“O mavi gözlü bir devdi
Minnacık bir kadın sevdi”
diye başlayan Nâzım Hikmet şiirini çağrıştırır gibi önce. Fakat hikâyenin tamamı iyiye gitmemektedir. Mavi gözlü dev gibi iyi kalpli bir âşık olmadığını görürüz Mavi Sakallı Adam‘ın.
Mavi Sakal, birçok versiyonu olan, eski bir hikâyedir. Clarissa P. Estés, “Kurtlarla Koşan Kadınlar” kitabında, hikâyenin Fransız ve Slav versiyonlarının bir karışımına yer verir. Bu versiyonun, teyzesinin de içlerinde yer aldığı pek çok Macar, Fransız ve Belçikalı kadının 2. Dünya Savaşı sırasında zorla götürüldüğü bir kampta şekillendiğini belirtir.¹ Hikâyede, kadının hayatındaki karanlık adam, ona kanışı, onunla baş etme yolları ve mücadelesi anlatılır.
“Birçok kadın Mavi Sakal masalını harfi harfine yaşamıştır.” der Estés. “Henüz yok ediciler konusunda safdilken evlenen bu kadınlar, hayatlarına yıkım getiren birini seçerler. Bu kişiyi sevgiyle ‘iyileştirme’ye kararlıdırlar. Bir şekilde ‘evcilik oynar’lar. Vakitlerinin büyük bir kısmını, ‘Sakalı aslında o kadar da mavi değil,’ diyerek geçirdikleri söylenebilir.”²
İşte mutsuz birlikteliğine son hızla koşan kadın… Takip eden hayal kırıklığı… Derinlerdeki seziş…
Estés, yorumlarına, psişik koruyucuları gelişmemiş, bilinçte yeterli olgunluğa erişmemiş kadının acı veren ilişkileri sürdürdüğünü, vaatlere kandığını, görünen (ama çoğunlukla geçici) güzelliğe teslim olduğunu -sorgulayamadığını- ekler. Bu doğru mudur?
Teslim olduğumuz, kangren ilişkilerimizi kesemeyip sürdürdüğümüz doğrudur. Hatta bunu neredeyse tam bir bilinçle yaptığımız da söylenebilir.
Çünkü umut diye bir enerji seviyesi var! Çünkü başını dayamak, bazen tüm ağırlığını vermek, teslim olmak, ait olmak diye bir ihtiyaç var!
Aslında hepimiz, başlangıç koşullarını analiz eder ve belli olan noktadan taşı fırlattığımızda nereye düşeceğini kestirebiliriz. Olumluyu da olumsuzu da en yoğun haliyle hissederiz. Bu durumda seçim, bizim bilinçli eylemimizdir. Ne var ki, Estés tam da bu noktada haklıdır. Yeterli olgunluğa erişmemiş bilincin tam kapasite kullanımı bile bizi Mavi Sakallı Adam’dan kurtarmaya yetmez.
Kim daha güzel bir dünya hayal etmez ki? Kim iyi kalpli perilere inanmak istemez? Bundan olacak ki umudun en küçük kırıntısı bile bizi peşinden sürüklemeye yeter. Düşmenin kaçınılmaz olduğunu bildiğimiz durumlarda, devrilmememize ya da kalkıp yeniden başlamamıza yeter. Duymak istediğimiz tek bir cümle inanmamıza yeter. Neden mi? Yalanı görmemek, abartıyı sezmemekten değil. Çünkü inanmak isteriz, çünkü buna ihtiyacımız var! Sürekli bir kendini koruma eyleminden taş kesilmek yerine, kendimizi yumuşak bir hareketle bırakmayı tercih ederiz. Hatta sonunda ölümcül acıların, büyük yıkımların bizi beklediğini parmak uçlarımıza kadar hissetmemize rağmen, bunu yaparken gülümseriz de! Çünkü ne kadar süreceği belli olmayan hayatlarımızda, o bir anlık (belki bazen andan biraz uzunca), bizi sarsacak, titretecek, değiştirecek, dönüştürecek ya da huzur verecek, rahatlatacak duyguyu yakalayacağımızı sezeriz. Kokusunu alırız bunun. Tüm uyarıcılar sadece düşmanı değil, kanacağımız geçici güzelliği de yakalar ve o noktada düşmanı bizzat kendimiz, algılarımız açıkken yok sayar, sileriz. Bu bizim içgüdümüzdür. Ve maalesef içgüdüleri türümüzün, yani kadının en büyük trajesidir…
Derim ki Estés’in öykülerine ve onların altında yatan vahşi kadına kulak verelim. İhtiyacımız olan derinlik ve daha az trajedi için…
¹ Clarissa P. Estés, Kurtlarla Koşan Kadınlar, Vahşi Kadın Arketipine Dair Mit ve Öyküler (Ayrinti Yayinlari, 9. Basim, Sy:52); orijinal adı “Women Who Run With the Wolves”
² Clarissa P. Estés, Kurtlarla Koşan Kadınlar, Vahşi Kadın Arketipine Dair Mit ve Öyküler (Ayrinti Yayinlari, 9. Basim, Sy:63)
- Clarissa P. Estés, Kurtlarla Koşan Kadınlar, Vahşi Kadın Arketipine Dair Mit ve Öyküler
- Ayrıntı Yayınları
- 544 Sayfa
- Çeviri: Hakan Atalay