Adının anlamı ‘hiç kimse’ olsa da o, sadece bünyesine ‘bir’ şey olmayı sığdıramamış; hem şair hem ressam olmayı başarmıştır.
Babasını çok küçükken kaybetmesi yaşamının bütün dengesini değiştirir, babasının yokluğuna bir de üvey baba çilesi eklenir. Üvey babasının görevi nedeniyle Güney Afrika’da yaşamak zorunda kalır.
‘Başımıza gelen şeylerin değeri, sürece uzunluklarıyla değil, yoğunluklarıyla ilgilidir. Bu yüzden unutulmaz anlar, açıklanamayan şeyler ve bizim için eşsiz insanlar vardır,’ sözünü kim bilir belki de babasının yokluğundan yorulduğu günlerde kaleme alır.
Dokuz yıl yaşadığı ve iyi bir öğrenim gördüğü Güney Afrika’dan doğduğu şehir Lizbon’a dönen Pessoa, ömrünün sonuna kadar da Lizbon’da kalmayı tercih eder. Geçimini, aldığı iyi eğitim sayesinde öğrendiği İngilizce ve Fransızca iş mektupları yazarak sağlar
Ölmeden önce çok tanınmaması onu oldukça yaralar. Zira ‘Ben öldükten sonra insanlar biyografimi yazmak isterlerse, bundan daha kolay bir şey olmayacaktır. Sadece iki tarihe ihtiyaçları var: doğum tarihim ve ölüm tarihim. Aralarındaki her gün benimdir.’ sözleriyle bu durumun onu ne kadar sarstığını ortaya koyar.
Arzuladığı ününe ise ölümünden sonra kavuşur. Ardından bıraktığı bir sandıkta eserlerini bulan yakınları, Pessoa’nın mirası olarak yaklaşık yirmi yedi bin sayfadan oluşan değişik tarzda birçok eserini biz okuyucularıyla buluşturur. Bu eserlerin en dikkat çeken özelliği ise Pessoa’nın bu eserleri kendi adı dışında birçok farklı takma adla kaleme almasıdır.
Çok tanınan bir şair olmamasına rağmen edebiyat dünyasına damgasını vuracak şairleri kazandırmaktan geri kalmaz. Alberto Caeiro, Alvaro de Campos, Ricardo Reis ve Bernardo Soares edebiyat dünyasına kazandırdığı isimlerden birkaçıdır. Bu sanatçılar, kıyasıya bir rekabete tutuşarak gerçek kavgalar etmekten kendilerini alamaz. Öyle ki bu kavgalardan birine tanık olan Pessoa bir gün gözyaşlarını tutamaz. Şüphesiz ki bu isimler Pessoa’nın kullandığı takma isimler, olmak istediği ayrı ayrı karakterlerdir. Tek bir vücutta hepsini toplamıştır. Kimi zaman ruhunun karmaşıklığı şu dizeleri ortaya çıkarır:
Sayısız insan yaşar içimizde,
hissetsem de düşünsem de bilemem
kim düşünür içimde kim hisseder.
Düşünceler ya da hisler için
yalnızca sahneyim ben.
Ruhsa, birden fazla var bende.
Ben’se benden daha fazlası.
Herkes kayıtsız oysa
yaşadığım hayata:
Susturuyorum onları,
kendim konuşurken.
Hislerim, hissetmediklerim
onlardan doğup da birbiriyle
çelişenler. Farkına varmıyorum
hiçbir şeyin yalnızca yaşıyorum ben,
olmak istediğime kimsenin bir sözü yok.
Edebi yaşamı annesi için yedi yaşında kaleme aldığı şiirle başlar.
“sevgili anneme,
buradayım
doğduğum topraklarda
ne kadar sevsem de onu
ondan daha çok seviyorum seni.”
Gerçek ve profesyonel edebi yaşamı ise 1914 yılında bir gece şaha kalkan ruhundan peş peşe dökülen şiirlerle başlar.
Yalnızlığını iliklerine hisseden Pessoa, kısacık yaşamına ilk ve tek aşkı olarak nitelendirdiği Ophelia’yı da misafir eder. Aşklarına dair çok fazla şey öğrenemesek de Pessoa’nın yazmış olduğu aşk mektuplarında rastladığımız “Seni sevip sevmediğimi bilen tek kişi yok çünkü ben bu konuda kimseye sır vermedim,” cümlesi onun yalnızlığı gibi aşkını da tek başına yaşadığını adeta ilan etmektedir.
Huzursuzluğun Kitabı, Ophelia’ya Mektuplar, Hiçbir Şey İstememenin Mutluluğu(Aforizmalar) gibi başyapıt niteliğinden birçok eseri Türkçeye kazandırılır. Son olarak Aylak Adam Yayınlarının Türk edebiyatına kazandırdığı eserlerinin çevirisini de Yunus Nadi Roman Ödülü sahibi Hakan Akdoğan gerçekleştirir.
Hiçbir Şey İstememenin Mutluluğu (Aforizmalar) kitabından seveceğini düşündüğümüz Pessoa sözlerinin bir kısmını sizler için derledik:
‘Anlamak için kendimi yok ettim.’
‘Bazen acı çekmekten hoşlandığımı düşünürüm ama gerçek, başka bir şeyi tercih edeceğimdir.’
‘Herkesin yaptığıyla çelişen bir şeyi yapmak, herkesin yaptığı bir şeyi yapmak kadar kötüdür. Diğerleriyle aynı düşünceyi, aynı bakış açısını taşır. –mutlak bir bayağılık belirtisi-
Özünde, hayat tekdüzedir. Bu nedenle mutluluk hayatın tekdüzeliğine mükemmel bir uyuma dayanır. Kendimizi tekdüze yaparak hayatla eşitleniriz. Böylece tastamam yaşarız. Tastamam yaşamak da mutlu olmaktır
Âşık olmak yalnızlıktan usanmaktır; bu yüzden bir korkaklıktır, kendimize ihanettir.
Hep uyanmanın sınırındaymışım gibi hissediyorum.
Japon çay fincanlarımdan birisi kırıldığında, gerçek nedenin bir hizmetçinin özensiz ellerinin değil o porselenin kıvrımlarına yerleşen desenlerin kaygıları olduğunu düşünürüm.
Geçmişim, olamadığım her şeydir.
Politika, faytoncu olmak için doğmuş adamların yanlış anlaşılmış kibridir.
Yalnız başına yaşayamıyorsanız, bir köle olarak doğmuşsunuz demektir.
Ve bütün lanetlenmiş ruhlar gibi, daima, düşünmenin yaşamaktan daha değerli olduğunu hissedeceğim.
Kendi kendimeyken, hiç kimsenin söylemediği sözlere her türden zekice yorumu yapabilir, yerinde cevapları düşünebilirim ve onunla nüktedan bir sosyallik yaşayabilirim. Ama bütün bunlar canlı kanlı bir bedenle karşılaştığımda yok olur, aklımı kaybederim, daha fazla konuşamam ve yarım saatten sonra yorgun hissederim. İnsanlarla konuşmak uykumu getirir. Sadece ruhani ve hayali arkadaşlarım, sadece hayallerimdeki konuşmalar gerçektir ve somut olarak vardır.
Kibirli birisi için diğerleri yoktur. O kendisinin diğeridir. Birisini taklit edecekse, taklit etmeye çalışacağı kişi kendisidir. Kendisini incitmeye çalışır en derin yerinden. Kendi düşünceleri üzerinde hileler yapar. Hissettiği duygularla uzun konuşmalar yapar, onları aşağılar.
Gerçekten yaşıyor muyuz? Hayatın ne olduğunu bilmeden yaşamak, yaşamak mıdır?
Hislerle düşünmeyi ve zekayla hissetmeyi öğrenmek…