Tezer Özlü’yü Çocukluğun Soğuk Geceleri kitabıyla tanıdım. Hepi topu 58 sayfalık bir roman. Romanı bir solukta, elimden bırakamadan okudum, diyemeyeceğim. Çünkü romanı okumak günlerimi aldı. Bunun nedeni, Tezer Özlü ile daha kitabın ilk sayfalarında kurduğum bağ oldu. Mesela şöyle iki cümle var: “Kış şabahları kasabanın dışındaki okula giden yolda, tipiden yüzlerimizi öne eğerek ilerliyoruz. Ellerim soğuktan çatlamış, kanıyor.” Bu cümleler birçok okur için önemsiz olabilir ama beni bir orman köyünün sert kışına götürüp üşüttü, hüzünlendirdi ve de Tezer’le bir bağ kurmama vesile oldu. Sayfalar ilerledikçe, tabii bu ilerleme başta da söylediğim gibi öyle su gibi olmadı, durup üzerine uzun uzun düşündüğüm ve beni bir anıdan bir anıya, bir düşünceden bir düşünceye götüren, zihnimde şimşekler çakıverip bana yeni düşünceler armağan eden birçok cümle oldu.
Kuşkusuz bir kitap her okuruyla aynı bağı kurmaz. Birinin önemsiz bulduğu bir cümle bir başkasının ruhunda depremler yaratabilir. Sanırım bir kitabın zamana meydan okumasının bir nedeni de okunduğu her dönemde okuruyla kurduğu bağdır ve o bağlar ne kadar güçlüyse o kadar kök salıp, gelişip serpiliyor ve yeni yeni okurlar kazandırıyor kitaba.
Çocukluğun Soğuk Geceleri ile öyle bir bağ kurdum ki sanki kitabı okumadım da yazarıyla oturmuş sohbet ediyorduk. Tezer Özlü anlatıyordu, ben hayranlıkla, şaşkınlıkla, dikkatim dağılmasın diye hiç kımıldamadan dinliyordum. Yalnız, kitaba notlar düşerken, satırların altını çizerken kitabı okuduğumu fark ediyordum ve Tezer çoktan çekip gitmiş oluyordu.
Tezer Özlü ile ‘muhabbetimizden’ aldığım notları aşağıya bırakıyorum sevgili okur!
1
Kış sabahları kasabanın dışındaki okula giden yolda, tipiden yüzlerimizi öne eğerek ilerliyoruz. Ellerim soğuktan çatlamış, kanıyor.
2
Tanrının var olmayacağına inandığım geceye dek, ona hepimiz için uzun uzun yakarıyorum. Artık yakarmaya gerek kalmadı. İstediğimi düşünebilirim.
3
Babamla annem arasında hiçbir sıcaklık, hiçbir sevgi yok gibi. Annem onu erkek olarak hiç sevmediğini her davranışıyla belli ediyor. Bütün küçük burjuvalar gibi sorumlulukların zorunluluğu ile bağlılar birbirlerine. Her sabah ve her gece öylesine sevgisiz ki.
4
Ölüm düşüncesi izliyor beni. Gece gündüz kendimi öldürmeyi düşünüyorum. Bunun belirli bir nedeni yok. Yaşansa da olur, yaşanmasa da. Bir kaygı yalnız. Beni, kendimi öldürmeyi denemeye iten bir kaygı.
5
Hiç düşündünüz mü? Ölen bir insanı gerçekten bir kez daha görebilir misiniz? Ölen bir okula gidebilir misiniz? Ölen bir evde uyuyabilir misiniz? O yıllar öldü. O yılları bize öldürecek içinde yaşattılar.
6
Bir şeylere açılmak, bir yerlere koşmak, dünyayı kavramak istiyorum. Dünyanın bize yaşatılandan, öğretilenden daha başka olduğunu seziyorum.
7
Öylesi dostluklar vardır. O dostla konuşmak, o dostla yolda yürümek, bir lokantada yemek yemek, o dostla yatmak. O dosttan gizlenecek, o dosttan saklanacak, o dostla paylaşılmayacak hiçbir olgu yoktur. Ne bir cinsel boşalma, ne de cinsel organ.
8
Uzun, ıslak, nemli, soğuk, gri yıllar. Erken bastıran karanlık günler. Tanınmasına izin verilmeyen erkek gövdesinin özlemi ile geçen geceler.
9
Birbirini sevmeyen, sevişmeyen anne-babalar. Tanrısı ile evlenen rahibeler. Kanımıza işletilen aile bağları. Kanımıza işletilen vatan sevgisi, vatan. Kanımıza işletilen vatan, vatan, vatan…
10
Bu büyük Avrupa kentlerinde kapı çalınıp bir arkadaşın gelmesi olanaksız. Herkes günlük yaşam, çalışma, kahveler ve lokantalardan sonra derin yalnızlığa gömülmeye alışmış.
11
Ben büyük bir erkek-kadın ayrımı yapmıyorum. Önemli olan yanındaki insanın sıcaklığı ile kendi bedenini birleştirmek, ikisinin kaynaşması.
12
Geceler çok erken gelir hastanelere. Ama bitmek bilmez. Gün doğmak bilmez.
13
Beş yıl süreyle yaşadığım acıları iki saatlik bir filmde (Guguk Kuşu, h.ö.) görüyorum. Ben de hastanelerde hastalara oradan kurtulmanın yollarını göstermeye çabalamış, onlara bu dönemlerin geçici olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Hangileri kurtuldu bilmiyorum.
14
Hastalar ancak günlük yaşam içinde, yakınları arasında, davranışlarına hasta denilmeyen insanlar arasında iyi edilebilirler. Çünkü sinir hastalığı da bulaşıcı bir şey. Hem öyle mikrop almakla değil, bir insanın mutsuzluğunu derinden algılamakla bile geçebilir. O zaman gücün varsa kurtar kendini. Ne ilaç, ne şok. Hastalık ile sağlık arasındaki bağ o denli zayıf ki, bir şizofrenin otuz yıllık solgunluğunu, zayıflığını, iştahsızlığını, çürümüş dişlerini ve zamanı yitirmişliğini yakından duymak, şizofreni kokusunu koklamak bile hasta edebilir insanı.
15
Karanlık, uzun geceler vardır. Kapalı gözlerle uzandığım. Birkaç saatin bana ait olduğu karanlıklar.
16
Üç dört yaşımdan beri bir erkeğe gereksinim duyuyorum ve artık yanımda bir erkek olmadan uyuyamıyorum. Bu adamla yatınca eksiksiz bir boşalma duyuyorum, ama sonunda salt bir boşluk. Bir anda karamsarlığa düşüyor, mutsuzlukla baş başa kalıyorum. Sevişme yolculuğu, coşkusu, ölüm isteği ile bitiyor. Bunun için ondan kaçmalıyım. Ama ailemle de kalamam ki.
17
Neden dost olmadan, erkek-kadın, karı-koca olmaya çabalıyoruz? Yirmi yaşlarının başındaki insanlar böyle mi olmalı? Sevişmek için ilkin nikâh imzası mı atılmalı? Ya da yalnız kalıp yıllar yılı erkek-kadın özlemi ile kendi kendilerine mi boşalmalılar?
18
Onunla birlikte hiçbir şeyim ölmedi. İnsan ölümünü kendi kendine ölüyor.
19
Yaşam, mutlak tutkularda dolu. Yaşamı sevmekle birlikte ölüme alışmak da büyüyor, gelişiyor. Güzellikler kazanıyor. Bu sevgiyi nasıl rahatlıkla uğurluyorsam, yaşamı da o denli rahat denli güzel uğurlamalı. Sevgilerimi doyumla devretmeliyim. Esintilerin yumuşaklığı, Akdeniz yağmurunun yoğunluğu gibi.
20
İki insanın birleşmesindeki sonsuzluk, özü olmalı insan yaşamının. Özü olmalı güneşin. Özü olmalı sevişmeyi duyan ve duyuran gücün. Bizi saran sıcaklığın. Soğuyan gecelerin. Ve geceleri gökyüzünü bürüyen yıldızların. […]. İki insanın sarılarak geçirdiği bu sarsıntı özü olmalı evrenin. Sonsuza dek varan, var eden, yaşatan, yaşamı ileri çağlara doğru devreden bu birleşme…
Not: Bu yazı daha önce Oggito’da yayınlanmıştır. Ne Okuyorum?’un kıymetli okurlarıyla da paylaşmak istedim.