Jules Payot‘nun gençlere, zihin işçilerine seslenen bu eseri birçok Türk yazar ve düşünür tarafından da tam not almıştır. “Disiplin içinde çalışmayı bu kitaptan öğrendim,” diyen Cemil Meriç; “Kendi kendime, ah bu kitap on sekiz yirmi yaşlarımdayken elime geçmeliydi diyor ve geciktiğim için üzülüyorum,” diyen Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil bu düşünürlerden sadece birkaçıdır.
Bu kitap gerçekten de yaşı, çağı olmayan bir kitap. Hem daha yirmili yaşlarındaki bir gence hitap ediyor, hem de orta yaş sayılabilecek kırklı yaşlarındaki kişilere. Zaten yazar da bu durumu “Bu eseri normal genç insanlar için yazıyoruz,” diyerek özetliyor. Yaşı kaç olursa olsun hayata tutunmak için bir neden arayan, her yeni günü bir başlangıç sayan herkese rehberlik edebilecek bi eser. Ben de okurken etkilenip altını çizdiğim bir kaç kesiti sizinle paylaşmak istedim. Hayatınıza yeni bir pusula olabilmesi dileği ile …
Neredeyse bütün başarısızlıklarımızın altında bir neden yatıyor,o da irademizin zayıf olması ve çaba gösterme, özellikle de sürekli çaba gösterme düşüncesi karşısında dehşete kapılıyor olmamız.
Kişi, kariyerinin yanında aklını çalıştıracak başka türden uğraşlar edinmezse enerjisinin giderek kötüleşmesi kaçınılmazdır.
Oysa hiçbir sevinç, emek harcamadan yaşanmaz, bütün mutluluklar biraz olsun çaba ister.
Ortaöğretim müfredatı bütün öğrencileri birer savruk tembele dönüştürmeye programlanmış gibi. Zavallı ergenleri, her şeyi üstünkörü öğrenmeye zorlamakta ve değinilen konuların çeşitliliği yüzünden hiçbirinin içtenlikle özümsenmesine izin vermemektedir. Genç insan, ortaöğretim sisteminin tümüyle saçma olduğunu nereden bilsin ? Oysa sistem, öğrencideki bütün girişimci ruhu, çalışmalarındaki dürüstlük kırıntılarını da yok etmeye yöneliyor.
Özgür olma hakkını kazanamayan kimse özgür değildir. Evet, o ne bir hak ne de sıradan bir durumdur, özgürlük bir ödüldür. Hem de ödüllerin en yücesi en mutluluk verenidir. Manzara için güneş ne ise, yaşamdaki tüm olaylar için de özgürlük odur. Onu fethedemeyen kişi, hayatının tüm gerçek ve kalıcı sevinçlerinden yoksundur.
İnsanlar ne der sorusuna boyun eğmek hiçbir orijinalliği olmayan hoş ve kibar insanlar yaratır. Hepsi de başkalarının ellerindeki iplerle harekete geçen, güzel ve mekanik kuklalardır. En dehşet verici anlarda bile hissettikleri sadece geleneksel duygulardır.
Zekânın kendine hüner de için zaman ile müttefik yani sabırlı bir bir taktik izleyerek sakin ama ısrarlı olması gerekir. Bu şekilde yavaş yavaş ama emin adımlarla kendine güç hatta diktatörlük kazanabilir.
… çalışma fikri ve eyleme dökülmesi arasındaki bağ, kişinin içinden gelmiyorsa kurulamaz. O zaman fikir, arzulanan bir eyleme sağlam ve yıkılmaz bir biçimde lehimlenmek isteniyorsa onları, duygu durumlarının harlı ateşiyle kaynaştırmalıyız. Böylece, geri dönüşü olmayan şekilde birleşmeleri mümkündür.
Derin düşünme için kendini yalnızlaştıran kişiler, hep suçlanırlar. Oysa dünyada harika ve kalıcı ne varsa derin düşünen insanların eseridir.
… Samimiyetle düşünen herkes, bu sahte biyografilere karşı öfkelenecektir. Akademisyenleri ve siyasetçileri her gün 15 saat çalışıyor diye göstermek, gençlerin cesaretini kırmaya yarar. Neyse ki Bossuet’nin daha önce bahsedilen bir sözünde belirttiği gibi, her gün az da olsa bir şey elde etmek yeterlidir çünkü en yavaş hızda bile gidilse belli bir yol alınır.
Çalışmak, insanlığın köklü bir kuralıdır ve bu kuraldan feragat eden herkes, aslında tüm yüksek ve kalıcı sevinçlerden vazgeçmiş demektir.

- İrade Terbiyesi – Jules Payot
- Karbon Kitaplar
- Çeviri: Oya Işık
- 278 sayfa