İlk kitabı Derdin İncinmesin, Everest Yayınları etiketiyle çıkan Mustafa Orman’la kitabı, coğrafyamızın dertleri ve Türk edebiyatı, dergiciliği hakkında konuştuk.
İyi okumalar.
“Derdin İncinmesin” bir sitem kitabı, “sessiz bir politik kitap.” Metinlerin Kürtçe düşünülüp Türkçe yazılmış bir kitap olması anlatım ve anlaşılırlık açısından bir handikap doğurdu mu sence?
Gırtlak bizi Türkçe konuştuğumuzda harf harf ele verirken, yazıda da ister istemez Kürtçe’nin Türkçe’ye değmişliği ortaya çıkıyor. Bu bütünüyle Kürtçe düşünülerek yazıldığı anlamı çıkarmasın. Elbette anlam açısından bazı noktalarda anlaşılmama durumu doğdu; fakat net olarak metne eğilmek varsa anlam kargaşası da ortadan kaldırılabilir.
Hikâyelerinde karakterlerinin ortak özelliği “eksik” bir yanlarının olması… Kimi öykülerinde karakterinin somut bir eksikliği varken, kimi öykülerinde soyut eksiklikleri var. Günümüz Türkiye toplumlarını düşünürsek, eksik yanlarımızın açtığı yaralar toplumsal uzlaşılarımızın kan kaybetmesinin ana sebebi diyebilir miyiz? En büyük eksikliğimiz “anlayışsızlık” ve “tahammülsüzlük” sorunları nasıl çözülür?
Eksik kelime anlamının dışında düşünüldüğünde gerçekten bir eksiklik midir? Oysa ben eksikliğin yük olduğunu, fazlalık olduğunu düşünüyorum. Karakterleri eksik verirken aslında fazlalık olduklarını da açıkça göstermesem de böyle bir zorluklarının olduğunu işaret ettim. Kime göre, neye göre eksik? Sokakta yürüyen topal birine herkes eksiktir diye acıma duygusuyla bakar. Oysa o topal kendi içinde fazlalıktır; üzerinde daha çok bakış hisseder, başkasındaki tam olma durumunu kendine dert eder -her ne kadar şükür Allah’ıma dese de- bunu sürekli yüklenir ve bununla debelenir. İnsan bunca yanının yersizliğinde çırpınırken herkes tekme atma derdinde, nasıl çözülsün ki?
Doğrusu ben anlayışızlığın ve tahammülsüzlüğün kolay kolay çözülebileceğini düşünmüyorum. Herkes kendine baksın: Kendine karşı bu kadar anlayışsız ve tahammülsüzken başkasına karşı nasıl anlayışlı olabilir, başkasına nasıl tahammül edebilir ki?
Derdin İncinmesin’de hikâyelerin çok fazla alt metni var. Her şeyden önce, hastalıklı bir toplum tasviri çiziyorsun. “Coğrafya kaderdir.” söylemi bir nevi karakterlerinle yüzümüze bir şeyler haykırıyor. Buradan yola çıkarak şunu sorayım: Yaşadığımız bu dünya, hayalini kurduğun, yaşanmasını istediğin hayatı doğurabilir mi? Bu hayat ve insanlık için umudumuzu tamamen yitirdik mi?
Alt metin çokça göze çarpıyor. Gördüğüm ve tahmin ettiğim kadarıyla bu alt metin olayı çoğu kişiyi de rahatsız etti. Yani dünyanın zulmünü yazdıklarımın mengenesi arasında sıkıştırmayacaksam banane edebiyattan, sanattan, politikadan, yoksulluktan, zenginlikten… Benim söyleyeceklerim her daim olacak, en genel tabirle haksızlığın gırtlağına sarılmayacaksam neden yazayım ki? Bir yere yumruk atmam için 6-7 kitap mı çıkarmam gerek? Neymiş Bilge Karasu musun, Ahmet Hamdi Tanpınar mısın gibi laçka, alttan alta direkt söylenmeyen, dil ucunda çiğnenen şeyler söyleniyor. Doğrusu hiç kimse de umrumda değil. Çünkü yazarlık her şeyden önce tavır gerektiriyor. Ne okuru, ne de piyasayı hesap ederek yazıyorum. Bu gibi şeyleri ortaya atanlar ne metinden bahsediyor, ne de bir eleştiri sunabiliyor. Ama yaptıkları şeyler var, ülkedeki savaşı, haksızlığı görmezden gelip iktidarın elmalarını dişleyebiliyorlar. Sadece orada benim dert edindiğim şeyler yok, bir ahlaksal duruş da var; bugünlerde bazı herkeslerin ısrarla dillendirdiği, yine çoğu herkeslerin inkarla sümükleştirdiği bir şey.
Hayalini kurduğum, yaşanmasını istediğim bir hayat doğacaksa da, herkesin utançlar içinde kalmasını heves ettiğim bir hayat diliyor, ısrarla umuyorum. Belki umutsuzluğun karanlığında çokça debeleniyoruz, ama bizi yaşatan ve süründüren umut değil midir?
“Yeni dergicilik/ Popüler Edebiyat” kavramları üzerine ne düşünüyorsun? Genel yayın yönetmenliğini yaptığın İzafi Dergi’nin kapanma nedenlerinden biri de piyasanın şartlarıydı, ilişkilerin kirliliğiydi. Ek olarak şunu sorayım: Okuru bu dergilere iten sebepler sence neler?
Eleştirinin hakkı eserin halkınadır. Bu tip tartışmalar uzun süreden beri yapılıyor. Ama sadece bir tartışma dönüyor; bir şeye dönüşmeyen tartışmalar. Elbette herkes haklı, popüler dergileri çıkaranlar da… zaten demiyorlar ki derdimiz edebiyat, büyük konuşmuyorlar. Hepimiz bal gibi biliyoruz ki, para kazanmak amacıyla yapıyorlar bu işi. Ülkede vasatlık ve haksızlık etmek para ediyor. Yüzde ellilik bir kitle iktidarı neden destekliyorsa, bu dergiler de buna benzer bir sebeple o kadar çok satıyor. Diğer yandan bu dergilerin iyi tarafları da var. Yok sayamayız. İktidarın susturduğu medyanın, insanların sesine ses olabilir. Bence derin bir yetkinlikle herkes oraya yazı yazabilmeli bu saatten sonra. Ülkenin gidişatını o dergileri alan yalnızca bir okuyucuyu değdirmek de kârdır. Birçok yazar bu tip dergiler sayesinde tanınıyor; okurlar o yazarları araştırıp sonra da kitaplarını alabiliyor. Ama kötü yanı da var: Yazarlar, yazdıklarında işin ciddiyetini kaçırıp baştan savma, derinliği olmayan, güncelle hareketle okurların gazını almaya çalışıyorlar. Ve ne yazık ki bu durum çok tehlikeli. Her şeyden önce yazarlık bir duruş gerektiriyor. Belki de bu yüzden bu dergileri herkes çokça eleşiriyor ve tartışıyor.
Diğer yandan İzafi’ye gelecek olursak, dergi işi manyakça ve ahmakça bir iş; çünkü her daim bu iki düşünce arasında gidip geliyorsun. Dışarıdan göründüğü kadar kolay olmayan, ama dışarının hayranlığına bürünen, büründükçe beklentileri yükseklere çıkaran bir hale konumlandırıyor. Okur sanmasın ki, öyle laylaylom bir iş, matbaadan alması, 3-4 balyayı kucağında omuzlarında taşıması, otobüs otobüs gezdirmesi, vapurdan karşıya götürmesi, kargolarda sürünmesi var bu işin. Onun içindir ki, okurun biraz elini taşın altına atması gerekir. Şöyle ki; kendi emekleriyle bilenen dergileri desteklesinler, ne olursa olsun desteklesinler.
Ne Okuyorum? takipçileri için bir okuma listesi istesek, hangi kitapları listene eklerdin?
- Andrey Platonov, Can
- Vüs’at O’Bener, Dost Yaşamasız
- Louis-Ferdinand Celine, Gecenin Sonuna Yolculuk
- Murathan Mungan, Cenk Hikayeleri
- Mihail Yuryeviç Lermontov, Zamanımızın Bir Kahramanı
- Onat Kutlar, Bahar İsyancıdır
- J.M. Coetzee, Barbarları Beklerken
- Feyyaz Kayacan, Bütün Öyküler
- Andre Maurois, İklimler
- Kemal Varol, Ucunda Ölüm Var
- Sadık Hidayet, Aylak Köpek
- Bilge Karasu, Göçmüş Kediler Bahçesi
- Gonçalo M. Tavares, Kudüs
- Dino Buzzatti, Tanrıyı Gören Köpek
- Goli Taraghi, Kış Uykusu
- Murat Özyaşar, Sarı Kahkaha
- Walter Benjamin, Pasajlar
- Cahit Sıtkı Tarancı, Gün Eksilmesin Penceremden
- Bora Abdo, Bizi Çağanoz Diye Biri Öldürdü
- Mehmet Said Aydın, Kusurlu Bahçe
- Orçun Ünal, Dekadans ve Ölüm
- Melike Uzun, Kürar
- Yavuz Ekinci, Bana İsmail Deyin
- Aslı Erdoğan, Taş Bina ve Diğerleri
- Herman Melville, Katip Bartleby
- Peter Handke, Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi
Biraz daha kitaplığa baksam liste sabaha kadar uzar gider…