Yazmak için sadece kelimler değil sesler de önemli. Yazı, önce sesini çoğaltır içimizde. Biriktirdiğimiz sabrı, öfkeyi, mutluluğu, acıyı, direnci; ses olup akar, sonra kelimeler, gerisi edebiyat…
Yazım yolculuğumda en çok öyküler ses oldu bana. Gözümün önünde tarifsiz canlandırabildiğim sayısız duyguların sayısız iç dökümleri, öykülerde belirdi. Ve ne zaman bir öykü okusam soluğum hep nefes nefese hep derin, yutkunduğum da gırtlağımda bir yumru, damağımda kekremsi bir tat olarak…
Elimdeki öykü kitabını anlatmak için uzun bir giriş oldu sanırım. Bora Abdo’nun “Hâyalî’nin Tesadüfleri”. 1977 İstanbul doğumlu Bora Abdo. Edebiyat hayatına 1995-1997 yılları arasında çeşitli dergilerde öyküleri yayımlanarak adım atmış. 2012’de yayımlanan “Karakış Üçlemesi”nin ilki olan “Öteki Kışın Kitabı” ile 2013 Yunus Nadi Öykü Ödülüne değer görülmüş, 2014 yılında yayımlanan “Beni Unutma” dörtlemesinin ilk kitabı “Bizi Çağanoz Diye Biri Öldürdü” öykü kitabıyla Sait Faik Hikâye Armağanı’na layık olmuş.
Kitap önce sizi hepsi birbirinden harika hayvan dostlara selam ile başlıyor. İki bölüme ayrılmış kitapta ilk bölümde on, ikinci bölüm üç öykü yer alıyor.
İkinci öyküsü “Mandal İzleri”, uzun yıllar birbirini görmemiş iki kardeşin anlatımlarından oluşuyor. Kız kardeş insan olmaktan çok ürker. Hayatı ormandaki ağaçlara, evrendeki tüm canlılara değmiş, değiyor ama insan:
“Rasgelmek istediğim şey bir kedi olabilirdi, bir kertenkele olabilirdi ya da bir kuş olabilirdi. Bu bir insan olamazdı misal, onun kırılganlığını sonra ihtiyarlamışlığını, kanatlarını, gagasını uzun uzun anlatabilirdim de bir insana bir şeyler nasıl anlatılırdı gerçekten bilmiyordum.”
Diğer tüm öyküler küçük insanın derin yalnızlığını, terk edilmişliğini, susuşlarını, içine kapanıklığını, derin üzüntülerin ortasında yapayalnız kalıvermelerini öyle inceden inceden anlatıyor ki.
Hele kitaplar için kurduğu şu cümle:
“Kitapların içinde nesnelerin ve sözcüklerin isimlerini okur okumaz seslerini duyduğumuz için mi yoksa zaten sesler aklımızın ve kalbimizin kırılgan kulaklarında biteviye kendini duyurduğu için mi görürüz o sözcükleri ve nesneleri bilemiyorum ama.”
Ne güzel bir tarif değil mi?
Bora Abdo’nun kelimelerini, tıpkı bir şair gibi incelikle kurduğu öykülerini okuduğunuzda çok sevdiğim şairlerden Birhan Keskin’in dizelerine denk gelmiş gibi oluyorum; onun gibi çarpıcı, vurucu, derinlikli. Kahramanları hem yaşıyor, hem yaşamıyor ya da tüm dünyanın yükü omuzlarında olsalar da size hep soru sorduruyor.
Ve sizin aklınıza gelen hele de yaşadığımız bugünlerde yaşananların nedenini, salgın, ötekileştirme, yok sayma, çaresiz hissetme tüm bunların temelini yanıtlıyor.
“Bir zamanlar ben bu duvardan kaçacaktım” adlı öyküsündeki yazar, karaktere şöyle dedirtiyor:
“Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli,hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?”
- Hayâlî’nin Tesadüfleri – Bora Abdo
- İletişim Yayınları – Öykü
- 76 sayfa