Yıllardır insanların diline pelesenk olmuş sorular vardır: Anneni mi daha çok seviyorsun, babanı mı? Büyüyünce ne olacaksın? Annene mi çektin babana mı? Alın yazısı anneye çeker derler, doğru mu?
Aklıma geldikçe geliyor. Çünkü her birimiz bu sorulardan birinde gerçekten hangisini seçeriz diye düşündük, biliyorum. Peki ya şu soruya hâlâ cevap bulabildik mi? Büyüten mi annedir, doğuran mı? İşte bu soru o kadar zor bir soru ki, Lisa Ko üzerine bir kitap yazmış ve sadece anneliği değil, hayat boyunca karşımıza çıkacak olan yolların kıvrımlarından tutun da kararlarımızı etkileme gücüne kadar ele almış bu kitapta.
Lisa Ko’nun kaleme aldığı Terk Edenler, Rabia Elif Özcan’ın çevirisiyle Timaş Yayınları‘ndan çıktı. Kitaba ilk başladığımda sayfaları çevirdikçe
daha çok sayfalarla değil de derin bir kuyuyla karşılaşıyor gibi hissettim. İlerledikçe derinleşiyor, okudukça siyahlaşıyordu görüntü. İçine düştüm mü, düştüysem şu an çıkabildim mi, emin değilim. Fakat bu derin kuyunun içine düşecek olan insanlara söylemek istediğim bir şey var: Biz yaşadığımız hayatla zaten bu deliğin içindeymişiz. Merak etmeyin, her şey tanıdık.
İnsan kendi hayatını yaşarken çevresindeki hayatlara o kadar yabancıdır ki, zanneder ki savaş yok, kavga yok, annesizlik yok, babasızlık hiç yok, ayrım, ezilmek, hastalık, yok bile yok… Hayat güzel; belki biraz rutine dönmüştür ama hayat işte… Yatıyorsun, kalkıyorsun, yemek yiyorsun, belki seviyorsun da ama mutlaka seviliyorsun. Mutsuzluk mu, o da ne? Anneler ve babalar hep gözümüzün en özel köşesinde, bize hep bakıyor.
“Korkarım rüya görüyorsunuz. Bu dünya sadece mutsuzluktan ibaret. Uyanın!” diyor kitap. Ben onun yalancısıyım. Daha bir çok yalan söyleyeceğim az sonra, inanmak isteyen yürüdüğü yolun farkına varacaktır; eminim.
Deming, acıların içine doğan ve bunu seçme hakkının kendisinde olmayan beş buçuk yaşında bir çocuk olarak karşımızdadır. Babası nerede bilmez fakat annesi yanındadır. Biraz yabancıdır annesine, genelde suskundur. Michael yanında oldukça eğlenceli olduğu ortaya çıkar. Michael, annesinin sevgilisinin kız kardeşinin oğludur. Aralarında hiçbir bağ yoktur, fakat
onu kardeşi gibi sever. Başlarda düğüm düğüm sizi bekleyen olaylar ile karşılaşırsınız ve sizde sanki o düğümleri okumuyor da yutuyormuşsunuz gibi bir his bırakır. Göğsünüzde hissedersiniz, yutkunursunuz geçmez. Yuttuğunuz an Deming’in annesi tarafından terk edilmesidir. Tebrikler, bir yumruyu midenize indirdiniz. Bakalım sindirebilecek misiniz?
Polly ya da gençliğindeki ismi Peilan, bir vücutta iki insan gibi. Küçüklüğünde başarılı, girişimci ve köyde birlikte yaşadığı Yi Ba(babası)’sının kadınlar hakkındaki düşüncelerine rağmen bu hayatta isterse her şeyi yapacağını inanan bir insanken, şehirde bir fabrikada işe girmek isteyip köydeki tüm genç kadınlara “neden yapamayacakmışız?” diyen ve her erkekten fazla kazanıp babasına gönderirken, kız arkadaşlarının genç kadın olma heyecanlarını ilişkilerine harcadıklarını fark eder. Dayanamaz, sanki yapmasa kendisi bir kadın olamaz ya da sohbete dahil olamaz zanneder ve köyün delikanlısıyla ilişkisi sonucu hamile kalır. Babasına söyleyemez çünkü onun bıçak gibi sözleri insanı öldürmez de daha beter yapar. Kendini New York’a gizlice giderken bulur. Peilan işte o anda kabuklarını atar, Polly oluverir. Yer yataklarında yatar, tekstil fabrikasında saatlerce çalışır, karnı büyür ve çirkinleştiğini hisseder. Onu almak ister içinden ama dayanamaz. Ona kordondan daha büyük bir iple bağlıdır artık. Deming’i doğurduktan sonra her şey daha da kötüleşir. Hayatta kadından daha zor bir şey varsa o da yalnız ve çocuklu bir kadındır dünyaya göre.
Deming’i işlere gizlice yanında götürür ama işten kovulur. Kendi bakmak ister çocuğuna fakat borçları boyunu aşmaktadır. Yeniden etrafındaki kadınların düşüncelerine yenik düşer ve babasına her şeyi itiraf ederek oğluna bakmasını ister. Polly, Peilan gücüne kavuşur bu sayede. Bir düzen kurup oğlunu yanına alacaktır yeniden. Fakat gönderdiği oğlu ile geri gelen oğlu arasında yitip giden sadece seneler değildir. Oğlu annesine alışamamıştır bir türlü.
Leon, Polly’nin sevgilisi ve kaslı kollarına, geniş omuzlarına rağmen incecik ve yumuşak bir yüreğe sahip genç adamdır. Deming’i çok sever ve onunla her zaman eğlenmenin bir yolunu bulur.
“Eğer büyüdüğünde kime benzeyeceğini seçebilseydi Leon gibi biri olmak isterdi veya metro istasyonunda parmakları enstrümanın üzerinde dans ederken, göğsü inip kalktıkça gövdesini mor, turuncu, ışıklarla dolduran, etrafı insanlarla çevrili saksafoncu adam gibi. Ah, öyle sevilebilmek!…”
New York’a gizlice gelmiş olan Polly, içten içe polislerden korkarak yürümeye başlar. Bir gün buralarda yakalanıp sürgün edilmekten ve Deming’i sonsuza dek kaybetmekten çok korkar. Bizde şöyle bir laf vardır: “Eğer içinden kötü bir düşünce geçerse, tekrar edip durma.” Yoksa olur. Polly, her zamanki gibi güzellik merkezinde tırnak boyama ve pedikür işlemleri yaptığı işine gider. Fakat her zamankinden farklı bir gün olur. İhbar üzerine güzellik merkezini polisler basar. Tırnaklarını temizlemeye değil insan temizlemeye…
Kitabın bu sahneden sonrasında Polly’nin rolü biter ve Deming’in saf acısı eşlik eder bize. Terk edilmişlik, hem de yeniden terk edilmişliktir bu. Annesini küçükken de istemeyip dedesine göndermiştir onu çünkü ona göre. Şimdi annesi yeniden sıkılmıştır ondan, kendine yeni bir hayat kurmaya gitmiştir. İyi ki Leon yanındadır. Annesinden daha cesurdur o, bakın gitmedi çünkü. Bir sabah ah, Leon da yoktur. Nerede peki? Eminim saklanıyordur. Ta Çin’e kadar saklanmıştır hem de. Halbuki bir koltuk arkasında da bulunmak istemese, Deming bulamamış gibi yapardı onun için. Nasıl bir saklambaç oyunuydu bu?
Leon’un kız kardeşi Vivian, Michael ve Deming’le yalnız kaldığında canına tak eder, Deming’i alır ve evlat edinilmesi için evlat edinme bürosuna bırakır. İkinci yumruyu da mideye gönderdiniz!
Bir güne kalmadan Çinli çocuk Deming Ridgeborough’dan gelen öğretim üyesi Peter ve Kay‘in oğlu olmuştur. Deming kabuklarını orada kırmaya başlar ve Daniel’e dönüşüverir. Deming’in içindeki suskun, anne ve babaya sahip ikinci ruhu. Evlat edinen bedeni ve evlat edilinememiş düşünceleri, kalbi ve duyguları ile yeni evine yol alır Deming.
“Eski bir fen bilgisi ders kitabında okumuştu- günün birinde insanlar ayın üzerinde yürüyebilecekti, gerçeğinden çeyrek yıl sonra- insanlar vücutlarında yıllarca tümör ve zararsız kist taşıyacak, bu kistlerden diş ve saç hatta tırnak çıkabilecekti. Kişi, hiç haberi olmadan bu yaratığı içinde barındıracaktı. Saç yumağından oluşan ikiz bir canavar. Her insanda olduğu gibi Deming’in içinde pek çok şey büyüyor olabilirdi. Annesini taşıyordu; Leon’u, Michael’i, Vivian’ı ve şehri. Birkaç saç tutamına dürülmüş bir tırnak makası ve kayıp bir diş… Gizli tümörler koleksiyonu.”
Tıpkı annesi gibi başka birine dönüşse de eskiden olduğu kişiyi de içinde yaşatır Daniel. Yeni bir okul, kendisinden çok farklı insanlar, büyük bir ev, hiç çocuk sahibi olmamış Peter ve Kay’in lüzumsuz kuralları, hayatına evlat edinilerek giren arkadaşı Angel, okuldan tek arkadaşı Roland, Peter sayesinde tanıştığı Jimi Hendrix şarkıları, renkler, gitarlar, yeşillikler, annesinin ve kendisini bir anda bırakan Vivian ile Leon’un bir gün gelip onu bu hayattan kurtaracağını düşünerek mutluymuş gibi davranarak yaşamaya çalıştığı yeni hayatı… Annesinin kendisiyle olan tek bağı, Vivian’ın odasında bulduğu annesinin ceketinin mavi düğmesidir. Yatağının altında her akşam onun başını okşuyordur.
Ta ki Peter ve Kay evde yokken evrakları karıştırıp annesine ulaşılabilecek bir adres, telefon veya herhangi bir bilgi bulma umuduyla bulduğu “evlat edinme” ve Vivian’ın “sonsuz evlat edinme belgesi”ni imzaladığı kağıtları bulana kadar hayat bir şekilde gider. Fakat o günden sonra annesinin mavi düğmesi bile onu yatıştıramaz. O kimsenin istemediği bir çocuk olmuştur artık kendi gözünde. Oynadığı oyunda yenilmiştir. Kimse onu almaya gelmeyecektir. Aksine sonsuz denilen bir süre boyunca. Sonsuz kaç ay ederdi?
“Her zaman hazırlıklı ol, derdi annesi.Kendin alabileceğin şeyleri sana vermeleri için asla başkalarına güvenme.”
O gün ilk özel eşyası olan doğum günü hediyesi bilgisayarında arama yaptığı ilk kelimelerdir: evlat, evlat edinme. Annesini dinlemişti ve ona kavuşabilmek için kendi başına uğraşmıştı. Ama bulabildiği sadece daha da uzaklaşan bir mesafeydi. Belki de her şey kopup yitmişti.
“Deming büyük bir çocuktu ve büyük çocuklar öyle kolay incinmezdi.”
Artık anlamıştır annesi onu bırakıp gitmiş ve aramaya tenezzül bile etmemiştir. Vivian onu istememiştir ve Leon da kimdir? Gerçek babalar evlatlarını bırakıp gitmez hiç. Kendisini müziğe verir, dersleri bırakır ve gitar çalmayı öğrenip kendine bir sığınak hazırlar.
“Bir şarkı eşliğinde boş sokaklar ve yüksek ağaçlar Deming’e gülünç geliyordu. O halde kendini terk edilmiş bir çocuktansa kahraman gibi hissediyordu ve Ridgeborough Gezegeni havada uçuyordu. Platin çiçekler, salınan çizgilere ve dans eden üçgenlere dönüşüyordu; elektrik mavisi davullar, üzerinde yapışkan, turuncu bir gitar olan, çikolatadan bir bas çizgisiyle aynı anda çalıyordu. Turkuaz renkli volkanlar kalın, yağlı bir buzla çırpılıyordu.”
Yıllar akıp giderken, kitapta dikkatimi çeken iki konu başlığına da dikkat çekmek isterim. İlki betimlemeler. Çoğunlukla renklerden yola çıkarak kurulmuş betimlemeler ve hayatta görüp bazen başımızı çevirdiğimiz bu renklerin aslında bizi, eylemleri ne kadar çok etkilediğini anlatıyor. Bir şarkının çimen yeşili gibi olması ne kadar güzel olduğunu ifade etmeye yetiyor Daniel için. Yeniden bir hayat kurmanın heyecanı ve gücünün altın renginde olması, bakır rengi geçmişin artık geride kalmış olması ya da. İtiraf ediyorum bundan çok etkilendim, tıpkı dalgaların maviliğini kayalara vururken yitirmesi gibi ani bir değişim sardı içimi. Bir göz daha edindim belki de; renk gözü.
İkincisi ise, kadınların hayatta sadece evde duran, yemek yapan mahluklar olmadığını ince ince bize anlatması idi. Son zamanlarda yaşadıklarımız, yumrukları yukarıda ve güçleri kalplerinde olan kadınlara destek amacıyla elindeki kalemlerle yürünebilecek mor renkte bir yol çiziyor Lisa Ko.
“Doğru” dedi Kay gülerek. “Bizim isteklerimiz yok. Bizden çocuk bakımıyla ilgili tüm işleri üstlenmemiz, sonra yemek yapmamız, işe gitmemiz, öğretmemiz, araştırma yapmamız, kendi kitabımızı yazmamız bekleniyor. Kocalarımızı desteklememiz gerekiyor; onlara iyi bakıldığını temin etmeliyiz, böylece onlar da o çok önemli işlerini halledebilsinler.”
Bu duruma bir örnek de Peilan’ın Yi Ba’sının kadınları erkeklerden aşağı gören düşünceleridir. Yi Ba kadınları her zaman haksız görmüştür, hafızamızda ne kadar kötü kelime varsa hepsi kadınlarının adının altına yazılmalıdır ve ortamda bir kadın var ise amanın kaçın, tehlike oradadır. Bu düşünceleri Peilan’a da aktarmaya çalışmıştır. Peilan ise dinlememiştir.
“Yi Ba, bir kadının başına gelen her kötü şeyin sorumlusu, yine o kadındır derdi. Bu beni deli ediyordu. Eğer kadın evli değilse, çirkin veya bencil olduğu içindi. Eğer bir kadın, kocasına bağlıysa aşırı duygusal ve umutsuz olduğu içindi. Eğer bir kadının kocası, başka bir kızla görüşüyorsa onu bu duruma sürükleyen, yine kendi karısıydı; kendilerinden faydalanılmasına izin vermekse hem kadının hem de metresin suçuydu.”
Ne yazık ki bu düşüncelerin geçtiği bir çok insan evladı da aramızda dolaşmaktadır. Fakat yapmamız gereken Peilan gibi dik durup kendimizi kadın olduğumuz için iyi hissetmek ve istediklerimizi yapmaya devam etmektir.
“Yi Ba yalnızca erkeklerin istedikleri her şeyi yapabileceğini düşünüyordu. Oysa yanılmıştı. Ayaklarımı yere basarak okyanusta durdum. Ne kadar ileri gittiğime hayret etmiştim. İki ay sonra seni dünyaya getirdiğimde tamamlanmış hissedecektim, tüm erkeklerden daha kuvvetli.”
Bazı boşlukları doldurmanıza izin veren Lisa Ko, Deming’i anlatırken üçüncü tekil şahıs kullanmış fakat Polly ipi eline aldığında karşısında Deming varmış gibi konuşmaya başlamıştır. İşte o zaman annesini kaybeden sizsiniz, başka bir ailede Daniel olarak yaşamaya çalışan, yıllar sonra Michael’den gelen e-posta ile annesinin ölmediğini anlayıp peşine düşen sizdiniz, oku diye direten üvey ailesinin karşısında elinde gitarıyla durmaya çalışan da siz. İçinizde “Merhaba ben Deming, acılar içine doğdum. Annem nerede?” diyen o sesi duydunuz mu? Üçüncü yumruyu da yutmuş oldunuz.
Annesinin peşine ilk düştüğü zamanlarda istediği tek şey kendisini bulmaktı Daniel’in. Müzik mi yoksa eğitim mi diye düşünürken, annem mi üvey ailem mi diye düşündüğünü de fark eder. Annesini bulduğunda eğer istediği bunca yaşantıya rağmen öz annesiyse, yolu da bunca zorluğa rağmen müziğiydi. Annesini ararken yıllar sonra Michael’ı, onu bırakıp gittiği için suçladığı Vivian ve eşini, Leon ve kurduğu yeni ailesini de bulur. Yollar yavaş yavaş uzar ve kendisini annesinin yanında bulur.
“Annesi Daniel’in elini tuttu; öyle sıkı kavradı ki Daniel neredeyse geri çekecekti. Ancak annesinin elini tutmaya devam etti, onunkilerin arasına yerleşti. Kay yanaklarından öpüp onu ne çok sevdiğini söylerken aynı şekilde karşılık vermesi gerekiyormuş gibi nasıl da kapana sıkışmış hissederdi. Oysa şimdi öyle hissetmiyordu.”
Sahneden polisler ile çıkan Polly, yeniden girdiğinde yaşadıkları ağırlaşmış, yeniden bir yaşam kurmasına rağmen geceleri artık rahat uyuyamayan geçmişin pençeleriyle yatağa giren biri oluvermiştir. Daniel, Deming olduğunu hatırlamış ve geçmişteki fakir ama huzurlu anlarını anımsayıp annesini suçladığı her dakikayı yaşamış ve birebir hissettirmiştir. Peter ve Kay uçurumun kıyısında bir çiçeğe tutulmuş ve acaba kopmasına izin mi vermiştir?
“Yanlış yapan herkes kendi doğrusunda ısrar ediyordu. Bu, onların sessiz anlaşmasıydı; ailelerin, çocuklarına söylediği gibi- eğer birbirimizinden ayrılırsak başladığımız yerde buluşalım.”
Hiçbir şeyi öğrenmediğim noktaya geri dönüyorum şimdi. New York’tayım. Beş buçuk yaşındayım. Adım Deming. Affetmek ne demek bilmiyorum, çok ağır bir dersten sonra öğreneceğim. Müzik ne henüz tanışmadım ama tabağa çatalla vurmayı seviyorum. Bir annem var ama birden fazla da olabilir mi diye düşünüyorum. Bazen ekşi ter kokuyorum, babam da öyle mi kokardı? Büyüyünce kendim ne istersem onu olmak istiyorum. Öğrenmek beni sıkıyor, keşke hep oyun oynasak Michael ile. Yakında çok acı çekeceğim, içimde bir şeyler kopacak. Bir boşluktan kendimi bırakmışım gibi sırt üstü yere düşmeye hazırlanırken nereden düştüğümü bile göremiyorum. Elimi uzatıyorum, bir karanlık tutuyor elimi. İnsan bir kişidir, insanın evi bir tanedir ve anneler çocuklarını hiç bırakmaz. Ben öyle biliyorum. Yakında her bildiğimi bir bir unutacağım. Bu dünyada mutsuzluğun, acının olduğunu öğreneceğim. Öğrenmek beni sıkıyor demiştim. Bu sefer sıkıldığımı kemiklerimde hissedeceğim.
“Darmadağın halde olduğunu biliyorum, ama çok yakında bitecek.”
Deming’in tutunduğunuz hangi yönünden düşeceksiniz bilmiyorum, bildiğim tek şey uçmak için bir yüksekliğe çıkmanıza gerek olmadığı. Lisa Ko, size uçmayı ve düşmeyi yaşatacaktır.
İyi uçuşlar!