Pandemi başlayalı bir sene olmak üzere. İnsanlar çalışan insanlar hariç evlerine kapandı.
Yaşam amaçları değişti; sağlık en önemli şey haline geldi. Ama yazmak ve okumak devam etti. Nasıl devam etti? Gezip görmeden, yeni yerler, yeni insanlar tanımadan, sokakta birbirine dokunmadan, dört duvar arasında endişe ve kaygı ile. Bu yanı ile veba günlerine, savaş günlerine geri döndü sanki yaşam. Doğayı mahveden, bencilleşen, empati yeteneğinden yoksun, her şeyden önce paylaşmayı bilmeyen insanoğluna yaşam nefesin ne önemli olduğunu hatırlattı.
Tıpkı Han Kang’ın yeni kitabı “Beyaz Kitap” gibi. Güney Koreli yazar “Vejetaryen” ile edebiyata girerken orada da doğayı önemseyen bireyin belki sonda bitkiye dönmek isteyen kahramanın öngörüsünü o günden görmeyi başarmıştı. Beyaz Kitap’a gelirsek tür olarak bu bir novella gibi; beyaz olan tüm nesnelerin ama daha çok ölümün, yıkımın, parçalanmışlığın etrafında dönen bir beyazlığın anlatımı.
Kitapta anlatıcı Seul ’den çıkıyor ve başka bir şehre taşınıyor. Burada yeni yerleştiği evin kapısından, şehrin yapılarına kadar ilk duyumsadığı şey ölüm. Çünkü bu yerleştiği şehir, insanlık tarihinin en vahşi soykırımına uğramış, Nazilerce talan edilmiş bir şehir. Dışarıya her baktığında yakılan yıkılan, yerle bir edilen, kan kokusunun tüm duvarlara sindiği bu şehri beyazlaştırırsa, yani beyaz bir örtü ile kapatsa ensesinde ölümün sesini hissetmeyecek. İlk işi beyazlardan bir liste yapmak oluyor anlatıcının. Ve üç bölüme ayırıyor anlatacaklarını: Ben, O kadın, Tüm beyazlar.
Han Kang, metaforları çok seven bir yazar: “Vejetaryen” de de bunu çok sık görürüz. Burada da bol bol metaforlardan yararlanıyor. Tüm beyazların ortasına ablasını yerleştiriyor. Bebek iken doğduktan çok kısa bir süre sonra nefes almaya son veren ablasını. Onun gözünden bakmaya başlıyor her şeye. Yaşasaydı nasıl olacağını bilmediği ablasının hayatını aldığını düşünerek kurguluyor sonrasını. Tüm kitap boyunca işte siz de onunla beraber ablası oluyorsunuz. Yaşamın ilk anında annesinin yüzüne kara gözleriyle bakıp: -Ölme yalvarırım ölme diyen sesi kulaklarınızda kitabın son sayfasına kadar duyuyorsunuz. Her şeyden kendini ayırsaydı, hiç yıkım yaşamasaydı tıpkı su gibi arınabilseydi tüm kötülüklerden nasıl birisi olurdu? Tüm kitap boyunca bu sorulara yanıt arar anlatıcı.
Kitabın tüm metaforları, tüm betimlemeleri o kadar sahicidir ki içinden fışkıran acı tüm kitap boyunca kalbinize oturur sizin yerinize kanatır.
İnce örülmüş cümleler, cümlelerin ucu açıkmışçasına kalması Han Kang’ın okurla bütünleştiği yer.
Yüreğimizin sıkıştığı cümlelerin yanında umut da hep var kitap boyunca. Yoksa insan nasıl yaşar, nasıl nefes alır, değil mi?
Koreli yazarın sizi uçsuz bucaksız bir şehirde hayallere daldıran şu sözleriyle noktalayalım tanıtımı.
Ama öncesinde nefis çevirisiyle Göksel Türközü’ne teşekkürü unutmadan. Bize Han Kang’ı sevdirdiği için çok teşekkürler.
Birde April yayıncılığa bir sözümüz olsun. Beyaz Kitap adı gibi sadece Beyaz bir kapaktan oluşsaydı daha iyi olur muydu? Bilmem. Benimki sadece bir öneri.
Sözü şimdi anlatıcıya verirsek:
“İnsanların çölleri, ormanları, kirli bataklık bölgelerini kafileler halinde dolaşırken, uzaktan beyaz beyaz ışıldayan suyu keşfettiklerinde hissettikleri şey muhtemelen acı bir keyif olmuştur. Hayat olmuştur. Güzellik olmuştur.”
- Beyaz Kitap – Han Kang
- Çevirg: Göksel Türközü
- April Yayıncılık
- 143 sayfa