yerleştirdiği karakterleri bir gaddarlık, dehşet ve gizem kasırgasına kapılmış sürüklenmektedir. İçlerindeki tahripkâr öfkeyle hem birbirlerini hem de kendi kendilerini yıkıma uğratırlar.