Şiirleriyle mest olduğumuz Sinem Sal’ın öykü, roman derken yarattığı dilin içimize nasıl işlediğine şahit olmaktan pek mesut iken Mart 2021’de Mihrap ile tanışmıştık. “Bizim Zamanımız” kısa sürede yaptığı tekrar baskılarıyla çok sevilmiş ve hemen her platform romandan alıntılarla donanmıştı. “Kendi ayakları üstünde duran kadınlara hep hayran kaldım. Allah herkese o ayaklardan nasip etsin. Bende yok. Bitiş çizgisinde sürünerek ilerliyoruz işte. Annem ve ben.” diyen Mihrap’ın hikâyesi kısık sesli bir başkaldırı ile sesleniyordu okura, hem de ilk ağızdan. Şarkılar, diziler, yarışmalar, tv şovları örnekleriyle doksanlar güzellemesi de yapıyordu. Şen şakrak bir anlatım, nefis diyaloglar, kara komik haller derken bir solukta bitiyor ama içimizde devam ediyordu. Milenyum öncesine götürüyor, “ne güzel zamanlardı” dedirtiyor ve hoş bir gülümseme bırakıyordu… Sen çok yaşa mihrap derken buluyorduk kendimizi. O dileğimiz bir anlamda gerçek oldu. Kasım 2024 itibariyle on yaş dönemini anlatan yeni romanıyla tekrar karşımızda Mihrap. Bu kez romana adını vererek gelmiş. Karakarga Yayınları etiketiyle raflarda yerini alırken bolca merak ve heyecan kapladı içimizi.
Romanın çıkış noktasını şu sözlerle anlatmış Sinem Sal:
“Anlatınca her şey hafifleyebilir. Bir çocuğun yas sürecini yazmak istiyordum. Darbeyle değişen hayatları bir çocuğun gözünden anlatma fikri de beni heyecanlandırdı. Aynı zamanda bu defa bir baba kız hikâyesi anlatmak istedim. Hasköy’ü, ülkenin en sert dönemlerinde çocuk olmayı, yası ve çalınan neşeyi yazdım.”
“Bizim Zamanımız”da “Annemden öğrendiğim bir şey var. İnsanlarla bir siyasetten bir de dinden konuşmayacaksın. İkisi de don gibidir der. Herkesinki kendine.” diyen Mihrap, okuru bu kez siyasetin en yoğun olduğu döneme, darbe günlerine götürüyor. 12 Eylül 1980 darbesi zamanlarına. Halen hesaplaşmakta zorlandığımız ve etkilerini günlük yaşamda hissettiğimiz günleri Mihrap ile birlikte yeniden yaşıyoruz. Darbenin etkisinin sadece siyasete değil her yere yansıdığını anlatan romandan alalım sözü: “Herkesin evinde bir darbe var.” O darbeleri Hasköy üzerinden anlatıyor Sinem Sal. Neşeli dram adı verilen türde ilerlerken bir çocuğun yas sürecini neşelendirmeye çalışmasının hikâyesini anlatıyor. Darbe Mihrap ve annesinin yaşamıyla sınırlı değil elbette. Mahalleli ve komşuların aldıkları hasarları da yine şen şakrak anlatıyor. “Savaşları hiç kaçırmam. Anılarıysa unutmam” diyen Mihrap’tan on yaşını dinliyor, okuyoruz.
On yaşındaki her çocuk gibi Mihrap da mutlu mesut bir süreçte. Kendisini iyi tanıyan ve tanımlayan ana karakterin diline ve anlatımına ilk romandan alışıp sevdiğimiz için hikâyenin içine hiç yabancılık çekmeden dalıyoruz. Tarih geriye alınmış olsa da mahalle, olaylar ve karakterler derken sevdiğimiz bir dostumuzu yeniden ziyaret etmiş gibiyiz. Yoğun bir nostalji duygusu kaplıyor içimizi. “Nostaljideki acılar geçmiştir ve oradaki herkes çok mutluymuş gibi gelir.” diyor Mihrap. Bu kez onun da nostaljisi bu bir bakıma. Hayatını değiştiren olaylar silsilesi çok geçmeden gerçekleşiyor. Babasının kalp krizi geçirip ölmesiyle bir anda yetim kalıyor. Bu beklenmedik yas ile başa çıkmanın formülünü de çok geçmeden buluyor.
“İçimde kötü, çok kötü, kara kedi, ağlayan çocuk resmi, ters dönmüş terlik, evde açılmış şemsiye gibi uğursuz bir his var. Babamın öldüğünü karnımda hissediyorum. Çünkü koluma takılan serum, sinir haplarının zehrini atıyor ama karın ağrım hâlâ olduğu yerde. Bu uğursuz ağrıyı gideren bir şey yok mu diye bağırasım var.” diyen Mihrap’ın ağrıdan kurtuluş reçetesi en yakın arkadaşı Nino’dan aldığı bilginin ışığında doğuyor. “Ölüler kırk gün kırk gece evlerine gelirlermiş.” O zaman kırk gün içinde darbeyle değişen hayatlarını yeniden eski haline döndürebilirse babasının geldiğinde kalacağını düşünüyor ve ekliyor:
“Öldükten sonra babaların eve girmesine hangi Allah izin veriyorsa ona inanacağım.”
Babasının mutsuzluktan öldüğünü düşünüyor. “Darbe yüzünden kalpten gitti babam. Darbeyi geri alırsam kalbi yeniden çalışacak.” Öyleyse mutlu etmeli. Bu uğraşı sırasında bir de yeni duyguyu tanıyor: Aşk. “İnsana aşka düşmüyor. Aşk insana düşüyor. Hem de tam karnına.” diyerek bir darbe daha alıyor karnına.
“İnsan birini özleyince öfkelenmeye başlıyor. Çünkü zamansız yaşlanıyorsun. Ne kadar hatırlamak istesen de sesini, yüzünü ve otururken ayağını nasıl kıvırdığını unutmaya başlıyorsun. Beynin giderek küçülüyor ve küçülen beyninde sadece o kişiyi ne kadar çok özlediğin kalıyor.”
Özlediklerimizi aklımıza getiren bir roman bu. Mihrap gibi uçuk fikirlerle dünyadan, gerçeklerden kopuşlarımızı, depresyonlarımızı, sonu gelmez aile kavgalarını, çocukluğumuzda şahit olduğumuz büyüklerin oynadığı o tiyatroları, mahalle curcunalarını, en çok da zamansız ebeveyn kayıplarını. O özlemlere Mihrap ile birlikte katılıyoruz. “Saatleri geri alsam ve keşke işe yarasa.” dediğinde de bir keşke de biz ekliyoruz. “Geri alamıyorsam da ileri alırım saatleri.” dediğinde de bir keşke.
Annelerin salonuyla babaların meyhanesi arasında bir boru hattı döşenmesi fikri, küçük kıyamet kavramı, çiçek çocuklar, hippiler, sosyalistler, komünistler, faşistler, darbe günü, mesken edindiği gamlı sal, ilk aşk, hapishaneler, gözaltılar, okunan mektuplar, ödev için oynanan tiyatro, Yahudiler, anne babaların ilişkilerindeki roller ve çatlaklar derken dönemin sosyal yapısına dair keskin gözlemler ve yorumlarla donanmış kara komik haller bütünü Mihrap. Bir kız çocuğunun yas süreciyle alevlenen varoluşunu toplumsal değişimlerin gölgesinde ele alan bir roman. Umut ve inkara ne olursa olsun buruk da olsa bir gülümseme ilikleyen roman. Sinem Sal’ın artık mahir olduğu dili ve anlatımıyla gülüyoruz ağlanacak halimize. Ne de olsa “Deliye delilikle, kavgaya kavgayla, şarkıya şarkıyla eşlik etmek kültürümüzde var.” Ki müzikle bağı güçlü bir roman Mihrap. Bölüm isimleri dönemin şarkılarının sözlerinden oluşuyor. Tüm çabanın sonunda birbirini seven insanların vedalaşmadan ayrıldığını ve devletin bizden büyük olduğunu kabullenmekte zorlanmıyoruz bu yüzden Mihrap gibi.
“Saatleri okumayı öğrendiğimde zamanın ne anlama geldiğini bilmiyordum. On yaşındayım ve doğduğumdan beri on sene geçmediğinden eminim. İşte buna zaman diyoruz. Saçlarımın köklerinin beyazladığından ve içeri doğru uzayıp beynimi gıdıkladığından eminim. Bunu anlayan biri olmadığından da.” diyen Mihrap’ı anlıyor ve dahası neşeyle, keyifle eşlik ediyoruz. “Neşe bulaşıcı bir şey. Suçiçeği gibi. Kaşındırmaz ama iz bırakır.” diyor ve bulaştırıp, iz bırakıyor. “Allah sevdiği kullarını yanına alırmış. Halkı sevenleri de polisler şubeye alır. Allah’la şubeden arta kalan halkımıza da Mihrap sahip çıkar.” İyi ki sahip çıkmış diyoruz. “Keşke gözlerimizi kapatınca dünyayla olan tüm bağlantımız kesilse. Duymasak, anlamasak, hissetmesek.” dediğinde şevkle katılıyor ve ekliyoruz: Sen çok yaşa e mi Mihrap!
- Mihrap – Sinem Sal
- KaraKarga Yayınları – Roman
- 216 sayfa