Yine birbirinden farklı alanlarda ve disiplinlerde, yeni çıkmış kitapların derlemelerini yapmaya devam ediyoruz.
Öyküden denemeye, romandan araştırma incelemeye, raflardaki yerini almış gözden kaçmaması gereken kitapları sizlere sunuyoruz.
İşte, okurunu bekleyen yeni çıkmış 12 kitap…
1. Yılgayak – Anadolu Korku Öyküleri 3
Anadolu Korku Öyküleri III – Yılgayak, serinin yepyeni, genç ve güçlü kalemlerle biraraya geldiği, etkileyici bir antoloji. İlk kitabın yayımlanmasının ardından geçen sürede ana fikri aynı kalsa da hem dünyada hem de ülkemizdeki korku kültürünün değişimleri bu yeni kitabın öykülerinin üretilmesinde en etkili rolü oynadı.
Anadolu topraklarına baktığımızda açıkça görünen ilk şey, dünya uluslarına –birkaç istisna dışında- nasip olmamış, binlerce yıl geriye doğru izini sürebileceğimiz medeniyet tarihimizdir. İşte bu topraklarda yoğrulmuş, köklü bir kültürel yapı ve iç içe geçmiş sosyal zenginliği barındıran bu öyküler, belki de asla açıklanamayacak kadim korkuları beraberinde getiriyor.
Türk mitolojisi, Erliğin Kızları, Cemre ve Nevruz da bu kitapta, define peşinde koşup hırslarına yenilen, zeytin ağaçlarının ya da lanetli taşların gazabına uğrayanlar da. Tekinsiz kasaba ve mezraların, kimselerin dillendirmeye cesaret edemediği karanlık sırları, hayaletler, cadı neneler ve periler dolu masalları ile aynı anda; bilinmez ve keşfedilmemiş canavarların da yuvası olmuş hikâyeler bunlar.
Her öykünün Anadolu’nun bambaşka korkularına, önceden işlenmemiş yepyeni bakış açılarıyla yanaştığı, Anadolu Korku Öyküleri efsanesine kanı kaynayarak eklenmiş tüyler ürpertici bir kitap.
2. Zugunruhe – Viyanalı Şairler Albümü
Viyanalı şairler ve şiirleri üzerine, on beş dosyadan oluşan bir albüm Zugunruhe. Uzun göç yolculuğuna hazırlanan kuşlarda gözlemlenen sapmalardan alıyor adını. Bir dünyadan ötekine geçişin kaçınılmaz, istem dışı ama yön gösterici huzursuzluğu, göç huzursuzluğu olarak. Erhan Altan, Savaş Sonrası Avusturya şiirinin baş döndürücü macerasından örneklerin yanında, açımlayıcı denemeler ve şairleriyle kısa söyleşilerle yeni bir kesit sunuyor.
3. Kültür ve Direniş – Edward W. Said
“Biz tarihimizin önemli bir kısmında kapalı bir toplum olarak bırakıldık.
Biz görünmez insanlarız, görünmez bir halkız. Biz hikâyemizi anlatmakta, anlatımızın bilinmesini sağlamakta pek başarılı olamıyoruz. Filistinliler İsraillilere şöyle seslenmek durumundalar: ‘Biz buradayız, siz de buradasınız. Bu gerçeği yadsıyamazsınız, bizi de ebediyen baskı altında tutamazsınız. Kendi geçmişinizdeki,
bizim geçmişimizdeki gerçeklerden kaçamazsınız.’
Filistinlilere, Araplara ve Müslümanlara karşı iflah olmaz derecede ırkçı nefretle hareket eden bir dolu propagandacı olduğunu biliyorum. Oysa onların beni sürekli saldırılacak biri olarak görmeleri kendi payıma bir tür iltifattır. Hem bu sayede daha çok sayıda insanın dikkatini benim çalışmalarıma ve yazılarıma çekmiş oluyorlar.
Bu yüzden onlara daha fazla üreterek karşılık vermeyi uygun bulurum.
Onların istediği, benim sesimi kesmem. Ama ben ölüp gidene kadar böyle bir şeyi boşuna bekleyecekler…”
4. Kassel’de Mantık Aramak – Enrique Vila-Matas
Almanya’nın merkezinde, Avrupa’nın göbeğindeydim ve her şeyin on yıllar önce ölmüş olduğu, buz kestiği ve toprağın altında kaldığı gerçeği başka hiçbir yerde buradaki kadar bariz görünür değildi, kıtamız esaslı, affedilmez büyük hatalarına razı geldiğinden beri böyleydi. Kassel’de tuhaf şeyler oluyor: Şehir, bilinmeyen bir mantığın önünü açan bir mantıksızlığa davet ediyor bizi. “Sanat hayat gibi gelip geçerken” geride bir satır, bir ezgi, hafızamızda yer eden, kişiliğimizin parçasını oluşturan imgeler bırakıyor. Çivisi çıkmış bir dünyada, sanatın öldüğüne hükmeden uğursuz seslerin aksine, Enrique Vila-Matas hâlâ sanatla zincirleme reaksiyonlar yaratılabileceğine dair umudunu koruyor.
Kassel’de Mantık Aramak’ta Vila-Matas, avangardla ilişkisini ve Documenta etkinliğine katılımını alışılmadık bir kurmacaya dönüştürüyor. Sayfaların arasından ince bir mizahla seslenen, mantık kurmak üzere mantıksıza davet eden, Dalí’den Nietzsche’ye, o bildiğimiz işbirlikçiler korosu aslında.
5. Yazmalı Defter – Faruk Duman
Yazmak, dünyanın sırlarını keşfetme dürtüsünden kaynaklanabilir. Bildiniz gibi, insanlık bu işe bütün ömrünü adamıştır; gezip dolaşmak, keşfedip ele geçirmek, sonra da başka bir yeri yine ele geçirmek. Dünyanın keşfedilecek sırrı mı kaldı, demeyin. Bütün bu olup bitenlere rağmen dünyamız hâlâ sırlarla doludur. Gerçi bana kalırsa, bu kadar keşif yeter; insanın artık durup boş ve sessiz manzarayı izlemesi yeğdir. Gerçekten, kimi zaman artık bildiklerimizin, gelip bizi keşfetmeleri gerektiğini düşündüğüm olur.
6. Toprağın Uyanışı – Jose Saramago
José Saramago’nun çocukluk deneyimlerinden taşıdığı izlerle tartışmasız en kişisel, en mahrem yapıtı. Hayal dünyasının yatağını oluşturan anıların kök tuttuğu amansız bir coğrafyanın insanlarını anlatıyor. Yirminci yüzyılın başında Portekiz’in güneyindeki Alentejo eyaletinde yaşayan Mau-Tempo ailesinin üç kuşak süren hikâyesi boyunca, hayat mücadelesi veren yoksul ve topraksız köylülerin maruz kaldıkları sömürüye ve uğradıkları onca zulüm ve işkenceye rağmen hiç kaybetmedikleri isyan ve direniş ruhuna tanıklık ediyoruz.
Saramago’nun deyimiyle “yaşam karşısında takınılan doğal ağırbaşlılık” Alentejo’nun uçsuz bucaksız düzlüklerindeki çetin koşullar içinde başlı başına bir erdeme dönüşüyor.
7. Yeniköy’de Bir Yalı – Zeynep Rade
Yeniköy’de Bir Yalı, Baston ailesinin iki kuşağının biraz tirajik, biraz trajikomik, naif öyküsü. Hikâyelerindeki başarısını romana taşıyan Zeynep Rade, bu kez kolay kolay unutulmayacak karakterleri ve ustalıkla örülmüş kurgusuyla klasikleşmeye aday bir eserle çıkıyor karşımıza.
Tabii ki Oğlak Yayınları’nda…
1913 senesinin ilkbaharında Halit Paşa ve ailesi yalılarına yerleştiler. O vakitler yalı renklerinin anlamları vardı. Müslüman-ların yalılarını kızıl veya kırmızıya, gayrimüslimlerinse sarı, bej ya da kahverengiye boyaması makbuldü. Halit Paşa bu hususun farkına yalıyı aldıktan sonra varmıştı.
Kendisi bir devlet memuru olarak elbet evini kırmızıya boyamalıydı ama ya maliyeti? Paracıklarının daha ilk günden kuş olup uçacağını düşündükçe sıtma tutmuşçasına üzerine bir üşüme geliyor, zangır zangır titriyordu. Teferruatlı hesaplardan sonra pek münasip bir neticeye vardı! Yalı beyazdı ya, işte bu sebepten ona milliyetçiliğinin sembolü bir isim koyacaktı. Çok düşünmeden Bâb-ı Âli’deki tabelacının yolunu tuttu. Tabelacı işini bitirip teslim ettiğinde, iki kalın camın arasına yazılan yazı caddenin karşısından okunuyordu.
Allaturca.
8. Sokratis’in Oyunları – Suphi Varım
1900’lü yılların İzmir’inde padişaha karşı ayaklanmak için hazırlık yapan işçiler, ardı ardına işlenen ve aydınlatılmayı bekleyen cinayetler… Olayların merkezinde yaman bir detektif… Sokratis Eliseos… İnatçı, son derece meraklı, kurnaz ve cinayetleri çözebilmek için her türlü oyuna başvuran genç bir Rum.
Polisiye edebiyatın usta yazarı Suphi Varım’dan, temposu hiç düşmeyen, merak uyandırıcı olay örgüsü ve âdeta yaşayan karakterleriyle son derece heyecanlı yeni bir dizi…
Oğlak Yayınları, Detektif Sokratis Polisiyeleri’nin ilk kitabı, Sokratis’in Oyunları’nı yayımlamaktan gurur duyar…
Genç adam, eğer suçlulardan biriyse İhsan’ın her şeyi itiraf etmeyeceğinin bilincindeydi. Sokratis’in tehlike oluşturmadığını hissederse konuşabilirdi. Planını bunun üstüne kurmuştu Rum. Kahvehaneye girer girmez isyancılardan bahsederek blöf yapmış, simsarın saldırısını beklemişti. Ağa saldırınca da direnmemişti. Kayıp isyancılardan haberdar olduğunu öğrenen adamın, kendisini hemen öldürmeyeceğinden emindi nasılsa. Bağlayıp sorguya çekecekti onu. Sokratis de onunla istediği gibi oynayıp landoya bindirmelerini sağlamıştı.
9. Cinayetin Parıltısı – John Le Carre
“Kötülerin uzun yaşaması ne fena,” dedi.
“Kötüler için yani.”
John Le Carré’nin Türkçeye ilk kez çevrilen romanı Cinayetin Parıltısı, okurları Güney İngiltere’deki küçük bir kasaba olan Dorset’e ve bölgenin seçkin yatılı okuluna götürüyor.
Polisiye edebiyatın benzersiz karakteri George Smiley, Londra’da köşesine çekilmişken, Dorset’te işlenen cinayet üzerine gizem dolu bir serüvene atılıyor ve “kimse tarafından fark edilmeme duası” etmekten bir süreliğine vazgeçiyor.
“Bir centilmen yaratmak, asırlar alan bir süreçtir” prensibine sıkı sıkıya bağlı bir okul… Öğretmenler, öğrenciler ve kasaba sakinlerini kuşatan tekinsiz atmosfer…
Le Carré tutkunları, Cinayetin Parıltısı’nı tıpkı diğer Smiley romanları gibi –Soğuktan Gelen Casus, Köstebek, Ölüme Çağrı– ellerinden bırakamayacak.
10. Yedi Taş – Venus Khoury-Ghata
“Noor kendisini ayakkabısının tabanına yapışan solmuş yapraklar kadar, bahçesindeki kör kuyu kadar kuru hissediyordu. Mümkün olduğunca az besleniyordu, derisine işleyen soğuğu kırmak için ateş yakmıyordu artık, etrafındaki hiçbir şeyi değiştirmemeye, yerini değiştirirken sandalyeyi gıcırdatmamaya ve dağın yuttuğu güneşin bir ceviz kadar küçüldüğü saatte onu meydana götürürlerken kendisini yalnız hissetmemek için seccadesinin yerini aklında tutmaya dikkat ediyordu.
Önceden planlanan geleneksel yemek için gerekli olan keçisini yakalayacak hain çocuklar ve köpekler eşliğinde geleceklerdi. Kurtuluş taşları adı verilen ilk yedi taşı attıktan sonra yemek yiyeceklerdi. Parmaklarıyla sayarak yedi diye tekrar etti. Haftanın günleri gibi, ardiyenin çatısını tutan taşlar gibi yedi. Kafasını, yaz güneşinde olgunlaşmış bir nar misali kırmak için yedi taş.”
Çölün kıyısında, hamsin rüzgârının estiği unutulmuş bir köyde cezasını çekmeyi bekler Noor. Zinadan suçlu bulunmuştur, recm edilecektir. Kaçmayı ya da isyan etmeyi düşünmez, tek arzusu kaderine boyun eğip günahının bedelini ödemektir. Tek düşüncesi, babalarının alıp gittiği üç çocuğudur. Ne özgürlüğe özlem duyar ne de olası bir başka hayata. Ama bir kadın, yabancı bir kadın giriverir hayatına…
11. Karanlığın Yüreği – Joseph Conrad
Dinleyin! Gizemli, şeytani, büyüleyici bir Pagan Tanrısı gibi Afrika’nın tam ortasında ateşler içinde kıvranan Kurtz, çağımızın özetini sunuyor: “Dehşet! Dehşet!”
Beyaz Adam’ın talan ettiği Afrika topraklarında, Beyaz Adam’ın rehberliğinde Karanlığın Yüreği’ne doğru ilerliyoruz: Orada kan ve dehşete, kibir ve açgözlülüğe, gözyaşı ve merhametsizliğe tanık olacağız. Zor bir yolculuk bu; çünkü İnsan’la karşılaşacağız.
Elinizdeki kitap, İngiliz dilinin en büyük eserlerinden biri. Delilikle metanetin, büyüyle gerçekliğin, sayıklamalarla doğrudan söylenmiş sözlerin muhteşem bir harmanı bu kitap; gezgin bir yüreğin mütemmim cüzü, çağımızın mide bulantısı, modern edebiyatın işaret fişeği!
Biz yine de Marlow’a kulak verelim:
“Yavaş yavaş ölüyorlardı; bu açıkça belliydi. Düşman değildiler, mücrim değildiler, artık bu dünyaya ait değildiler; hastalığın ve açlığın yeşilimtırak bir kasvet içinde karmakarışık yatan kara gölgeleriydi onlar. Can çekişen bu figürler hava kadar özgürdü; neredeyse hava kadar da ince. Sonra, bakışlarımı biraz aşağıya indirince, elimin hemen yakınında bir yüz olduğunu fark ettim. Bir omuzdan aşağı uzanan kara kemikler ağacın gövdesine yaslanmıştı, gözkapakları yavaşça kalktı, çukura gömülmüş kocaman, bomboş, körlerinkini andıran, derinliklerinde yavaş yavaş ölen beyaz ışıltılar olan gözler bana baktı.”
12. Edebiyatın İzinde Delilik ve Edebiyat
Bu kitap, “Edebiyatın İzinde” üst başlığı ile ilki polisiye edebiyata, ikincisi fantastik ve bilimkurgu edebiyatına ayrılan serinin üçüncüsünü oluşturmaktadır. Kitapta romandan hikâyeye, psikanalizden delilik ve yazma arasındaki ilişkiye kadar birçok yazıya yer verilmiştir. Günümüz yazarlarıyla yapılan “Deliliği Yazmak” konulu bir soruşturma da deliliğin yazımı ve edebiyatta ele alınışı açısından ufuk açıcı sorular ortaya atmaktadır. Kitabın sonuna eklenen delilik ve edebiyata dair seçme kaynakça meraklı okur için bir başvuru niteliğindedir.