Ailesinin asıl köklerini belirttiği gerekçesiyle “Pirhasan” soyadını alarak “Demirkan” soyadını bırakan Abdülkadir Pirhasan namı diğer Vedat Türkali 13 Mayıs 1919’da Samsun’da doğmuştur.
Yoksul ve dindar bir ailenin üç kız evladının ardından ilk erkek evladı olarak dünyaya gözlerini açmıştır. Ailenin dindar yapısından kaynaklanan tutucu yapısı, kız evlatlarının okumasına engel olmuştur ancak en büyük ablası ailenin diğer kız evlatlarından şanslı olarak ikinci sınıfı da okuyabilmiştir. Belki de bu nedenle kitap okumaya gönülden bağlanmıştır ablası. Ablasının bu kitap sevgisi Vedat Türkali’ye de geçmiş, ablası ona kitap sevgisi aşılayan ilk kişi olmuştur.
Herkesin Kuran okuduğu bir ev ortamında Vedat Türkali de Kuran’ı beş kez hatmetmesinin yanında birçok yazarın kitabıyla da buluşmayı başarmıştır. Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Reşat Nuri gibi birçok yazarı okuma şansı elde eden Vedat Türkali’nin ilk siyasi fikirleri de bu kitaplar eşliğinde şekillenmiştir. Kemalist fikri savunmaya başlamıştır ilk olarak.

Vedat Türkali
Yoksul bir ailenin çocuğu olarak kitapları elde etmek kolay olmamıştır ancak Samsun’daki Gazi Kitaplığı onun için müthiş bir fırsat olmuştur şüphesiz.
Bu kütüphane onun hayatının dönüm noktalarından ilkine şahit olmuştur. Bu kütüphanenin müdavimlerinden biri olan Komünist Mehmet’le geçirdiği zamanlar onun ruhunu yeni birçok fikirle doldurmuştur. Ancak bu arkadaşlık onun polisle tanışmasına da neden olmuştur. Komünist Mehmet’in günlüğünde adı geçen Vedat Türkali bir anda kendisini polisin karşısında bulmuş ancak kısa sürede serbest bırakılmıştır. Siyasi polisle tanışıklığı böylece başlamıştır.
Gazi Kitaplığı sayesinde kitap okuma sevdasını sürdüren yazar, bu olaydan sonra siyasi kitaplara yönelmiştir. Goethe çevirisi yapmış, birçok siyasi kitapla da ideolojisini zenginleştirmiştir. Üstelik Komünist Mehmet gibi bir dost daha katmıştır bu kütüphane Vedat Türkali’nin yaşamına. TKP’nin Samsun’da örgütlenmesini sağlayan Sefer Aytekin ile de kısa sürede sağlam bir dostluk kurmuştur. O da tıpkı Komünist Mehmet gibi Vedat Türkali’nin ideolojik dünyasına etki etmiştir.
Samsun’da büyümüş olmak belki de Vedat Türkali için büyük bir şanstır. Yaşadığı çevre ona eşsiz bir malzeme sunmuş, o da gözlem yeteneğiyle bütün insanlık durumlarını kendi algı potasında eritmiştir. Tanık olduğu her bir hikâye onda iz bırakmıştır.
Yine lise yıllarında çok değerli bir dost kazanmıştır: Merih Baykal.
“Merih’i görür görmez, taşralı bir şair delikanlı olarak çarpılıverdim. Konuşmalarımız başlayınca daha da çarpıldım, şiire düşkündü o da; yazıyordu da!” cümleleriyle Merih Baykal’ın hayatına ansızın sızışını özetlemiştir. Lise yıllarında başlayan bu dostluk ve aşk maalesef ki Merih Baykal’ın 2013 yılında ölümüyle sonlanacaktır.
Edebiyat sevgisi ve ideolojik altyapısı böylece Samsun’da oluşmuştur. Yaşadığı çevre ve bu üç önemli dost Vedat Türkali’nin adeta tohumu olmuştur.
1937 yılında Samsun’dan ayrılmıştır Vedat Türkali. İstanbul’a Türkoloji okuma sevdasıyla büyük ablasıyla gitme kararı almıştır. Samsun’dan ayrılış anını “3 Ekim 1937’de büyük ablamla bindiğimiz Karadeniz vapurunun güvertesinde, Sinop’tan yüklenen koyunlarla birlikte İstanbul’a gelip Aksaray Haseki’deki annemin amcasının kızının evine indik.” sözleriyle anlatmıştır. Büyük hayali Türkoloji için gittiği İstanbul’a görür görmez adeta aşık olmuştur. Türkoloji bölümünü çok istemesine rağmen kazanamamış ancak yüreğindeki İstanbul sevgisi ona yeni ve zengin birçok malzeme sunmuştur. Bu arada Türkoloji bölümünde okumanın bir başka yolunu bulmuştur. Şartlar oldukça zordur ancak Vedat Türkali bu hayaline kavuşmak için bu şartları önemsememiştir. Böylece Milli Savunmanın askerli liselerde öğretmenlik yapmaları için açtığı kontenjana başvurarak hem asker hem de Türkolog olacaktır. Yakın dostu Merih Baykal da aynı şekilde felsefe eğitimi için başvuru yapmıştır. İki yakın dost askeriyenin on beş yıllık mecburi hizmet şartını önemsemeden büyük bir heyecanla öğrenimlerine başlamıştır ancak üniversitenin henüz ilk aylarında büyük heyecanlar yerini büyük hayal kırıklıklarına bırakmıştır iki dostun yaşamında. Üniversitenin mevcut durumu onları tatmin etmekten çok uzaktır.
Vedat Türkali yaşadığı hayal kırıklığını “Üniversitede üçüncü bir komünisti epey arandık Merih’le. Yoktu ya da biz bulamıyorduk.” cümleleriyle ortaya koymuştur. Ancak üniversitenin ikinci yılında bir nebze olsun rahatlamışlardır. Çünkü iki dost için aynı dili konuşabilmek önemlidir: “Felsefeye Samsunlu Tahsin Berkem, onun aracılığıyla tanıştığımız Mustafa Göksu, bizim askeri öğretmen bölümüne Türkoloji’deki Yusuf Atılgan gelinceye kadar, hemen hemen de iki yıl sürdü beklentimiz.”
Üniversitenin siyasi algısı ile uyuşmayan Vedat Türkali bu dönemde daha çok Marksizm’e dair okumalar yapmıştır. Gazeteci yazar Hikmet Kıvılcımlı’nın Marksizm Bibliyoteği kitabı adeta başucu kitabı olmuştur.
Bir yandan şiirlerini yazmaya devam ederken bir yandan da kendini geliştirmeye devam etmiştir. Ancak çok da önemli bir karar almıştır. Sevdiği kadın ve en iyi dostu Merih Baykal’la Samsun’da evlenmiştir.
Hayatlarının akışı yeni bir dostla renklenmiştir. Mihri Belli, Vedat Türkali’nin yaşamında mihenk taşı olan bir başka dosttur. Bu özel dostluğun başlama hikayesini Vedat Türkali “TKP Merkez Komitesinde olduğuna inandığı Mihri (Belli) de askerliği bitirip Sümerbank Satınalma’ya girmişti; Basri sık sık uğrayıp TKP konusunda bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu ondan. Mihri’yle benim de buluşup konuşmamı önerdi sonunda. Gidip Karaköy Sümerbank’ta buldum Mihri’yi. Sevinçli, küslü, kavgalı, barışmalı, sırasında uzun, kısa yol ayrımlı, yer yer uzaklaşan, yer yer koşut ya da kesişen çizgilerdeki altmış yıl boyu arkadaşlığı, güneşli bir günde, Karaköy köprü çevresinde ağır ağır gezinerek başlatmış olduk.” şeklinde ortaya koymuştur.
Üniversitenin ardından öğretmen olabilmek için yedek subay okulunda eğitimini tamamlamak zorundadır, bu nedenle de eşi Merih’le Ankara’ya taşınmıştır. Ankara onların sonsuz sevgisine büyük bir hediye sunmuş, yeni bir dostla Ankara’da yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Behice Boran ile sağlam dostlukları yıllarca devam etmiştir.
Yedek subay okulunda eğitimini tamamladıktan sonra Maltepe Askeri Lisesine askeri öğretmen olarak atanmıştır. Ancak askeri lisenin Akşehir’e taşınması nedeniyle Akşehir’de öğretmenlik yapmaya başlamıştır. Merih Baykal da burada öğretmenlik yapmaya başlamış hatta birlikte yürüttükleri bir çalışmayla öğrencileriyle Batı edebiyatının önemli tiyatro eserlerini sergileme imkanı yakalamışlardır.
İstanbul ile bağlarını koparmayan çift parti çalışmalarını da böylece sürdürebilmişlerdir. 1944 yılında eşi Merih doğum için İstanbul’da kalmış, Vedat Türkali ise Akşehir’e görevi için dönmek zorunda kalmıştır. Bu özlem, Türk edebiyatı için muazzam bir fırsata dönüşmüştür. Eşi için İstanbul şiirini yazmış, bu şiir yıllar sonra Edip Akbayram yorumuyla ölümsüzleşmiştir.
Aynı tarihlerde Mihri Belli’nin tutuklandığını öğrenerek derin bir üzüntü yaşamıştır. Ancak onun acısını hayat güzel bir sürprizle bir nebze de olsa gidermiştir: Kızları Deniz dünyaya merhaba demiştir.
Ancak Akşehir’de yalnızlık ona pek yaramamış, ağır bir boğaz iltihabı ile ciddi bir rahatsızlık geçirmiştir. Maalesef ki art arda kötü haberler almış, ailesinden uzakta zor günler geçirmiştir. Partiden Hasan Basri; Sansaryan Han’ın üst katından atılmış, partisi kapatılmış ve partisinin birçok üyesi tutuklanmıştır. Bu olaylar yaşanırken dostlarından, ailesinden uzakta olmak Vedat Türkali’yi oldukça yaralamıştır. Askeriyeden atılmak için uğraşırken okulun tekrar İstanbul’a taşınması sayesinde İstanbul’a geri dönebilmiş ve partisi için gereken çalışmalara hemen başlamıştır. Partisi için gerekli bağlantıları kurmaya başlamış ancak bu bağlantıların biri nedeniyle yedi yıllık bir cezaevi sürecine mahkum olmuştur. Yedi yıl boyunca çeşitli illerdeki cezaevlerinde yatan Vedat Türkali, cezaevi günlerinin ardından verilen sürgün cezası nedeniyle Şişli Karakolu’na aylarca imza vermek zorunda kalmıştır.
Cezaevi sürecinden sonra hayata büyük bir hırsla yeniden başlamıştır. Yılmaz Güney ve Erol İnci ile tanışma imkanı yakalamış ve sinema sektörüne böylece hızlı bir giriş yapmıştır.
Önce dostu ardından da damadı olacak Atıf Yılmaz, Vedat Türkali’nin sinemaya başlama hikayesini şu sözlerle ortaya koymuştur: “Uzun yıllar önce Beyoğlu’nda yürürken Yaşar Kemal’le karşılaştığımı hatırlıyorum. Yaşar, ‘Bizim Abdülkadir yeni hapisten çıktı. İçeride sinemaya merak sarmış, senaryo yazmak istiyor.’ diyor. Benim telefonumu vermiş. Kadir Ağbi’nin telefonunu da bana veriyor. Hangimiz daha önce aradık hatırlamıyorum. Sonunda, sanırım bizim evde buluşuyoruz. Abdülkadir Demirkan ve eşi Merih Demirkan’la ilk karşılaşmamız böyle olmuştu. O yıllar sinemanın bereketli yılları, bol bol film çekiliyor. Kadir Ağbi’ye hemen bir senaryo işi ayarlıyorum ama isim sorunu var. Abdülkadir Demirkan imzalı bir senaryonun sansürden geçme şansı sıfır. Kadir Ağbi’yle isim aramaya başlıyoruz. Sonunda Kadir Ağbi, hepimizin heyecanla onayladığı Vedat Türkali adını buluyor ve Vedat Türkali ismi Kadir Ağbi’nin önce senaryoları, daha sonra da ‘Bir Gün Tek Başına’ romanıyla başlayıp gittikçe olgunlaşan edebiyatçı, romancı yanıyla ölümsüzlüğe kavuşuyor.’’
Böylece hayatı, yeni süreci kucaklaşmıştır. İsmi değişmiş, sinemaya adım atmış, senaryo yazmanın yanında filmler yönetmiş ve sinema emekçilerinin örgütlenmesinde aktif rol oynamıştır.
1974 yılında ise gönlündeki bir diğer sevdayı gerçekleştirmiş, ilk romanı “Bir Gün Tek Başına” yayımlanmıştır. Bu eser büyük bir ilgiyle karşılanmış, Türk siyasi tarihini anlatmasıyla geniş bir yankı uyandırmıştır. Yıllar sonra Vedat Türkali bu eserini senaryolaştırmış, yönetmen oğlu Barış’a teslim etmiştir. Ancak beklenen film bir türlü izleyicisi ile buluşamamıştır. Bir söyleşisinde “Oğlum Barış Pirhasan ve torunum Yusuf Pirhasan yönetecekti. Senaryosu bir yılımı aldı. Zaman benim için çok değerli. Herkes romanın filmini beliyor, asistanıma mailler atmışlar. ‘Hayallerimiz ne olacak?’ demişler. Sinema ayrı bir bilinç. Bir de onu denemek istedik. Ama iyi bir yapımcı çıkmadan o iş olmaz. Beni, ‘Bir Gün Tek Başına’ ile anarlar. Ancak beni anlamak için ‘Güven’i okumalısınız.’’ cümleleriyle duruma açıklık getirmiştir.
Peki başyapıtları arasında sayılan “Bir Gün Tek Başına” yerine neden “Güven” romanını işaret etmiştir Vedat Türkali?
Aslında şüphesiz yazarımızın bütün eserlerinde yaptığı gibi büyük bir emekle ortaya çıkmıştır Güven romanı.
Vedat Türkali, Güven romanını on yılda tamamlamıştır. İki cilt olarak ortaya çıkan bu eser, Vedat Türkali’nin belki de hayattaki en büyük tasarısıdır. Bu eseri için Londra’ya yerleşmiş, herkesten ve her şeyden uzakta eserini tamamlamıştır. Güven, Vedat Türkali’nin ömrü boyunca yazmak istediği büyük eseridir.
Güven romanının Vedat Türkali için önemini bilen dostu Mihri Belli, bu kitap için “Güven romanının öyküsü çok eskilere dayanır. Sevim Belli ve ben o öyküyü en iyi bilenlerdeniz. Güven romanında Türkali yaşadığı bir öyküyü anlatıyor. O romanın er geç yazılacağını daha o günlerde bize söylüyordu. Aradan geçen yarım yüzyılın birikimini içeren bu yapıt sonunda yayımlandı ve olay oldu. Okuyucu o günlerin insanlarını tanımış oluyor, onları seviyor ve onlara saygı duyuyor. Böyle bir olayı yaratan kişi doğru yoldadır.” demiştir.
Mavi Karanlık, Yeşilçam Dedikleri Türkiye, Tek Kişilik Ölüm, Kayıp Romanlar, Yalancı Tanıklar Kahvesi gibi birçok esere imza atan Vedat Türkali’nin iki eseri, ‘Bir Gün Tek Başına’ ve ‘Güven’, benim için ayrı bir öneme sahiptir.
Güven romanı için verdiği emek her daim büyülemiştir beni. Bir Gün Tek Başına romanı ise gerek kurgu gerek dil olarak bambaşka diyarlara götürmüştür. Nitekim bu eser iki önemli ödülle de taçlandırılmıştır. Milliyet Yayınları 1974 Roman Ödülü ve 1975 Orhan Kemal Roman Ödülü ile başarısını ortaya koyan eser Türk siyasi tarihine ışık tutmayı başarmıştır.
Bu esere dair hissettiklerimi de kısaca sizlerle paylaşmak isterim:
27 Mayıs 1960 askeri darbesine doğru adım adım ilerleyen bir toplum… Bu toplumun bireylerini bütün psikolojik çıplaklığıyla ele almış bir kitap… Her anlamda beni parçalayan ve içimi kavuran bu kitabı tanıtmak oldukça heyecan verici… Yazarın başarısını kıskanmamak ise imkansız.
‘Bir Gün Tek Başına’ Vedat Türkali’nin ilk romanı. Bu kitap tam 687 sayfa. Bir yazarın daha ilk romanında anlatacak bu denli yoğun bir iç serüvenin olması olağanüstü.
Siz kendinize veya hayatınıza dair kaç kelime kullanabilirsiniz? Yazacaklarınız kaç sayfa sürebilir? Bu denli bir başarı karşısında kendi yapamadıklarım adına canım fena sıkılmıştı. O halde benim anlatabileceğim bir hayatım yoktu. Zira 687 sayfa roman yazabilmeniz için hayatınızın bir anlamı, bir tadı olmalı ve gerçekten yaşamalısınız. Benim gibi ‘insanlık’ görevini yerine getirip zamanı geldiğinde ölmeyi bekleyen bir ‘insan’ için bu durum kolay kaldırılabilecek bir şey değildi. Bu duygu karmaşasıyla boğuşurken kitaptaki iç konuşmalar beni kitabın içine daha da çekti. Bana ne oluyordu böyle? Kendimle yüzleşmenin bu kadarı fazlaydı. Bir an önce toparlanmalıydım. Ancak sayfaları çevirdikçe kitabın ruhumun derinliklerine daha da hitap ettiği kesindi. Artık sadece insan(!) olmak için çok geçti. Kendimi keşfetmeye başlamıştım bile. Hem de bu, sadece romanın iki kahramanı Kenan ve Günsel sayesinde olmuştu.
Kenan ve Günsel’in dramatik aşkı, farklı kişilikleri kitapta kimi zaman çaresizce kimi zaman büyük bir umutla işlenmiş. Yıllar önce ‘Müdüriyet’te yediği iki tokatla yılıp sinen bencil ve ürkek Kenan’ın aksine kararlı ve bilinçli olan Günsel arasındaki zıtlıklar büyük bir aşkı doğurur. Kenan bir kitapevine sahiptir. Günsel de bir üniversite öğrencisidir. Bir arkadaş ortamı sayesinde meyhanede tanışmaları ve Günsel’in kitabevine uğramasıyla başlayan arkadaşlıkları kısa zamanda büyük bir aşka dönüşür. Ancak bu birlikteliğin imkanı yoktur. Sadece kişiliklerindeki farklılıklar engel değildir bu birlikteliğe. Kenan, Nermin’le evlidir ve çok sevdiği Zeynep adında bir kızı vardır. Günsel’e günden güne daha da bağlanan Kenan, bu aşkın etkisiyle artık kontrolünü kaybetmektedir. Günsel’le arası bozuldukça karısına kötü davranır. Yine Günsel’le kopma noktasına geldikleri bir anda evine giden Kenan karısıyla tartışmaya başlar ve karısını öldüresiye döver. Sabah kendisine gelmeye başladığında karısına yaptıklarını hatırlamaya başlar. Evde karısını ve kızını görememenin etkisiyle tarif edilemez bir korkuya kapılır. Günsel’le iyice kopmuş olmanın acısı ve karısına yaptıklarının pişmanlığıyla önemli bir karar alan Kenan, kitabın etkisini daha da artıracak bir son hediye eder bize. Kitabın sonu kadar içindeki sürprizlerin de size şaşırtacağından şüpheniz olmasın. Siyaset ve aşkın ustalıkla birleştiği bu yapıtı keyifle okumanızı dilerim.
29 Ağustos günü aramızdan ayrılan değerli kalem Vedat Türkali’yi sevgi ve saygıyla anıyoruz.