“Savaş önce evde, aile içinde başlar, derdi babam hep. Kendi lafı değildi bu, muhtemelen bir yerde okumuş ve bu hikmeti kızlarına aktarmayı borç bilmişti. Anlamını kavrayabilmek yirmi yılımı aldı…” (sayfa 9, Giriş)
İnsanlık olarak genel problemimiz budur: Hiçbir zaman bulunduğumuz anın kıymetini bilmedik. Bazılarımız geçmişe takılı kalıp her anını hak edip etmediğini düşünerek geçirdi. Bazılarımız ise geleceğine takılı kalıp olduğu yerden nereye kadar gidebileceğini düşünerek geçirdi. Fakat Kurtlar Ülkesi bunların hepsini içinde barındırıyordu. Ortalıkta görmediğimiz zaman geçip gittiğini sandığımız birkaç eşyayı tıkıştırdığımız kutu misali bir kitaptı. Kapağını açtığımda ve Giriş yazısını okuduğumda o kutu açıldı. Geçmiş, şu anda hissettirdikleri, gelecek kaygıları, kaybettiklerimiz, kaybettiğimizi sandıklarımız… Kaçışı yoktu artık.
Kurtlar Ülkesi orijinal adı Wolf Country, Tünde Farrand tarafından kaleme alınmıştır. Timaş Yayınları 2019 yılında çıkmış olan bu kitabı M. Emin Baş çevirisi ve Ayşe Tuba Ayman editörlüğünde dilimize kazandırmış ve 2021 yılının ilk kitabını çıkarmıştır. Kurtlar Ülkesi kitabını okuduktan sonra biraz araştırma yaparken kabul etmeliyim ki farklı dillere çevrilmiş ve farklı kapak tasarımlarıyla karşımıza çıkmış bu kitabın en başarılı ve kalpte ağrı yaratan kapağını Barış Şehri hazırlamıştır.
2050 yılının Londra’sı eski Londra’dan oldukça farklıdır. İrili ufaklı evler, aralarına serpiştirilmiş gökdelenler, cep telefonları, huzurevleri, televizyonlar yoktur artık. Her çağda görüldüğü gibi değişmeyen tek şey insan olmuştur. Televizyonların yerini Küreler almış, irili ufaklı evler ve gökdelenler yıkılmış ve yerine farklı standartlarda evler yapılmıştır. Cep telefonları yerine kulaklarının arkasına yerleştirilen iz sürücüleri gelmiş, iletişim için de bileklere takılan iletişim araçları kullanılmaya başlanmıştır. Huzurevleri artık yoktur onun yerine GururEvi vardır. Adeta eski Londra son kullanma tarihi geçmiş bozuk bir süt gibi dökülmüştür. Eski düzenin ihtiyarlara, hastalara ve yardıma muhtaç insanlara yardım etmek için işlediğini fark eden Varlıklılar toplanarak düzeni devralır. İnsanları kazançlarına göre ayrıştırır. Çünkü kendileri en çok kazanan kesimdir ve bir farklarının olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır. İşte yeni süt alınmıştır bile.
“En son arabaya bindiğimde yedi yaşındaydım. O zamanlar eski sistem hâlâ devam ediyordu, herkesin arabası vardı. Artık sadece Varlıklılar’ın var.” (sayfa 12)
Varlıklılar dışında en çok kazanan kesim Yüksek Bütçeli evlerde yaşayabilmektedir. Onun bir alt kesimi Orta Bütçeli, en alt kesim ise Düşük Bütçelilerdir. Bir de her durumda olduğu gibi bu yeni düzende de düzeni reddeden kesim vardır ki onları da ölüme terk edercesine boş bir alan vererek orada yemeksiz, susuz bırakmışlardır. Bu boş alan Mıntıka olarak adlandırılmıştır. Yani adeta küçük bir çocuğun eline dört farklı kalem verilmiş ve bu bölgeleri birbirinden ayıracak şekilde boyaması istenmiştir. Çocuk, Yüksek Bütçelileri sarıya boyamıştır. Körlerin bile ayırt edebildiği bir renge… Orta Bütçelileri yeşile boyamıştır. Çünkü onlar statülerini koruyabilmek için sürekli para kazanmaları ve tüketmeleri gerekmektedir. Düşük Bütçelileri beyaza boyamıştır. Çünkü onlar görünmese de olur. Mıntıka ise simsiyah boyanmıştır. Çünkü onlar bu yeni sistemin içini oyan küçük kurtçuklardır.
GururEvi sanırım bu kitabın bel kemiğidir. Kitabı ayakta tutan ama en çok ağrıyı da taşıyan kısımdır. Eski sistemde ailelerinin bakamadığı ya da daha iyi bakılabilmesi için büyüklerini bıraktıkları huzurevleri yerine geçen GururEvi, ihtiyarlara veya artık dünya için yararsız duruma düşmüş insanlara kapılarını açmıştır. Buraya gelen insanlar sözleşmede belirtildiği süre kadar adeta bebek gibi bakıldıktan sonra ötenazi imkânı ile öldürülmektedir.
“Bir keresinde büyükannem yokken mutfakta annem babama büyükannemin bir kader mahkûmu değil, sadece korkularının mahkûmu olduğunu söyledi. O gece Sofia’ya korkunun mahkûmu olmak ne demek diye sormuştum.
“Anlamazsın,” diye cevap verdi. “Ama emin ol, gerçek bir hapishanede tıkılı kalmaktan çok daha berbat bir şey.” (sayfa 19)
Alice; ailesi ile yaşadığı sevgi dolu evinde, babasının kendisi ve ablası Sofia için elma ağacı diktiği bahçesinde yaşamaktadır. Fakat 8 yaşına geldikten sonra yeni sistem kabul görmüştür ve düzenleri altüst olmuştur. Artık bu ev onların değildir. Büyükannesini de GururEvi’ne yerleştirmek zorunda kaldıktan sonra yavaş yavaş bu düzene ayak uydurmanın yaşamak için en doğru karar olduğunu anlamıştır. Fakat bilgili ve zeki ablası Sofia, merakına yenik düşüp de yeni sistemi araştırdıktan sonra işin arka yüzünü görür. Asla yeni sistemi savunmaz ve asıl önemli olanın insanların birbirine duyduğu herhangi bir duygu olduğunu savunur. Alice bu hayatta rahat bir yaşam, ailenin her zaman en sevilen kızı, yakışıklı bir koca, para, kendi çekirdek ailesini tamamlayacak küçük bir çocuğa sahip olmanın hayali kurarak büyür. Sofia ise sadece ailesiyle olmak istemiştir. Fakat Alice’in hayallerinden birisi ile sürekli çarpışan Sofia evden kaçıp gider. Madem bir ailesi olmayacaktır o halde Varlıklılardan biri ile evlenerek her zaman rahat yaşamaya karar verir. Çünkü sistemin yara almayan tek kesimi burasıdır. Ya da kendisi öyle sanmıştır.
Alice hayallerinden biri olan yakışıklı bir kocaya sahip olur. Yeni sistemin iyi mimarlarından biri olan Philip Brunelli’yle birbirlerine âşık olurlar. İki kardeş başladıkları hayata tek çocuk olarak devam eden Alice evliliğinde de sevginin bir kölesidir. Fakat Philip tıpkı Sofia gibi bu sistemin herkesin zarar göreceği bir düzen olduğunu savunmaktan asla çekinmez. Alice bu düşünceleri görmezden gelir. Orta Bütçeli bir evi vardır ve keyfi yerindedir. Her gün kapısını açtığı, para sıkıntısını düşünmeden geçindirdiği bu ev onun yuvası olmuştur. Bir gün Philip’in konuşma yapacağı organizasyona yapılan saldırıdan sonra Philip’in aniden ortadan kaybolması ile Alice elinde var olan her şeyi birer birer kaybetmeye başlar. Bunun suçlusu olarak da Philip’i seçer. Geriye dönüp baktığında tüm bunları kaybedenin kendisi olduğunu anlar. Çünkü en başta Philip’i kaybetmiştir ve bu durumun tüm psikolojisini çökertmesi üzerine Alice yaşayacak gücü bir türlü bulamamıştır. Kapısını açtığı yer değildir yuvası, Philip’in kollarının arasıdır. Çünkü sevgi dediğimiz o duygu dört duvar gibi kısıtlamalar içerisinde yaşayamaz. Sürekli dolanır etrafta. Sıcaklığını hissettirir, her aklına geldiğinde düşüncelerini durduracak kadar kuvvetlidir ve hiçbir zaman bitmez.
“Biliyorum, zaman çoğumuzun yaralarını sarıp üstüne de birer gonca gül kondurur. Ama maalesef ben o şanslı insanlardan biri değilim.” (sayfa 15)
Zaman geçtikçe yeni sistemin arka yüzünü oturduğu Düşük Bütçeli evinde gören Alice, kaybettiği işinin de ardından ölümle yaşam arasında seçim yapmak zorunda hisseder. Bu sırada yazar Tünde Farrand sürekli bizi geçmişe götürür. Philip ile yaşadıkları o rahat yaşamlarından kesitlerle ve çocukluğunda yeni sistemle karşılaştığı ilk anları aklımızdan yavaşça geçirir. Bu süreci Alice de bizimle birlikte yaşamaktadır. Geçmişiyle şimdi yaşadığı hayatı kıyasladığı vakit Philip’in haklı olduğunu fark eder. Bir gün Philip bulunur. Bir GururEvi’ndedir ve ötenazi için iki haftası kalmıştır. Philip tüm bu olanları Alice hayallerindeki gibi yaşayabilsin diye tasarlamıştır. Bozulan sağlığı Alice’e yük olmasın, hep övündüğü ve anlattığı Orta Bütçeli hayatında istediği çocuğu en azından ona verecek biriyle evlenerek kazanabilsin diye kendisini ölü gibi gösterip hayatından çıkmıştır. Sevgiden bahsediyorduk az önce. Bir tarafta dört duvarı seven ve o dört duvar içerisine kimi sığdırdıysa onu da sevdiğini düşünen Alice ve sadece Alice’i sevmiş Philip.
“Yeni gümüş yüzük kendi kuyruğunu yutan bir yılan şeklindeydi. Parmağımın ucuyla yılanın derisindeki pürüzleri hissedebiliyordum.
“Ouroboros,” dedi Philip. “Kendi kuyruğunu yutan yılan. Sonsuzluğun sembolü.”
“Neden?”
“Sana olan sonsuz aşkımı hatırlatması için.” (sayfa 218)
Kurallar içinden geçemeyeceğimizi bildiğimiz duvarlardır. Alice büyükannesini, annesini ve babasını bir GururEvi’nde ölüme göndermiş bir kadın olarak sevdiği adamın kendisini düşünerek adım attığı bu ölüme hazırlık evinde ölmesini göze alamamıştır. Her isyanında bu kuralların duvarına çarpar ve yara alır. Her zaman bir çıkış yolunun var olduğuna duyduğu inanç hiç yitmemiştir ve bu durum Alice’in her seferinde daha hızlı bir şekilde duvara çarpmasını gerektiriyorsa yapacaktır.
“George bunamaktan çok korkuyor. En önemlisi de ailesini artık tanıyamamaktan korkuyor.”
Bu daha önce aklıma hiç gelmemişti; yani sadece acıdan korkmuyoruz, kendimizi kaybetmekten de korkuyoruz.” (sayfa 270)
İki haftada birbirlerini görme süreleri iki saat olmasına rağmen Alice her sabah kalkıp Londra’nın dışında kalan bir alandaki GururEvi’ne gider. Her gün onun sevgisini gördüğü gözlere bakabilmek ve bunlar son zamanlarıysa doya doya geçirebilmek için tüm imkanlarını kullanır. Fakat GururEvi’nin içinin de dışı kadar güzel göründüğünden şüphelenmeye başlamıştır. Bu sefer zaman tersine dönmüştür. Alice, Philip gibi şüpheci yaklaşmaya başlamıştır fakat Philip şaşılacak derecede bu sisteme övgüler yağdırmaktadır. Bu durum Alice’in GururEvi’nin içinde yaşananlardan daha çok şüphe etmesine yol açar.
“Bir keresinde, Somerset’teki küçük kırsal bölgeye gittiğimizde Philip bir günlüğüne kuş olmak istediğini söylemişti; Varlıklılara ait o etrafı çitlerle çevrili, gizli kapaklı, içinde kurtların özgürce koştuğu kısımları görebilmek, dünyayı keşfedebilmek için. O zamanlar özgür olduğu halde daha da özgür olmayı diliyordu. Şimdi ise altın kafese kapatılmış bir tutsak, ama bir kere bile uçup gitme arzusundan bahsetmedi.” (sayfa 302)
Alice bir açık bulmuştur. Philip ölmek istediğini, kör olma gerçeği ile yaşayamayacağını, yaşasa dahi sağlık durumundan dolayı yeniden buraya döneceğini savunmaktadır. Alice bunların hiçbirini duyamıyordur. Kulaklarında sızlayan vicdanı bunca zaman arkasında durduğu sistemin bir hiç olduğunu söyleyip duruyordur. Tek çıkış yolu Varlıklılardır. Kurdukları düzenin tek sahipleri koydukları kuralları da sert bir duvardan yumuşak bir pamuğa çevirebilir. Alice o Varlıklılar’dan birini çok yakından tanıyordur. Ablası Sofia’nın izini sürer ve kendisini kabul etmesini bekler. Sofia onunla karşılaşmayı göze alırsa tüm bunları düzeltecek o değerli gücünü kullanacak mıdır yoksa ailesini ve kendisine duyulan sevgisini bile elinden alan küçük prenses kardeşini düştüğü karanlıkta bırakmayı mı tercih edecektir?
“Çocukken izlediğimiz bir film vardı, hatırlar mısın, filmdeki çocuk sihirli gözlüklerini takınca dünyadaki bütün hayaletleri ve perileri görüyordu? Bana da aynen öyle oldu ama ben perilerin yerine çürümeyi ve bozulmayı gördüm, hem de bambaşka bir açıdan.” (sayfa 334)
Mayaların birbirlerini ilk gördüklerinde söyledikleri bir selamlaşma cümlesi varmış: In la kesh. Birbirimizin başka yüzleriyiz demekmiş. Birbirinin farklı yüzü olan iki sistem, iki kardeş, iki eş, çocukluklar… Kurtlar Ülkesi romanı eski sistem ile yeni sistem arasındaki köklü değişimlerin arabalar, evler veya iletişim araçlarıyla olmadığını ve insanların bu değişimi gerçekleştiren ilk basamak olduklarını göstermiştir. Sürekli kaçılan o kurtlar, insanların kendisidir. Her gün baktığımız aynada alışık olduğumuz yüzde başka bir ayrıntıyı keşfettiğimiz yerde değişiyor hayatımız.
İyi okumalar.
• Kurtlar Ülkesi – Tünde Farrand
• Çeviri: M. Emin Baş
• Timaş Yayınları – Roman
• 372 sayfa