~ Ece Temelkuran
Everest Yayınları
480 s.
İstanbul, 2013
“Başka kadınların çaresizliklerine öfkelenen kadınlar muhakkak kendi çaresizliklerine öfkeleniyorlardır.”
Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da geçen 4 kadınlık yol hikâyesi…
“Sen de biliyorsum ey gezgin! Gemiye binersin, çünkü gitmekten başka gidilecek yer yoktur.”
Dünyanın tüm her yerinde bir şekilde hayatlarıyla baş edebilen kadınlar sıra kalplerine geldiklerinde bu işi nedense kıvrak bir şekilde üstesinden gelemiyorlar. Bu kitabı okudukça içimizde kendinizi buldukça ve sizinle konuşurcasına tavsiyeler veren bu kitap başucu kitaplarımdan biri oldu. Çünkü öyle anlar geliyor ki her zaman güçlü uyanamıyoruz ama bu kitapta öyle altı çizili cümleler var ki size sabah sabah terapi verecek güçte.
Videoda da olduğu gibi bağımsız ve sırlarla dolu 4 kadının bir otelde kaderlerinin kesişmesiyle başlıyor her şey. Ah bu 4 kadın hem birbirlerinden oldukça farklı hem de aynı kaderi yaşamalarıyla bir araya gelecek kadar yorgun.
Temelkuran bir röportajında neden Ortadoğu’yu seçtiğini şu şekilde anlatıyor: “Benim oraları yazmamın nedeni Türkiye’ye çok yakın olduğu için. Türkiye ile ilgili çok duygum var. Türkiye ile ilgili yazmak çok zor benim için. Ama Ortadoğu üzerinden Türkiye’yi anlatmak çok daha kolay. Bir de kendimi daha az deli hissediyorum orada herkes deli olduğu için.” diyor ve gülümsüyor. Eğer herkesin orada deli olduğu cümlesine takıldıysanız, eh kitabı okuyunca anlayacaksınız.
“Yok artık bu kadarı da olmaz, nasıl denk geldi ya!” dediğiniz çok yer oluyor ama aklınıza her seferinde kitabın taa en başında “Birazdan anlatacağım tuhaf olaylar aynen anlatacağım şekilde cereyan etti. Umarım olanlara benim bile inanmakta zorlanmam sizi etkilemez.” diye uyarısı kulaklarınızda çınlıyor.
Bu 4 kadın öyle kadınlar ki “Aa! Demek öyleymiş ondan böyle davranıyormuş.’ diye düşünüp taşları yerine oturttuğunuzu düşündüğünüz anda aslında yine bu olaylar altında farklı sırların da yattığını sayfalar ilerledikçe anlıyorsunuz. Sürekli düşmeyen bir tempoda ilerleyen kitap, sizi yormaktan çok sizi dinç tutuyor.
“Anlayacaksınız ki hayat sizin nefesinizde. Başka hiçbir yerde, hiçbir şeyde değil. Hayatı siz kuracaksınız. Nefesinizi üfleyeceksiniz… Hayat… Nefesinizin yettiği kadar.”
Kitabın karakterlerine gelirsek eğer Türkiye’de çok zor zamanlar geçiren ve işinden istifa etmiş bir kadın gazetecinin dilinden anlatılıyor. Bol içkili bol kahveli geçen bu masalsı yol hikayesinde Mısırlı Maryam ve Tunuslu Amira bir de Madam Lila bizlere eşlik edecek. Gerçi biz onlara eşlik edeceğiz desek daha doğru olur. Kuzey Afrika topraklarında(çöllerinde) o yakan güneşin altında biz de onlarla debelenip durduk.
Maryam devrimci bir akademisyen. Olaylar zamanında Tahrir meydanında canı pahasına direnen bir devrimci. Devrim amacına tam olarak ulaşamayınca kızıp yollara vuran sırlarla dolu, yerine göre erkeksi bir tavır takınabilen bir kadın.
“Dans edemeyeceksem devrimi ne yapayım ben!” sözleriyle daha iyi anlayabileceğimiz Amira, devrimci bir aktivist. Hem de dansöz. Bu birbirinden bağımsız farklı özellikler Amira’yı, etrafından hep hor görülen olmasına neden olmuş, aşkı yüzünden yollara düşen bir kadın.
Ve sıra geldi Madam Lila’ya. Kitap boyunca o kadar çok farklı isimle yaklaşılıyor ki siz de şaşıp kalıyorsunuz bu muhteşem kadına. Bu öyle bir Madam ki sözleriyle akıllara bir unutuş masalını getiriyor. Bu masal Unutuş Nehrinin olduğu yerde kurulan bir şehre dayanıyor. Bu nehre herkes sadece bir kere girebiliyormuş ve nehre girdiklerinde her şeyi unutuyorlarmış ki kendilerini hatırlayabilsinler.
“Siz birbirinizden başka evi olmayan ruhlarsınız. Döndüğümüzde her şey değişmiş olacak. Şimdi sınırı geçtiğimize göre kendinizi ölmüş sayabilir, böylece artık yaşayabilirsiniz. Artık gönül rahatlığıyla kaybolabilirsiniz.” sözleriyle akıllara bu masalı getiren Thirina(aşk) yani Madam güçlü ama bir o kadarda yaşadıklarıyla “Evet, ben senin geçtiğin yollardan geçtim!” izlenimini veren bir kılavuz. Evet, sadece kılavuz, çünkü kendisi de “ben sizi merhametle saracak anneniz değilim eğer isteseydim kendim çocuk yapardım.” söylemiyle altını çizmektedir.
“Kadınlar, erkekleri de üfleyerek var ederler. Bir erkek, bir kadının nefesi kadardır; başka hiçbir şey değildir.”
Bu güçlü kadının kalbini kıran bir adam ve bu adamı öldürmek için yola dökülen kadınlar…
Evet bu romanda kadın karakterler ağır basmakta ve bu yüzden kadınlara özgü bir roman olarak görülebilir. Lakin gerek Muhammet’in mektuplarında gerek Madam Lila’nın duasal şiirsellikteki söylemlerinde kadınların nasıl sevileceğine, kadınlara nasıl yaklaşılması gerektiğine dair notlar bırakmakta okura. Bir erkek okuyucu da bir kadın okuyucu kadar zevk alıp kendi bakış açısını bir kadın kadar değiştirebilir.
“Aslında herkes birisini öldürmek istiyor. Ya fiziksel anlamda ya da manevi anlamda.” diyen Temelkuran, hepimizin içine yerleşen ama dışa vuramadığımız duygularımızı su yüzüne çıkarıyor. Hem de öyle güzel çıkarıyor ki “iyi ki” diyorsunuz. “İyi ki böyle güzel insanlar var!”