25 Aralık 1991’de kameraların karşısına çıkan Mihail Gorbaçov “Görevimi kaygı içinde ama umutla bırakıyorum.” sözleriyle Sovyetler Birliği liderliğinden istifasını açıkladığında, binlerce yıllık dünya tarihinin önemli kırılma anlarından biri yaşanıyordu.
Birbiri ardınca gelen iki büyük dünya savaşı ve takibinde yaşanan “Soğuk Savaş” yılları gezegenimizi nükleer silahların gölgesinde çift başlı bir yapıya sürüklemişti. Sovyet Rusya’nın dağılmasının ardında pek çok siyasal, ekonomik veya ideolojik sebepler vardı muhakkak. Ancak 1986 yılında bugün Ukrayna toprakları içerisinde yer alan Çernobil’de meydana gelen nükleer santral kazası demir perdenin gerisinde görülmeyen/gösterilmeyen pek çok acı gerçeğin gün yüzüne çıkmasına neden olmuş, dev Sovyet matruşkasının parçalanması onlarca farklı sorunun ortaya saçılmasıyla sonuçlanmıştı. 2011 yılında Japonya’da meydana gelen Fukuşima Faciası ile birlikte tekrar zihinlerde dalgalanan Çernobil, Türkiye dahil pek çok ülkeyi derinden etkilemişti.
İrlandalı tiyatro yönetmeni Darragh McKeon tarafından kaleme alınan Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, işte bu faciayı ve trajediyi odak noktasına alan bir eser.
Kitap, müzik dehası Yevgeni ve teyzesi Maria’nın öyküleriyle açılıyor. Ardından iş hayatında başarılı, özel hayatında kayıplar yaşamış gönlü yorgun bir cerrah Grigori ile tanışıyoruz. Ve son olarak, delikanlılığın eşiğinde bir köylü, Artyom’u tanıyoruz. McKeon, zaman zaman kesişen ama çoğunca farklı düzlemlerde ilerleyen bu yaşam öykülerini Çernobil ağacına dolanmış sarmaşıklar gibi sunuyor okuyucuya. Ancak bu yaşam öykülerini sunarken, yazarın sadece bir roman yazma derdinde olmadığını, insanlığın mutluluğu için var olduğunu savunan sistemlerin karanlıkta kalmış küflü, kokuşmuş taraflarını da anlatmaya çabaladığını fark ediyorsunuz.
Özellikle santralde patlamanın meydana geldiği an ve sonrasında yaşananlar trajik bir dille anlatılmış. “Tasavvur edilemez, katlanılamaz bir olaydı, böylesi bir olayın gerçekleşmesi ne kadar olanaksızsa, karşısında planlı olunması da o kadar imkansızdı. Sistem arıza vermeyecekti, sistem arıza veremezdi, sistem şanlı anavatandı.” sözleriyle McKeon narsist sistemin eleştirisini yapıyor. Reaktörde yangının çıktığı andan itibaren yapılan gelişigüzel müdahaleler, kazanın olabileceği veya olduğunda neler yaşanabileceğine dair hiçbir hazırlığın bulunmayışı, 1961’de yaşanan ve filme de konu olan K19 nükleer denizaltı faciasından hiçbir ders alınmadığını gözler önüne seriyor.Glastnost ve Prestroyka çabalarıyla modernleştirilmeye çalışılsa da kendini dışarıya karşı kapatan ve Marksizm-Leninizm laboratuvarında homo sovyeticus’u yaratmaya çalışan sisteme dair bir diğer eleştiri ise Nobel Ödüllü Rus Yazar Svetlana Aleksiyeviç’in “Genel olarak kapalı bir hayat sürerdik, dünyada ne olup bittiğini kimse bilmezdi. Oda bitkileriydik.” ifadeleriyle anlam bulmuştur.
McKeon, zayıf insanların içinde var olan biat kültürünün korkunçluğunu ise, göz göre göre gelen radyasyon bulutuna karşı vurdumduymazlığını devam ettiren Minsk Belediye Başkanı’nın şu sözleri ile gözler önüne seriyor. “Beni ben yapan, bu ülkeyi de ülke yapan partidir. Partinin yargılarına daima güvenirim. Bir enerji santralindeki yangın da bunu değiştiremez.”
Kitapta facia sonrasında santral bölgesinde yaşayan insanlara karşı gösterilen ve bu insanları ötekileştiren tavır, Jose Saramago’nun ölümsüz eseri “Körlük”te canlandırılan bölümleri getiriyor aklınıza. Ve bir kez daha “karantina” uygulamasının aslında insanoğlunun sahip olduğu konforu ve güveni kaybetmemek adına patlayan bir tohum olduğunu görüyoruz.
Farklı düzlemlerde ilerleyip yer yer birbiriyle çakışan hayatların üzerinde Çernobil’den doğan zehirli bulutun etkisini, devletin bozulan vicdanın demir yumruğunu satırlar arasında hissedebiliyorsunuz.. Eleştirilerini Çernobil gibi bir faciayı temele alarak sıralayan yazarın zaman zaman geriye dönüşlerle kurguyu güçlendirdiğini, karakterlerin iç dünyalarını başarılı şekilde sunduğunu görüyoruz. Olumsuzluktan ziyade eksiklik olarak görülebilecek tek husus yazarın kimi zaman karakterlerin yaşadığı olayları sahnelerken Sovyet Rusya’dan ziyade Batılı bir ülkedeymiş havası vermesi. İrlanda asıllı olan McKeon’un Avrupa ve Amerika’da yaşıyor olması Sovyet Rusya’sında yaşananları anlatırken kişisel deneyimlerden ziyade yer yer bir gözlemci raporundan alıntılar aktarıyor havası yaratmasına neden olabiliyor. Ancak bunu da Manpupuner gibi çok bilinmeyen doğal güzellikleri anlatımına dahil ederek ya da Rus halkının gündelik yaşamına dair detayları okuyucuya sunarak dağıtmaya çalışıyor.
Ve kitabın son bölümünde yazar bizi sürpriz bir şekilde 2011 Nisanında New York’a götürüyor. Tüm yaşanılanların ardından Yevgeni’nin günümüz Rusya’sının servetle gösteriş yapmaya meraklı havasına dair eleştirileri gözümüze çarpıyor. 25 yıllık bir zaman dilimini konu alan kitabıyla McKeon’un sıradan bir roman yazmaktan öteye geçip, insanları bilgilendirme ve düşündürme gayretinde olduğunu görüyoruz.
- Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor – Darragh McKeon
- Doğan Kitap – Roman
- 388 sayfa
- Çeviri: Özlem Yüksel
(Bu yazı daha önce Ayraç Dergisi 91. Sayısında yayınlanmıştır.)