2018 yılının son yeni çıkan kitaplar listesiyle karşınızdayız.
Kasım ayının ortalıyla Aralık ayının başlarında raflardaki yerini almış olan kitaplardan oluşturduğumuz seçkimizde yine yerli ve dünya edebiyatının dikkate değer eserlerini sizlere sunmaya çalıştık.
20 kitaptan oluşan listemizi beğenilerinize sunuyoruz:
1. Carmilla – Sheridan Le Fanu
Sheridan Le Fanu (1814-1873): İrlanda edebiyatının en değerli isimlerindendir. Hukuk eğitimi almasına rağmen gazetecilik, yazarlık ve dergi editörlüğü yapmıştır. Çocukluğundan itibaren ilgisini çeken demonoloji, gizemli sanatlar ve folklora dair kitaplardan etkilenmiş, bu ilgisini İrlanda masallarının doğaüstü unsurlarıyla harmanlayarak İngilizce yazılmış en güzel hayalet hikâyelerinden bazılarını yaratmıştır. TheCockandAnchor, UncleSilas, Wylder’sHand gibi ünlü romanlarının yanı sıra dehşet ve doğaüstü unsurlar içeren hikâyeleriyle başta James Joyce olmak üzere pek çok yazarı etkilemiştir. Carmilla, Sheridan Le Fanu’nun en iyi bilinen hikâyelerinden ve vampir edebiyatının öncülerindendir. BramStoker’ınDracula’sından yirmi altı yıl önce yazılmış ve türün başlıca esin kaynaklarından biri olmuştur. Bu tür içerisinde bir kadın vampir karakteri içermesi bakımından ayrıca ilgi çekicidir. Vampir mitinin günümüze dek gelmesine vesile olan bu klasik metin pek çok kez sinema ve televizyona da uyarlanmıştır.
2. Sıcak Sularda Buzdan Bir Yelkenli – Muzaffer Buyrukçu
Muzaffer Buyrukçu’nun edebiyatımızdaki yerini tam olarak ortaya koyan öykülerinden Sıcak Sularda Buzdan Bir Yelkenli…
Memleketin Özallı yıllarında, küçük bir burjuva ailesinin evindeyiz. Ömer ve Birsen çiftine ‘’çat kapı’’ misafirliğe gelen akrabalar ve küçük yaşamların içine sıkışmış büyük hesaplaşmalar! Sahte gülüşler, ilk dokunuşta akan irinler! Muzaffer Buyrukçu öyle bir sahne kuruyor ki öyküsünde; mutluluk, erotizm, gerilim, kıskançlık, nefret birbirinin peşi sıra çıkıyor karşımıza! Birsen’in düşleri aracılığıyla adeta birer Hieronymus Bosch tablosu çiziyor Buyrukçu!
3. Köksüzler – Remzi Karabulut
SENİ SEVMEK için yazıyorum. Pat diye hayat denen alana atılıvermek. Kaşla göz arasında. Kısacık bir hikâye, uzunca bir roman. Ahıskalı erkeklerin öksürükleri gibi kopuk kopuk. Matematikten uzak, coğrafyalara yabancı, çok yanıyla ilkel. Dedemin dediğine göre kaygılanmak için herhangi bir neden yokmuş şu dünyada. Devletler her zaman on sekiz yaşında ve ateşli olurmuş. Yanmamak için ateşten uzak durmanın daha akla yakın olduğunu söylerdi. Babam, üstüne iyi oturan düzgün bir ceket aramıştı ömrünün son yıllarında. Bu arzusunu gerçekleştiremedi bir türlü. Bir cekete kavuşacak kadar bile değilmiş demek ki şu dünya. Torunlarının birçoğu hapislerde yattı. Suçlu, suçsuz. Kimileri de kendini savunmaya çalışıyor hâlâ.
Kalabalık bir dünyadan geçiyorduk. Önümüzü kesip durdurdular bizi. Biz de az değildik hani. Çalgıcı olduğumuz için her birimizde bir çalgı vardı. Korktuk. Unutkanlık sardı hepimizi. Korkumuz hafiflesin diye yağmur yağsın, kar yağsın istedik. Birkaçımız el açıp dua etti zaman zaman. Çok derinlerden acılı bir ağıt geldi. Birbirimize korkarak baktık. Çalgılarımıza sarıldık sonra. Bütün gayretlerimize rağmen hiçbirimiz çalamadık. Korkumuz giderek büyüdü. Korkumuz büyüyünce daha çok sokulduk birbirimize. Önce birkaç kişi hıçkırdı, sonra hepimiz kendimizi ağlarken bulduk…
4. Suikastçı – Helmut Ortner
Hitler, 8 Kasım 1939’da, Münih’teki bir birahanenin salonunda yıllık konuşmasını yaptı. Yola çıkacağı için konuşmasını erken bitiren Hitler’in ayrılmasından 13 dakika sonra aynı yerde patlayan bir bomba, sekiz kişinin ölümüne ve altmış kişinin yaralanmasına yol açtı. Nazi gazeteleri olayı “Führer’in mucizevi kurtuluşu” manşetleriyle duyurdular. İnsanlık tarihinin en kanlı savaşı olan II. Dünya Savaşı başlayalı birkaç ay olmuştu.
Georg Elser, siyaseten hiçbir fikir beyan etmeyen, hatta siyasetle ilgisiz gibi görünen, saat fabrikasında, marangoz atölyelerinde, taş ocaklarında çalışan, maharetli fakat dikkat çekmeyen bir işçiydi. Nazi iktidarında işçilerin ekonomik koşullarının asla düzelmediğini, tersine giderek kötüleştiğini bizzat yaşayarak tecrübe etmişti. Nasyonal Sosyalistlerle hemfikir olmayanların “komünist” ve “halk düşmanı” ilan edildiğini görmüştü. Nazilerin bütün o şaşaalı flamaları, gamalı haçlı bayrakları, “Hayl!” nidalarıyla oluşturdukları savaş atmosferinin neden olabileceği acıları tahmin edebiliyordu. Rejimi yalan üzerine kurulu ve adaletsiz buluyordu.
Bir çıkış yolu var mıydı, kişisel ya da toplumsal bir çıkış?
Elser’in, Nazi partisi önderlerinin, özellikle Hitler, Göring ve Gobbels’in bertaraf edilmesinin gerekli olduğunu ne zaman düşünmeye başladığı tam olarak bilinmese de, yıllarca ve büyük bir azimle üzerinde çalıştığı bombayı Hitler’in konuşma yapacağı Burgerbroykeller birahanesine yerleştirirken hedefinde bu üç kişi vardı.
5. T.S Eliot Bütün Şiirleri 1909-1962
“Eliot’ın Çorak Ülke’sini okuyanlar, şiiri ‘dünyada tamamen yalnız olmanın dehşetini fark etmiş’ bir halde bitirirler.”
-Virgina Woolf-
“Eliot, geleneğini, Avrupa’da, Fransız Simgecilerinde ve kendisine çok şey borçlu olduğu Jules Laforgue’da, İngiliz Elizabeth ve James Çağı oyun yazarlarında, metafiziksel şairlerde, Akdeniz’de ve Dante’de bulur. Dinsel sezgisi, kendisinin ötesinde ve üstünde bir şeye bağlanma konusundaki bilinçli kararı ve duyarlığının şaşırtıcı yoğunluğu ile düzeni eksiksiz bir eser yaratmaya yönelir. Duyan, düşünen, kendisiyle savaşan ve sanatına
büyük bir disiplinle, neredeyse gizemli bir yoğunlukla bağlanan eşsiz bir şair örneğidir.”
-YORGO SEFERİS-
“Eliot’ın yapıtı, kendisini daha itidalli, daha şaşkın, daha alçakgönüllü olarak görmekten şaşkına dönmüş bir kitle karşısında her geçen yıl daha da büyük bir önem
kazanmaya devam ediyor.”
-TED HUGHES-
“Eliot hakkında kapsamlı bir bilgi, çağdaş edebiyatla ilgilenen herkes için zorunludur. Sevilmesi ya da sevilmemesinin önemi yoktur, mutlaka okumalıdır.”
-Northrop Frye-
6. Sokaknâme-Bir Sokak Müzisyeninin Kaleminden – Sedat Anar
“Sokakta topladığımız paralarla yaşamaya çalışıyorduk ama sokak müziği bizim için paradan fazlasını ifade ediyordu. Yaşadığımız tüm sıkıntı ve olumsuzluklar bir yana, sokakta müzik yaparken aldığımız keyfi ve hissettiğimiz güzel duyguları yazıya dökebilmem mümkün değil. Sokak müzisyenliği çaresizlik değildir, bir duruştur. Sokakta insanlarla iletişim kurmanızı engelleyen hiçbir şey yoktur. Sokak, insanlarla hemhal olmayı öğretir. (…) Yaşamadığımız hayatın sanatı olmaz…”
Sedat Anar’ın Urfa-Halfeti’de çobanlık yaparken cura çalarak başlayan müzisyenlik macerası üniversite öğrencisi olarak geldiği Ankara’da karnını doyurabilmek için sokaklarda darbuka, gitar, cura çalarak, sonra santura geçerek devam ediyor… Santurun peşinde İran’a gidip üstatlarından öğrenerek yol alıyor… “Resmî” konserlere, festivallere albümlere varıyor. Bugün Sedat Anar, ülkenin saygın, usta müzisyenlerinden biri. Ama o, en az konserler kadar, dost meclislerinde, meşklerde ve yine sokakta çalmakta buluyor zevki. Çünkü “Sanatın eliti yoktur,” diyor: “Sanat, her şeyiyle dünyayı daha iyi bir yer kılma çabasıdır.”
Santur mızrabına adeta silah muamelesi yapan zabıtalar… Önlerine dökülen bozukluklar… Santur, gitar, bendirle Âşık Veysel türküleri seslendirirken başlarına dikilip “Ölürüm Türkiyem” çalmalarını isteyen bıçkın bir engelli… Türlü çeşit insanlar… Sokak ve müzik kadar canlı ve sürprizli, sıcacık bir sokak ve müzik hikâyesi.
7. O Büyülü İnsanlar – Zeynep Oral
Büyülü İnsanlar, düşleriyle, düşünceleriyle, eylemleriyle ve eserleriyle hayatı daha yaşanır kılan; dünyayı çok renkli, çok sesli, sevinçli ve coşkulu bir serüvene dönüştüren insanların öyküsü… Zeynep Oral yaratıcılıklarını daha güzel, daha doğru, daha aydınlık, daha insanca bir dünya yaratmanın hizmetine vermiş olanları anlatırken, insanı “insan” yapan değerleri yüceltiyor.
8. Kelimelemeler – Murat Aslan
“Hayatı doğrudan anlatacak cesaretimiz yoktu, biz de kelimelerle oynaştık…” Murat Aslan
Daha önce Bir Aşçının Dünlüğü adlı kitabını yayımladığımız Murat Aslan’ın bu kez şiirlerini bir sosyal sorumluluk projesi olarak sunuyoruz okurlarımıza.
Geliri görme engelli çocuklara burs olarak dağıtılacak olan bu kitabın kapağı Braille alfabesiyle basıldı ve tüm sayfaları birer QR kodu içeriyor. İnternetten telefonunuza Kelimelemeler Aplikasyonu’nu indirdiğinizde bu kodları okutarak şiirleri yazarın sesinden dinleyebileceksiniz.
Kendini ‘aşçı’ olarak tanımlamaktan vazgeçmeyen Murat Aslan’ın mutfaktan hayatın her yerine uzanan şiirlerinin herkesin dünyasında görünür olacağından eminiz.
9. Haller Leyla – Leyla Müldür
“Onun hayatına bir kere girmiş, fırtınanın hafif esintisini tatmış herkes artık hep orada kaldı, dünyaya bu kadar kuraldışı bakışın sürekli şahidi oldu. Bize gösteriyor. Elimizdekileri, bazen de nafileliği. Kimsenin görme kabiliyetine sahip olmadığı şeyleri. Birbiriyle anlam elektriği yaratacak iki uzak şey olsun da Lâle bunu görmesin, kaydetmesin, onları yan yana getirip o elektriği açığa çıkarmasın, hayatına girmiş olanların kibritlerine sürterek onları hep istedikleri o aleve atmasın, bu mümkün değil. Onda şair kalbi var. Bir amfitiyatro gibi, her şeye herkese yer buluyor.” –Ahmet Güntan.-
Haller Leyla, aydınlarıyla, yazar, şair, sanatçılarıyla, gazetecileri ve medya patronlarıyla, öğrencileri, öğretmenleri, akademisyenleri, işçileriyle; Türkiye’nin bilinçaltında gezen, uçuk/mistik/kozmik yazılardan oluşuyor.
10. Günümüz Türkçesiyle Refet – Fatma Aliye
Refet, Türk edebiyatında yer alan ilk kadın öğretmen başkarakterdir. Türkçenin ilk kadın romancısı Fatma Aliye’nin kaleminden çocukluktan genç kadınlığa, elindeki tek sermayesi aklı olan yoksul bir kızın öğretmen okulundan mezun olarak tek başına ayakları üzerinde durma hikâyesini okuruz. Refet farklı kadınlıkları, sınıflar arası kadın dayanışması ve kadınların gündelik yaşamlarını oldukça yalın bir biçimde anlatır.
Fatma Aliye (Topuz) (1862- 1936) 1889’da “Bir Kadın” imzasıyla çevirdiği, George Ohnet’den Meram romanıyla edebiyat dünyasına ilk adımını atar. 1891’de yayımlanan ikinci yapıtı Hayal ve Hakikat’i Ahmet Mithat’la yazar. Çok geçmeden sırasıyla Muhadarat, Refet, Levayih-i Hayat, Udi ve Enin romanları kendi adıyla yayımlanır. Refet ve Udi Türk edebiyatının çalışıp ayakları üzerinde duran ilk kadın karakterlerini anlatır. Romanlarındaki başkarakterlerin hepsi mücadeleci ve güçlü kadınlardır. Yapıtları yurtdışında ilgi görür. Udi romanı 1899’da Gustave Séon tarafından Fransızcaya çevrilir. Ev ziyaretleri yapan Avrupalı kadın gezginlerin Osmanlı kadını hakkındaki yanlış izlenimlerini değiştirmek için kaleme aldığı Nisvan-ı İslam 1894’te Rus şarkiyatçısı Olga de Lebedef ve Nazimé Roukié tarafından Fransızcaya ve Beyrut’ta tefrika edilmek üzere Arapçaya çevrilir. 1893 Chicago Kitap Fuarı için hazırlanan “The Woman’s Library of The World’s Fair” adlı kataloğunda biyografisi ve kitapları yer alır. Filozofların biyografilerinden oluşan Teracim-i Ahval-i Felasife adlı yapıtıyla felsefi bir deneme olan Tedkik-i Ecsam Türkiye’de bir kadın kaleminden çıkan ilk felsefe yapıtlarıdır.
Kosova Zaferi ve Ankara Hezimeti ile yarım kalan Ahmet Cevdet Paşa ve Zamanı bir kadın yazara ait ilk tarih yapıtlarıdır. İslam’ın ilk zamanlarında yaşamış kadınların biyografilerini yazdığı Nâmdârân-ı Zenân-ı İslâmiyân çalışması ise bugün yeni yeni oluşmaya başlayan feminist tarih bilincinin erken örneğidir. Kadınlara ait en uzun süreli yayın olan Hanımlara Mahsus Gazete’nin ilk günden itibaren etkin bir kalemi olan Fatma Aliye, makalelerinde İslam’ı ataerkil yorumlarından sıyırarak yorumlamayı önerir ve çokeşliliği, evlilik ve örtünmeyi bu yaklaşımla ele alır. Fatma Aliye, döneminde büyük bir cesaret, inat ve direniş sergileyerek kalemi elinden bırakmamış, kendinden sonra gelen kadın edebiyatçıları da yazılarıyla desteklemiştir.
11. 1999 Nobel Konuşması – Günter Grass
“[Yazarların] en kötü suçları, kitaplarında, tarihsel süreçte kazananlarla işbirliği yapmayıp, aksine kaybedenlerin, anlatacak çok şeyi olduğu halde bir türlü söz alamayanların bir kenarda durduğu yerlerde dolaşmaktan keyif almalarıdır.”
Auschwitz uygarlık tarihinde bir kopuş ve onulmaz bir kırılma noktasıydı. Günter Grass, 1999’da yaptığı Nobel Edebiyat Ödülü konuşmasında, Adorno’nun o ünlü “Auschwitz’ten sonra şiir yazmak barbarcadır” uyarısının etrafından nasıl dolandığını anlatıyor: “Neyse, biz yine de yazdık.”
12. Çocuk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış
Çocuk edebiyatına yöntem kazandıracak kitap…
Çocuk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış; Amerika Birleşik Devletleri’nde çocuklarla ve kitaplarla çalışan ebeveyn, kütüphaneci, öğretmen ve üniversite öğrencilerine yönelik hazırlanmış bir inceleme ve araştırma kitabıdır. Çocukların kitaplarla ilişkisini kurmak ve geliştirmek ancak çeşitli format ve türlerdeki nitelikli edebiyat eserlerini eleştirel bir gözle okumalarıyla mümkün olabilmektedir.
Çocuk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış; tür, karakter, olay örgüsü, zaman ve mekân, bakış açısı, üslup ve ton, tema, şiir, biyografi, bilgilendirici kitap, resimli kitap gibi konularda seçilmiş nitelikli kitaplar üzerinden örnekler vererek, karşılaştırmalar yaparak, çocukların edebiyatla ilişkilerinin nasıl kurulması gerektiği ile ilgili kılavuzluk yapmaktadır.
Çocuk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış, ülkemizde bu alanda yapılan çalışmalara ve bu alanın ilgililerine farklı bir bakış açısı kazandıracaktır.
Yazan: Rebecca J. Lukens, Jacquelin J. Smith, Cynthia Miller Coffel
13. Yaralı Zaman-Bir Doğu Yolculuğundan Notlar – Ferit Edgü
Ferit Edgü, ilk kez 1977’de yayınlanan O [Hakkâri’de Bir Mevsim] adlı romanında, Türkiye’nin doğusuna, sarp dağlarına, umarsız insanlarına bir ağıt yakmıştı.
Melih Cevdet Anday’ın “gerçeğin inanılmaz bir düşe dönüştüğü, şaşırtıcı bir öykü” diye nitelediği O’dan tam o otuz yıl sonra, Edgü Yaralı Zaman’la yeniden Doğuya dönüyor.
Bu kez, Hakkâri’de hiç de düşsel olmayan bir yolculuğa çıkıyor.
14. Panayırda – Aysu Arslantürk
Öykü ile şiirin birlikte uyuduğu bir kitap Panayırda!
Bu kitapta birbirine uymaz görünen tüm parçalar birleşiyor. Afrika’nın Tanrı Dağı’na tapan kabilesinden, Viktorya Dönemi İngilteresinde yaşayan bir uşağa; Balkan şarkıları yükselen köhne bir tavernadan, Anadolu’nun çay kokulu evlerine; Kuzey Avrupa’nın sık ormanlarından, Halep’in bakır cezvelerinde Türk kahvesi fokurdayan meydanına. Yüzyıllar öncesinden bugüne, bugünden yıllar sonrasına… Aysu Arslantürk, Batı’nın varoluşsal sancılarına, ümitsiz serzenişlerine sırtını dönüyor. Gerçek bir cevap arayışı ile yedi öyküde zihni zorlayan bir dünya gezintisine çıkarıyor okuru ve her öyküyü takip eden yedi şiirle, tasavvufu yeniden yorumlayarak coğrafyamıza bırakıyor.
Arslantürk, günümüzün sıkıntılı edebiyatından biraz olsun uzaklaşıp kadim sorgulamalar içeren Doğu kültürünün çok bilimli, çok kültürlü yapısına yaslıyor metnini. Biçimsel olarak yedi basamaklı düz bir çizgide ilerleyen kitabın sunduğu akıl oyunları sema etmenin yahut bir incirin yapısının içerdiği çokluğu önemsiyor. Panayırda, alt metinleri bağlamında zengin ve kat kat açılabilen bir öykü kitabı… Yazarın okurla da bir derdi var; okuyucunun kendini bırakmasını istiyor, tarlalarla gök yer değiştirinceye kadar hem de. “Mavi buğdaylar” ayırdığımız her şeyi birleştirmemiz için bir davet. Batı kültürü ve davranışına hâkimiyetini belli eden ve yüzünü Doğu’ya dönen metinlerde, bir ödünç alma değil yazarın yaptığı, tuttuğu kavrama, elinin izi çıkıyor.
Yazar ve okuru arasında muhteşem bir boşluk var; bir uyanış, bir aydınlanma, bir birlik daveti ile sunulan eserlerde okur, serbest! Düşünme alanı geniş ve katmanlı. Taverna öyküsü biterken kulağınızda üç el silah sesi ile kalıyorsunuz, karakterlerden kimi yaşatmak istediğiniz size bırakılıyor.
Kitabı bir panayıra çeviren, aslında eserlerdeki örtülü göndermeler. Tüccarların selamlaştığı “mülahham at sineği”nin Sokrates olduğunu, “Siyah ipliği olmayan kilimi dokuyan kimin annesi?” dizesini okurken Anadolu’da siyah ipliğin hüznü temsil ettiğini, Anma’yı okurken Kraliçe Viktorya dönemine hakim olmanın öyküyü ters yüz edebileceğini, “Berimsel yıkılacaklar” dizesindeki ‘berim’ sözcüğünün ODTÜ’lü bir hocanın bilişim alanında ‘computing’e alternatif olarak Türkçe’ye kazandırmaya çalıştığı bir sözcük olduğunu, Tanrı Dağı’nda tanrıların mabedi ile karşılaşmak için bu yüksek dağa tırmanan bir Afrikalının yaşadıklarının aslında dağcıların yüksek irtifada yaşadıklarına ne kadar paralel olduğunu fark etmek, yeni nesil edebiyatçılara bakış açısını değiştiriyor.
15. Akışkan Hayat – Zygmunt Bauman
Bu kitap, buz üstünde güvende kalabilmek için sürekli büyük bir hızla oradan oraya koşturmak zorunda kalan insanlara yazılmış bir kitap. Akıcılaşan, katı ve durağan hiçbir şeyin kalmadığı bir yaşam içinde kalıcı anlamlar arayan insanların başucunda tutacağı bir eser. Dünya üzerinde her insanın yakıcılığını hissettiği savaşlar, kitlesel göçler, çevresel tahribatlar gibi küresel sorunlar karşısında kendisini aciz hissedenlerin, bu yaşamı kavramasına yardımcı olacak öneriler ve yorumlarla dolu. En önemlisi de dünyayı insanlık için daha yaşanılabilir bir yere dönüştürme olasılığını yeniden masaya yatıran bir girişim…
Bauman bu eserde bizleri gezegenin sorunlarına yerel çözümler getirerek zaman kaybetmek yerine, küresel bir sorumluluk almaya çağırıyor. İnsanların küresel ölçekte yarattıkları etkileşim ağıyla bu sorunların aşılabileceğini söylüyor. Kamusal alanın tartışmaların, yüzleşmelerin ve uzlaşmaların sürdürüldüğü bir diyalog zeminine dönüşmesi gerektiğini söyleyen Bauman, ulus-devletlerin tahakkümüyle kurulacak bir kamusallığın küresel sorunlara çözüm getiremeyeceğini belirtiyor. Ona göre yaşadığımız akışkan toplum kalıcı barışı ve huzuru ancak herkesin birbiri için sorumluluk aldığı, birbiriyle ilgilendiği ve birbirlerinin sorunlarına politik çözümler sunduğu bir zeminde tesis edebilir. Bunun ilk adımıysa artık fırtınalardan korunabileceğimiz ve sadece bize has bir sığınağın olmadığını fark etmekten geçiyor. İşte Bauman bu eserle okurlarına her an sezdikleri, şüphe duydukları ve iliklerinde hissettikleri bir çaresizliği anlamlandırıp ona karşı önlemler almanın araçlarını sunuyor…
16. Büyülü Yol – Drew Magary
“Ama sen nasıl konuşabiliyorsun?” diye sordu Ben.
“Bilmem, sen nasıl konuşabiliyorsun?” diye karşılık verdi yengeç.
Aile babası Ben, iş gezisi için gittiği Pennsylvania kırsalında, akşam yemeğinden önce kısa bir yürüyüşe çıkmaya karar verir. Otelin arkasındaki ormana girmesinden hemen sonra, seçtiği patikadan kolayca dönemeyeceğini anlayacaktır. İlerlemekten başka çaresi kalmayan Ben, kendini bir anda insan yiyen devlere, acayip iblislere ve devasa böceklere ev sahipliği yapan tuhaf bir dünyanın içine sürüklenirken bulur.
Büyük bir ölüm kalım mücadelesine dönüşen bu macerada, küstah bir deniz kabuklusu, bir dizi sihirli cisim ve iksir ona yardımcı olacaktır. Ailesine geri dönebilmek için her şeyi göze alan Ben’in onu bu patikadan kurtarabilecek tek kişi olan “Yapımcı”yı bulmaktan başka şansı yoktur.
Drew Magary’nin baştan sona komik ve duygusal anlamda sürükleyici olan, klasik halk masallarından olduğu kadar bilgisayar oyunlarından da esinlenerek kaleme aldığı bu romanı, modern kurgu türüne dikkat çekici ve benzersiz bir katkı yapıyor. Magary, Büyülü Yol’da okuyucularını gündelik hayatlarından uzaklaştırıp cüretkâr bir yolculuğa çıkararak cesaret, hayal gücü ve hayatta kalma arzusu ile dönen bir dünyaya götürüyor.
17. Son Kadeh – Zabel Yesayan
Zabel Yesayan’ın 1916’da kaleme alınan ancak 1924’e kadar saklı kalmış novellası Son Kadeh (Verçin Pajagı) pek çok eleştirmene göre yazarın en güçlü eseri ve kendi dönemi açısından da bir hayli cüretkar. Novella, metnin kahramanı Adrine’nin “yasak aşk”ı Arşag’a yazdığı notlardan (belki de uzun bir mektuptan) oluşuyor. Bu notlarda “yasak aşk”ına kendisini tüm çıplaklığıyla anlatmayı deneyen ve bunun için en utandığı şeylerle dahi yüzleşmeyi göze alan Adrine bir yandan geçmişine bakıp kendisi ve evliliğiyle hesaplaşırken, bir yandan da “aşk”ın ne olduğunu kavramaya çalışıyor. Yesayan, çatışan hisler, içgüdüler ve fikirlerden meydana gelme bir karmaşanın içine hapsolmuş ve bu karmaşadan çıkmayı arzulayan, kendisine yeniden yaşama imkânı verecek bir çıkış yolu arayan genç bir kadının aracılığıyla bizi “kadın ruh”unun katmanlı zenginliğini keşfetmeye davet ediyor. Üstüne bu keşfe arka planda İstanbul (ve özellikle Üsküdar) eşlik ediyor. Yesayan okurlarının artık aşina oldukları sarhoş edici tabiatı, bu tabiatın yoğun kokuları, sesleri ve tatları ile…
18. Günlükler – Robert Musil
Joyce, Proust ve Kafka ile birlikte modern edebiyatın en büyük isimlerinden biri olan Robert Musil’in efsanevi Günlükler’i nihayet Türkçe’de!
Musil’in, tamamlayamadığı başyapıtı Niteliksiz Adam üzerinde çalıştığı 1929-1941 yıllarını kapsayan Günlükler, bir yandan romanın ilerleyişine bir yandan da yazarın değişmeye başlayan modern dünyayla, yükselişe geçen faşizmle ve en çok da kendisiyle hesaplaşmasına tanıklık ediyor.
Musil’in, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nu simgeleyen “İmpkralya” adlı hayali ülke aracılığıyla Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasının kültürel uyuşmazlıklarını, çatışmalarını, güvensizliklerini dile getirdiği Niteliksiz Adam’ın yanı sıra mutlaka okunması gereken eşsiz bir belge. Ahmet Arpad’ın usta işi Türkçesiyle!
“Dün Niteliksiz Adam’ın ikinci cildini uzun uzun gözden geçirdim. Akşam olduğunda müsveddeleri bir kenara kaldırırken kimi bölümlerin başarısız olduğunu görüp hüzünlendim. Bunun nedeni aceleciliğimdi. Yazdıklarımı bir kenara kaldırıp üzerinde bir süre düşünmem gerekirdi. Ulrich’le Agathe arasındaki ilişkiyi daha iyi ve biraz daha dikkatli anlatmalıyım. Yazdıklarım basılmadığı sürece biraz toparlar, sağından solundan biraz kırpabilirim!”
19. Yeni Başlayanlar İçin Varoluşçuluk – Thomas E. Wartenberg
Varoluşçuluk, bugün tüm modern kültüre yayılmış, hatta modern insanı adeta ele geçirmiş gibidir: Günlük hayattan bireysel problemlere, felsefenin en derinlerinden edebiyata, varoluşçuluk her yerdedir. Ancak soracak olsanız, çoğu insan varoluşçuluğun ne olduğunu bilmez.
Bu güncel ve eğlenceli kitapta Wartenberg, insanın varoluşunun temelinde bulunan endişeleri keyifli bir üslupla ele alıyor: Nietzsche ve Camus’den Sartre ve Heidegger’e, efsanevi varoluşçu düşünürlerin fikirlerini açıklamak ve özgürlük, kaygı ve absürt gibi temel kavramları keşfetmek için klasik filmler, romanlar ve oyunlardan örnekler veriyor. Simone de Beauvoir ve Franz Fanon’ın, cinsiyet ve sömürge baskısını ortadan kaldırmak için varoluşçuluktan beslenen görüşlerine ayrı birer parantez açıyor. Yeni Başlayanlar İçin Varoluşçuluk, felsefenin belki de en zor anlaşılan dalını eğlenceli bir hikâyeye dönüştürüyor.
20. Gönül – Natsume Sōseki
İki isimsiz karakter arasında gelişen incelikli ve dokunaklı dostluğun hikâyesi…
Genç bir üniversite öğrencisi, tatil yerinde tanıştığı ve “hocam” diye söz ettiği adamla günden güne güçlenen bir dostluk kurar. Yıllardır taşıdığı sırrın ağırlığıyla kendini dış dünyaya ve hayata kapatan hoca, yavaş yavaş genç dostuna içini dökmeye başlar. Natsume Soseki, bu iki karakterin ilişkisini ve gencin hocasını anlama çabasını anlatırken yirminci yüzyılın başlarında Japonya’da gerçekleşen kültürel değişimin sonucunda doğan kuşaklar arası farklılıklara da ışık tutuyor.
Dostluklar, aile ilişkileri ve insanı ebedi yalnızlığından kurtarabilecek her şeyi irdelerken insanoğlunun karmaşık ruhsal durumuna unutulmayacak bir incelikle yaklaşıyor.
Natsume Soseki, modern Japon romancılığının sembol ismi.
– Haruki Murakami –