Şubat ayı yayıncılık sektöründe KDV tartışmalarıyla başlarken, bu tartışmaların yamacında yeni kitaplar da raflardaki yerini almaya devam etti, ediyor.
Biz de geçtiğimiz ayın ortası ve Şubat ayının başları itibariyle raflardaki yerini alan/almaya hazırlanan kitaplarda bir seçki hazırladık.
25 kitaptan oluşan seçkimizi beğenilerinize sunuyoruz.
1. İyi Adamın On Günü – Mehmet Eroğlu
Dört kadın ve bir adam. Kadınlardan en alımlısı ona ihanet etti; en zengini ondan çetrefil bir bilmece çözmesini istedi; en kurnazı labirentten çıkışı gösterdi; en seveceni ise hayatını hiç olmadığı kadar güzelleştirdi…
On günde olup biten bir muamma… Kayıp bir meleğin peşine düşen herkesçe “iyi bir adam” olarak bilinen eski avukat Sadık’ın hafiyelik ve hayatındaki kadınlarla yüzleşme hikâyesi…
İyi Adamın On Günü, Mehmet Eroğlu’nun dünyasında ayrıksı duracak yeni ve kıymetli bir parça. Katman katman açılan; yalanlarla, hazlarla ve esrarengiz cinayetlerle örülü şaşırtıcı bir polisiye. “Adalet, adalet dedin mi, Alyoşa ya da Mişkin kalmak mümkün değil.”
“…Galiba cesaret sandığımız şey, korkunun yokluğundan ya da korkuya alışmaktan ibaret…” Cesaretimin sırrını vermek için daha da eğildim. İçimden gülmek geliyordu: “Hem risk almadan, yaşamını ortaya sürmeden adalet elde edilmiyor.”
2. Sıradışı Yazarlar: Joyce’tan Dickens’a Büyük Yazarların Takıntıları ve Tuhaf Alışkanlıkları
Hep kitap’ın yazmayı ve okumayı hayatının merkezine yerleştirenlere yol arkadaşlığı yapmayı hedefleyen “Atölye” serisi bu defa yazarların eğlenceli ve şaşırtıcı yanlarını ortaya çıkarıyor; en mahrem mekânlarının, çalışma odalarının kapılarını açıyor okura: Sıradışı Yazarlar: Joyce’tan Dickens’a Büyük Yazarların Takıntıları ve Tuhaf Alışkanlıkları.
Kimi gece çalışmayı seviyordu, kimi gün doğarken. Kimi çalışma odasını gittiği her yere taşıyordu, kimi yatakta uzanmadan çalışamıyordu, kimiyse ayakta yazıyordu. Hayran olduğumuz cinayet sahnelerini küvette elma yerken yazan Agatha Christie; hikâyelerini omzunda bir kediyle kaleme alan Edgar Allan Poe; trafikte, arabasının içinde yazmayı seven Gertrude Stein…
Birbirinden tuhaf alışkanlıkları ve takıntılarıyla dünya edebiyatının önemli isimlerinin en özel anlarına tanıklık etmek istemez misiniz? Celia Blue Johnson’ın detaylı araştırmasının eseri Sıradışı Yazarlar, her yazarın kendine özel tuhaf bir yolu olduğunun kanıtı!
3. Afyon ve Diğer Öyküler – Geza Csath
Psikiyatr, müzik eleştirmeni ve yazar Géza Csáth XX. yüzyıl Macar edebiyatını yenileştiren öncü yazarlardan biri kabul edilir. Karanlık, tuhaf atmosferleriyle öne çıkan öykülerinde, aldığı tıp eğitiminin etkileri net biçimde görülür. Modern psikolojinin ruhunun hâkim olduğu yapıtlarında karakterlerin grotesk, karmaşık dünyasına adeta otopsi yapan bir doktor gibi derinlemesine iner. Özellikle uyuşturucu bağımlılığı konusunda hem kendi deneyimleri hem de klinik deneyiminin yansımalarının ortaya çıktığı öyküleri, yaşadığı yüzyılın büyük çöküşünü bireyler üzerinden acımasız, net ve yalın biçimde anlatır. Türkçeye ilk kez çevrilen yazarın Afyon ve Diğer Öyküler isimli derlemesi, insan doğasına bambaşka bir bakış açısı sunuyor.
4. İyilik – Şebnem İşigüzel
“Hayatımın değişmesine çok az zaman kalmıştı ve ben bundan habersizdim. Yaz sonu kanser olduğumu öğrenecektim. Bütün bunların öncesinde yaz kötü başlamıştı. Sebebi özel hayatımdı. Hatta bizzat kendim. Bir anlamda geçmişim.”
Metropolün alışıldık düzeni, harcayan ve harcatan tıkırdaması. Markalar, modalar, bambaşka kokular… Güzel paralar… Batan gemide ölmeye hazırlanan bir kadın. Şahane bir pozcu, maharetli bir yalancı. Koparıp aldığı, sahip olduğu tek umut için sürükleniyor koca İstanbul’da… Külkedisinin bile ayakkabısı var. Hem, ışık bir kere düşüyor insanın üstüne.
Şebnem İşigüzel, sevilmek ve ayakta kalmak isteyen, isyan eden ve yenilen bir hayatı anlatıyor.
İyilik, şimdiki zaman trajedisi. Çürüyen bir diş.
5. Sonra Sincaplar Geldi – Ayça Erkol
“Sincaplar birkaç gündür görünmüyor.”
“Gelirler.”
“Nereden biliyorsun?”
“Buraya aitler çünkü. Nasıl ki sen bana ve buraya aitsin, aynı şey sincaplar için de geçerli.”
Ayça Erkol, ikinci öykü kitabı ile yeniden okurların karşısında. Erkol, öykümüzün gittikçe varsıllaşan birikimi içerisinde özellikle kendine özgü görsel anlatımı, farklı anlamlara kapı aralayan katmanlı ve şaşırtıcı sahneleriyle öne çıkıyor. Yaşamımız bizim çok da bilinçle yön verdiğimiz bir zaman dilimi olmayabilir. Sonra Sincaplar Geldi, bunun coşkulu, şiirsel bir araştırması.
6. Ayrıntılara Aşık Adam – Alberto Manguel
Vasanpeine, Poitiers’de yaşayan çipil gözlü, hantal, donuk bir hamamcıdır. Silik görünümünün ardında eşine az rastlanır nitelikte doğuştan bir yetenek gizlidir: dünyayı bütünden ayrı tanımlanabilir parçalar biçiminde görebilmek. Uzun süre farkına varamadığı bu duyarlılık, aynı şehirde kitapçı dükkânı işleten Mösyö Kusakabe’ye rastlamasıyla birlikte, tutkuyla sarıldığı bir sanata ve gitgide marazi bir saplantıya dönüşecektir.
7. Saray ve Ötesi – Halit Ziya Uşaklıgil
“Ve onun tahtı işte o gün üzerinde oturduğu yaldızlı, pek mükellef, pek muhteşem, fakat kumaşı soluk ve yer yer yırtık, şurası burası aşınmış, yıpranmış koltuktan ibaretti.”
“İdam kararları, sehpalar, asılanlar, velhasıl bütün tedhiş siyaseti, belki bu da pek âlâ idi, fakat bunlarla her iş tesviye edilmiş olacak, bütün fırtına yatışacak mıydı?.. Sema berrak görünüyordu, fakat tâ ufukta endişe veren bulut kümeleri vardı; ve ara sıra, kısa fasılalarla çakan şimşekler, bunları yırtarak bir aydınlık içinde kara ihtimaller göstermekten hâlî değildi. Memleket nasıl bir istikbâle namzetti?” Sultan Hamit’in tahttan indirilip yerine Sultan Reşat’ın geçirilmesi üzerine, Talât Paşa Halit Ziya’yı makamına çağırır ve “Cemiyet oraya sizi intihap etti. Sizden beklenen iş Abdülhamit sarayını ortadan kaldırıp onun yerine yeni bir Meşrutiyet sarayı kurmaktır. Bunu gürültüsüz, sızıltısız yapacaksınız” sözleriyle onu sultanın başkâtipliğine atar. Saray ve Ötesi’nde Uşaklıgil, bu görevi sırasında yaşayıp gördüklerini, 1909-1912 yıllarının siyasi, idari çalkantılarını, dünyanın savaşa sürüklenişini anlatıyor. Anlatırken de büyük bir romancı dikkatiyle olayları sahneliyor, insanları renkli anekdotlarla tahlil ediyor ve daha da önemlisi şahsi kanaatlerini, hissiyatını dile getirmekten çekinmiyor.
Kitabı yayına hazırlayan Abdullah Uçman önsözünde şöyle diyor: “Saray ve Ötesi’nde neler anlatılmamıştır ki… Halit Ziya’nın, sıkıcı olsa da, padişahla beraber şehrin farklı camilerinde katıldığı Cuma selâmlıkları, ara sıra çıkılan geziler, İstanbul’un perişan manzarası, fakir ve garip halkın sefaleti, şehirdeki tarihî yapıların harap durumu; Lüleburgaz Seyitler’de gerçekleştirilen askerî tatbikat; kısa süreli Edirne, Bursa ve İzmit seyahati; Ramazan aylarında Topkapı Sarayı’ndaki Hırka-i Şerif ziyareti ve padişahın huzurunda yapılan huzur dersleri; mebuslarla Âyan âzâlarına sarayda verilen iftarlar ve diş kirası mahiyetindeki hediyeler; 1911 yılında padişahın maiyetinde gerçekleşen üç haftalık Rumeli seyahati, Selânik’te göz hapsinde tutulan Sultan Abdülhamit’i ziyaret, Kosova’da Sultan Murat’ın şehit edildiği Meşhed’de 50 bin kişilik bir cemaatle kılınan Cuma namazı… Türk dostu ve İstanbul hayranı Pierre Loti’nin sarayda kabulü; İmparatoriçe Eugénie ile Bulgar Kralı Ferdinand-Kraliçe Eleonora ile Sırbistan Kralı Petro Karayorgoviç’e ve Mısır hıdivine Dolmabahçe Sarayı’nın Muayede Salonu’nda verilen ziyafet; bu hatırlı misafirlerin Yıldız Sarayı’nda ağırlanması… Bir kısım saraylı hanım sultanların gönül maceraları, saraya damat olmak isteyenlerin mücadelesi; Yıldız Sarayı’nda muhafaza edilen jurnaller; şehzadelerin tekebbürü ve aralarındaki dargınlık, rekabet ve çekişmeler… İttihat ve Terakki’nin, dolayısıyla kısa sürede Meşrutiyet’in iflâsı… Halit Ziya’nın saraydaki görevinden ayrıldıktan sonra Paris, Bükreş, Viyana, Berlin ve Çekoslovakya gezileri…”
Sadece bu baskıda yer alan kapsamlı “Dizin”e göz atıldığında bile eserin muhtevası ana hatlarıyla ve bütün ayrıntılarıyla görülebiliyor.
8. Boşlukta Uyanmak – Burak Parmaksız
Buraya nereden, nasıl ve ne şekilde getirildikleri bilinmeyen; katillerin, şizofrenlerin, masumların, sadistlerin ve dünya çapında aranan suçluların yaşadığı, geçmiş kavramının olmadığı bir akıl hastanesi. Buradan kurtulmanın tek bir yolu var: Kaçmak! Hastanenin çevresini saran kalın duvarları aşıp, boşlukta yok olmak! Mikail ise buna cesaret edebilecek tek kişi. Fakat duvarların arkasında ne var? Burak Parmaksız Boşlukta Uyanmak adlı romanı ile okuru bu kez içinden çıkılması olanaksız bir çukurun içine sürüklüyor.
“Tecavüze uğrayan insanlar, tecavüz eden insanlar. İşkence ederek arındığını sanan insanlar ve işkence görerek arınan insanlar. Dünya üzerinde geçirecekleri süre dolana kadar aralıksız uyuyanlar. Uyumadığını sanarak dört duvar arasında koşturanlar. Hiç kıpırdamadan durarak hayatı ıskalamayı başaracağına inananlar… Ve inançları uğruna ölümü dahi göze alanlar. Hepsi bir adım önümdeydiler.”
9. Aurelia – Gerard De Nerval
Türkçe çevirileriyle birlikte dört soru tipi.
Her sorunun ve şıkların türkçe çevirisi
Cümlelerdeki boşluklara uygun düşen sözcük ya da ifadeyi bulma
Parçalarda numaralandırılmış yerlere uygun düşen sözcük ya da ifadeyi bulma
Soruları parçaya göre cevaplama
Sorularda verilen cümleyi uygun ifade ile tamamlama
10. Terk Edenler – Lisa Ko
Deming’in annesi, yasadışı bir Çinli göçmen olan Polly, bir sabah güzellik salonundaki işine gider ve bir daha evine dönmez. Ardında hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolmuştur adeta. On bir yaşındaki Deming, cevaplanamayan sorularıyla şaşkın ve yalnız kalır. Sonunda iyi niyetli bir profesör çift tarafından evlat edinilen Deming, Bronx’tan küçük bir kasabaya taşınır. O artık Daniel Wilkinson’dır. Peki adını değiştirmek yeni bir başlangıç için, geçmişini silmek için, geride bıraktığı annesini unutup yeni ebeveynlerine bağlanmak için yeter mi?
Hikâye boyunca Deming köksüz bir genç adama dönüşürken Polly de dünyanın en yalnız, kayıp annelerinden birine evrilir. Sevgi dolu ve bencil, kararlı ve korkmuş olan Polly, birbiri ardına yaptığı anlık tercihlerle bir kader çizer kendine.
Terk Edenler’in bir yarısı New York’ta, bir yarısı Çin’de. Biraz Deming anlatıyor, biraz Polly. Bu, aile, aidiyet, kökler ve göçmenlik üzerine ötekinin dilinden bir hikâye. Bu, bir çocuğun sevdiği her şeyi yitirdiğinde kendini nasıl bulduğunun, bir annenin geçmişin hatalarıyla yaşamayı nasıl öğrendiğinin hikâyesi.
11. Aşıklar Gece Ölür – Gülşah Elikbank
Aşk kapıyı bir kez ve usulca çalar, geldiğini anlamak belki zaman alır ama gidişi bir kıyamete benzer, yıkar geçer.
“Birini hayatından çıkıp gidecek kadar çok sevdiniz mi hiç? Gerçekleri görmesi için yokluğunuza ihtiyacı olduğuna inandınız mı ve benim gibi fena halde yanıldınız mı? Aşk zaten bir yanılgılar bütünü. En çok seven, en çok yanılır ve hayatta bir yanılgıdan daha çekici hiçbir şey yoktur. Benim bunu anlamam için on dört koca yıl geçmesi gerekti. On dört yılda yaşadığım her şey, beni o gün o kapıyı vurup çıkan kızın gözleriyle çarpıştırdı. Bir daha asla o kadar gözü kara olmadım, çünkü asla birini o kadar çok sevmedim.”
Gerçek aşk, aklın kalbe teslim olmasıyla başlar. Ama ya karşınızda asla teslim olmayacak biri, üstelik sadece eski sevgiliniz değil artık bir rock yıldızı varsa…
Gülşah Elikbank’tan henüz çocukken kalpten alınan yaralara, o yaraların yol açtığı yanlış kararlara ve şefkatin değmediği hayatlara uzanan etkileyici bir roman. “Vaktinde tutulmayan her matem yüreğinize geri döner” diyen Elikbank, aşkın iyileştirici gücüne ışık tutan, sarsıcı bir sevda hikâyesiyle çıkıyor okurun karşısına.
12. Beyaz Deniz – Roy Jacobsen
Yıl 1944… Çocukluk adası Barroy’e geri dönen Ingrid, artık sadece onu ağırlayan bu ıssız kara parçasında denizin ve gözyüzünün güçlerine kafa tutup kışa hazırlanıyor; ağları seriyor, çitleri onarıyor, denizi ve kuşları gözlüyor. Her karışını tanıdığını sandığı Barrøy’ü bu kez genç bir kadının algısıyla yeniden anlamlandırırken kara kış onu yalnızlıkla, korkularıyla ve beklenmedik bir aşkla sınıyor.
Norveç’in yaşayan en önemli yazarlarından Roy Jacobsen, büyük bir beğeni kazanan Görülmeyenler’in devamı niteliğindeki Beyaz Deniz’de tabloyu daha da büyütüyor ve ülkenin kuzeyindeki küçük bir adada yaşayan Barroy ailesinin hikâyesini İkinci Dünya Savaşı’nın son yıllarına taşıyor.
Ödüllü yazar Jacobsen’in içe işleyen yalın anlatımı, okurunu yine ustalıkla ve incelikle sarsıyor.
Ingrid doğduğundan beri aramıştı, böğürtlenleri, yumurtaları, kuş tüylerini, balıkları, deniz kabuklarını, ağa asılacak taşları, koyunları, çiçekleri, tahtaları, pirinci… bir adalının kafası ve elleri neyle uğraşırsa uğraşsın gözleri durmadan arar; adaların, denizin üzerinde dolaşan huzursuz bakışlar en ufak bir değişiklik görünce oraya çivilenir, en önemsiz işaretleri algılar, ilkbaharı daha gelmeden görür, karları daha girinti çıkıntıları beyaza boyamadan tanır, hayvanları ölmeden, çocukları düşmeden önce fark eder, beyaz kanat yığınları altındaki denizde görünmez balıkları görür. Adalıların çarpan yürekleri gözleridir.
13. Walter Benjamin Hakkında Her Şey – Esther Leslie
Walter Benjamin’in hayatı yazmakla, düşünmekle, gezmekle ve kaçmakla geçti.
Savaş, ayrılıklar, uyuşturucu, tecrit, faşizm gibi ölümcül unsurlar girdiği her sokakta onu karşıladı.
Kültür endüstrisini ve ürünlerini acımasızca eleştirdi ve korkunç bir yalnızlıkla karşılaştı.
Adorno, Brecht, Zweig, Horkheimer, Arendt çevresindeki isimlerdi, ancak ne yazık ki, kendisini daha çok ölümünden sonra anlamaya çalıştılar.
Tarihsel materyalizmi, Alman idealizmini, Musevi mistisizmini, Marksist anlayışı, estetik teoriyi aynı potada eritti ve Kafka, Baudelaire, Proust, Leskov, Goethe, Zweig gibi edebiyatçılar üzerine yaptığı eleştiriler çığır açıcı oldu.
Sinema, müzik, tiyatro ve edebiyat üzerine yaptığı çalışmalarla, bir 20. yüzyıl sürgünü olarak 21. yüzyıla kaldı. Ölümü ise hâlâ büyük bir sır.
Esther Leslie’nin bu kitabı, Benjamin’in hayatının gizli kalmış yönlerine, eserlerine, fikirlerine, ilişkilerine ışık tutmayı başarabilen en kapsamlı eser. Benjamin’i daha iyi anlamak, onu daha verimli okumak için kesinlikle başvurulması gereken bir kaynak.
14. Kış – Karl Ove Knausgaard
“Knausgaard’ın kendini otobiyografik Kavgam serisinde ifşa etmesi fazlasıyla ilginçti.
Ama Mevsimler serisindeki spekülasyonların tadı bir başka; tabutların neden penceresi yok ki diye sorduğunda ya da seksin bir barbarlık olduğunu söylediğinde bana kalırsa Knausgaard çok daha çekici ve inandırıcı.”
– Anthony Cummins Observer
“Dünyayı kutsal sürprizler ve tutkular diyarına dönüştürüyor Knausgaard. Kış, mevsimlerin en derinine ruhani bir yolculuk.”
– Kirkus Reviews
“Keşke her kız çocuğu Knausgaard’ın kız çocuğu olacak kadar şanslı olsa, böylesine muhteşem hikayelerin daha doğmadan kendisine yazıldığı bir çocuk olsa. Bu olamayacağına göre, çocuklar ve anne babalar Kış’ın ve ona eşlik eden diğer mevsimlerin tadını çıkarmalı.”
– Bookreporter.com
“Knausgaard parlak bir edayla, bir baba adayı olarak, her bir parçada bize dünyanın sanki yepyeni olduğunu düşündürtüyor… Hepsi de nadide bir güzellikle yazıya dökülmüş parçalar.”
– William Leith
“Onun efsane haline gelen Kavgam külliyatından sonra, Mevsimler de Masumiyetin Şarkıları’na dönüşüyor. Okuyucunun zihni yazarın yolunu gündelik şeylerin yavanlığından şeylerin göksel başkalığına doğru nasıl bulduğu karşısında allak bullak oluyor. Knausgaard dünyayı bir kum tanesinde, cenneti de bir yabani çiçekte buluveriyor.”
– Frances Wilson
“Dünyanın hakkında en çok konuşulan anı yazarı. Anılarımızdaki meçhulleri ve geri alınamazları ortaya çıkarırken bütünüyle baştan çıkarıcı.”
– Andrew Neather
“Soluk soluğa…. Kimse gündelik hayatı Knausgaard kadar muhteşem anlatamamıştı.”
– The Times
15. Sanatın Dönüşümü – Rene Girard
Romansal dönüşüm her zaman daha önceki bir yapıttan vazgeçer, onu sıradan bulur, ama yeniden ele alınabileceğini, üstünde çalışılabileceğini düşünür.
Edebiyat düşüncesi alanında 20. Yüzyıl’ın önde gelen adlarından biri olan René Girard, bu kitabında bir araya getirilen denemelerinde sanatın dönüşümünü, edebiyatın anlam alanının genişlemesini anlatıyor. Proust, Stendhal gibi büyük ustaların romanları kendi içinde, kendi yüzyılına hangi çelişkilerle bakmıştır? Evrensel eleştirinin bu önemli yapıtını dilimize Orçun Türkay kazandırdı.
16. Evimizi Böyle Yaktım – Ferdi Çetin
Senden gördü bu çocuk hep, kibritle oynamayı nereden öğrenecek…
2011 yılında Mina Urgan Kısa Öykü Yarışması’nda birincilik ödülünü kazanan Ferdi Çetin, kıpkısa öykülerini bir süredir dergilerde yayımlıyordu. İlk kitabı Evimizi Böyle Yaktım ile konuşma dilinin rahatlığına yaslanan günümüz öykücülüğüne karşı minimalist anlatımı öne çıkarıyor. Tiyatro çalışmalarıyla bilinen Ferdi Çetin, öykülerinde biçim kaygısının, bir duygu canlılığı yaratmaya, bir düşünceyi kıvama getirmeye nasıl yaradığını ustalıkla gösteriyor.
Boz bulanık bir su birikintisinin içinde güçlükle doğrularak adaya ayak bastı müçteba bey, solungaçlarını son bir kez açıp kapadı ve derin bir nefes aldı, kıyıda küçük bir grup onu bekliyordu, dilenci bir çocuk yanına yaklaşıp bavulunu almak istedi, aldı da, gözü ayaklarına takılınca düşürüverdi ama bavulu, dağıldı bavul, çocuk kaç yaşındasın sen diye sordu, müçteba çok dedi, çok yaşındayım…
17. Çavlan – Hatice Hamarat
Yol ile Çukur Mecmua dergilerini çıkaranlar arasında yer alan, şiir, öykü ve yazıları Yol, Çukur Mecmua, Edebiyatist, Yazı-Yorum Edebiyat dergileri ile Bianet’te yayımlanan, şiirin yanı sıra şarkı sözleri ve öyküler de yazan Hatice Hamarat ilk şiir kitabı Çavlan’la okuruyla buluşuyor.
Soyundukça sessizliğin koynunda
Büyüyen bir girdap
Ellerin
Ben, birçok yaverimle savaşta
Belki yalnız aşk adına şehitler verdim
Mor zambaklar, düşlerin tavafı sanırsın
Ayrılmak, bana dualardan kalan parçadır
Ardından yağan damlalarda boğulur cennetin ilk insanları
Bütün kuşlar olmayacak bir yerde durur
Ellerin, bir zaman bende unuttuğundur
18. Kedi ve Ölüm – Erhan Bener
“Herkes asılmasına bir gün kaldığını bilen bir ölüm hükümlüsünün gözüyle değerlendirebilseydi geçen zamanı, dünyanın görünüşü muhakkak ki bambaşka olurdu.”
Erhan Bener’in 1961’de Ara Kapı adıyla kaleme aldığı, sonraki baskılarda adını Kedi ve Ölüm olarak değiştirdiği romanı, ölümcül bir hastalığı olduğunu öğrenen resim öğretmeni Zahit’in, kalan üç aylık süreçte tüm yaşamını, yaşamla ölüm arasındaki bir “ara kapı”da sorgulamasını anlatır. Fransız yayınevi Albin Michel’in Büyük Tercümeler dizisinde yayınlanmasıyla Fransa, Belçika ve Almanya’da da büyük beğeni kazanan Kedi ve Ölüm, kusursuz dili ve çözümlemeleriyle hayat üzerine kısa, sert, sarsıcı bir yapıt.
“Erhan Bener’in Kedi ve Ölüm’ü kısa, veciz, yoğun ve çok başarılı bir denge içinde kurulmuş bir roman. Yazar, öyküsünü güçlü ve kusursuz bir mükemmellikle yürütüyor, ayrıntı sayılabilecek noktalarda bile, her seferinde bize insan ruhunun en erişilmez derinliklerini göstermeyi biliyor. İçimize bıçak gibi saplanan, hayran olunacak şekilde işlenmiş, heyecan yüklü ve güçlülüğüyle güzel bir roman…”
– N. Presl, La Nouvelle Gazette de Charleroi (Belçika)
“Ölümün beklenişi konusu birçok kez ele alınmıştır. Ancak bu romanın övünülecek yanı konusu değil, sanat yönüdür… Erhan Bener sanatıyla bizi büyüleyip tasalandırıyor. İnce bir ruh incelemesi, sağlam ve güçlü bir üslup, gereksiz zorlamalardan uzak bir anlatış… bizde, kendisinden başka çeviriler okumak isteği uyandıran bir yazar.”
– Celaine, Tageblatt (Lüksemburg)
19. Anonslu Kaset Doldurulur – Engin Barış Kalkan
İşti güçtü, haramdı küfürdü, Fener’di Cimbom’du derken unutulup gidiyor… Sağ, sol, sermaye, Komünist Manifesto… Hiçbiri umurumda değil. Ben oldum olası yorulmaktan şikayetçiyim.
Hiçbirimizin, enerjisini atsın da erkenden uyusun denerek parklarda, bahçelerde koşturulan çocuklardan bir farkı yok…
Askerde doldurtulan anonslu kasetler, kapısında “miras değil alın teri” yazan birahaneler, tuvalete yakın masalar, yarım kalan rakılar, filtresi rujlu izmaritler, tuzlu fıstıklar, çiziktirilmiş adisyonlar, kaçak çaylar…
En müstesna huylu kadınlar ve onlara âşık adamlar, yapacak hiçbir şey kalmayınca eve gidip Breaking Bad izleyenler, içlerindeki dolmak bilmez kuyuları birayla dolduranlar…
Engin Barış Kalkan, muzip bir insan sarrafı… Zamane ağzıyla “Aa aynı ben” dedirten gözlemlerle örülü hikâyeler anlatıyor.
Anonslu Kaset Doldurulur, herkesin aklından geçenler ama söze dökülmeyenler… Kelebek etkileri…
Sevgi, özlem, kalp çarpıntısı, kıskançlık… Basbayağı çocukluk aşkı.
Ömrün geri kalanına kafa yormayınca her şey daha tatlı.
20. Karabasan Manastırı – Thomas Love Peacock
Thomas Love Peacock (1785-1866): İngiliz şair, denemeci, opera eleştirmeni ve roman yazarı. Üslubunun hâkim özelliği hicivdir. Yazar en tanınmış eseri olan Karabasan Manastırı’nı ilk kez 1818’de yayımlamış, 1837’deki basımında bazı küçük değişiklikler yapmıştır. Eser roman olarak sınıflandırılsa da Peacock’ın diğer kitapları gibi deneme, oyun, şiir ve roman türlerini harmanlayan farklı bir yapıya sahiptir. Konu alışılagelmiş tarzda bir olay örgüsüyle aktarılmamıştır. Karakterler gerçek kişilerden çok onların karikatürü niteliğindedir. XIX. yüzyıl İngiliz Edebiyatı’nda kendine özgü bir yere sahip olan Karabasan Manastırı ince bir mizahla derin bir düşünce ve renkli bir düş gücünün gücünün ürünüdür.
21. Aklın Islahı Üzerine Bir İnceleme – Benedictus De Spinoza
Latince aslından yapılmış ilk Türkçe çevirisini elinizde tuttuğunuz bu kitap, Spinoza’nın düşüncelerini olgunlaştırıp felsefi terminolojisini şekillendirmeye başladığı, dolayısıyla zihin dünyasına giden yolların temel taşlarını döşediği eseridir. Bu eserinde Spinoza’nın asıl gayesi, insanın tabii kuvvetini bütün özellikleriyle tanımak ve eksiksiz bir yöntem keşfederek onu doğruya götürecek bir mantık haritası çizmektir. Bu keşfedildimi, arkası gelir. İçimizde mevcut olan doğru kavram ilk adım atacağımız basamak olur, düzgün çıkarımlar ve kanıtlamalarla doğru düşünme, doğru düşünmeler doğurur. Böyle basamak basamak insanın bilgisi gelişir, anlama yetisi gitgide artar ve daha ileriye, daha ileriye derken, en nihayet bilgeliğin zirvesine kadar yol alınır. Bu zirve, zihnin içinde hakikat yolculuğuna çıkan her insanın en büyük hedefidir; en yüksek bilgidir, en yüksek bilinç düzeyidir ya da Spinoza’nın kendi tabiriyle, zihnin doğayla olan birliğinin külli bilgisine ermedir. İnsan ancak bu bilgide mutluluğa doyar; ancak bu bilgide yetkinliğin, etkinliğin ve özgürlüğün manasını kavrar.
22. Kendini Tutamayan Boşluk – Slovaj Zizek
Günümüzde en ilginç teorik müdahaleler belli başlı alanların içinden değil, açıkça belli bir alana ait olmayan, bu alanlar arasında kalan çatlaklardan doğuyorsa eğer, en dikkat çekici teorisyenlerden biri de Slavoj Žižek olmalı. Ne çişini ne belini tutabilen bu kitabında Žižek’in geliştirdiği fikirler tam da böyle bir iş görüyor: Felsefe, psikanaliz ve siyasal iktisadın eleştirisi arasındaki boşlukları dolduruyor.
Ontolojiden cinsiyetlenmeye, cinsiyetlenmeden siyasal iktisadın eleştirisine içkin geçişler üstünde duruyor Žižek: “Üstü çizili Bir’in oluşturduğu ontolojik Boşluk’a ancak cinsiyetlenmenin açmazları üstünden erişmek mümkünken, küresel kapitalizmde tekno-bilimsel ilerlemeyle birlikte doğup halen önümüzde duran cinselliğin lağvedilmesi, yani bizatihi ‘insan doğasının’ değişmesi ihtimali de bizi odak noktasını siyasal iktisadın eleştirisine kaydırmak durumunda bırakmaktadır.”
Alenka Zupancic’in yeni yayımladığımız Cinsellik Nedir? kitabıyla kurduğu diyalogdan hareketle, ontolojinin sınırına radikal olumsuzluğu cisimleştiren fazlalık bir unsur, varlık düzenine nakşedildiği haliyle cinsiyet farkı antagonizması üstünden yaklaşıyor Žižek. İktisadi-felsefi bir perspektiften, önce bu ontolojik fazladan Marx’ın artı-değerine, oradan da Lacan’ın artı-keyif kavramına uzanıyor.
Tuhaf bir kitap bu. Spinoza’nın Etika’sında karşımıza çıkan paradoksu hatırlatıyor: Bir yandan varlığın temel yapısı gibi “ebedi” konulara odaklanırken, diğer yandan Pokémon Go oyunundan popüler televizyon dizisi Castle’a kadar çeşitli örneklerle güncel meseleler üstüne gayet spesifik birçok tartışmaya giriyor.
23. Savaş Zamanları -David Schraven , Vincent Burmeister
“Burada yalnızca savaş benzeri koşullarda yaşamakla kalmıyorsunuz, çarpışmalara da giriyorsunuz; tıpkı savaşta olduğu gibi.”
Angela Merkel, 18 Aralık 2010, Mezarı Şerif
Afganİstan‘dakİ askerler, politikacılar ve kurbanlar üzerine bir çizgi röportaj.
Gazeteci David Schraven, Afganistan’da gerçekte neler olup bittiğini anlamak amacıyla yüzlerce belgeyi inceledi; halen görevde olan ve ordudan ayrılan askerlerle çok sayıda röportaj yaptı.
Vincent Burmeister, Afganistan Savaşı’nın bilinmeyen yönlerini ifşa eden bu araştırmaları gerçekçi çizgileriyle okurlarla buluşturdu.
Dönemimizin en önemli olaylarından birini belgesel tarzında anlatan çarpıcı bir çizgi roman.
24. Dünyanın Çehresini Değiştiren Seyahatler – Peter Aughton
İnsanoğlu tarihin her döneminde dünyanın henüz keşfedilmemiş bölgelerine ilgi duymuştur. Ya yeni yerleşim yerleri bulmak amacıyla ya da sadece macera tutkusuyla ufkun ötesine yelken açmak istemiştir. Dünyanın Çehresini Değiştiren Seyahatler, insanlığın bilgi birikiminin artmasına, coğrafi keşiflerin yapılmasına ve dünya haritasının çıkarılmasına katkıda bulunmuş büyük seyahatlerin hikâyelerini anlatıyor. Seyahatler ve keşifler hakkındaki çok satan kitaplarıyla tanınan Peter Aughton, Fenikelilerden Polinezyalılara, Bartholomeu Dias’dan Vasco da Gama’ya, Amerika’nın keşfinden dünyanın çevresinin ilk kez dolaşılmasına, Francis Drake’in Golden Hind gemisiyle yaşadığı maceralardan gerçek Robinson Crusoe’nun öyküsüne, Darwin’in Beagle ile seyahatinden Scott, Amundsen ve Shackleton’ın kutuplardaki keşiflerine kadar dünyanın çehresini değiştirmiş pek çok seyahati ve kahramanlarını konu alıyor. Seyyahların da günlükleri ve seyir defterleri aracılığıyla anlatıya doğrudan katıldıkları, haritalar ve çeşitli görsel malzemelerle zenginleştirilmiş Dünyanın Çehresini Değiştiren Seyahatler, sürükleyici üslubuyla bir solukta okunabilecek bir kaynak kitap.
25. Zenginliklerimiz – Kaouther Adimi
Ödüllü yazar Kaouther Adimi’nin imzasını taşıyan Zenginliklerimiz, Edmond Charlot adında Cezayirli bir kitapçının genç yaşta giriştiği muazzam yayıncılık ve editörlük serüveninin izlerini süren, sürükleyici bir roman.
Albert Camus ve Antoine de Saint-Exupéry dahil pek çok ünlü yazarın kariyerine yön veren Edmond Charlot’nun hayatına odaklanan eser, devletlerin büyük tarihlerine karşı üreten insanların küçük öykülerine kulak vermenin önemini vurguluyor.
Zenginliklerimiz kitabıyla “yirminci yüzyılın kaotik siyasi atmosferinde yaşam ve kültürel üretim” üzerine düşünmeyi de tetikleyen Adimi, yirminci yüzyıl Cezayir tarihini sömürgeci bakıştan uzak, hakiki ve çarpıcı bir dille okurlarına aktarmayı başarıyor.
Edmond Charlot, 1936 yılında Cezayir’de “Zenginliklerimiz” adında bir kitapçı açar. Bu kitapçı aynı zamanda genç yazarları teşvik eden bir yayınevi, edebiyatı ve Akdeniz kültürünü sevenler için bir buluşma yeri, kitap satın alacak parası olmayan halk ve öğrenciler için bir kütüphane, üretken bir sanat galerisi, kısacası bir kültür merkezi hâlini alır. Yıllara meydan okuyarak dünya edebiyatına yön verecek usta kalemlerin yetişmesine önayak olan bu kültür sanat yuvası zamana yenik mi düşecektir?
Okura, geçmiş ve şimdi olmak üzere iki farklı zamansal düzlemden seslenen Zenginliklerimiz, Edmond Charlot hakkındaki tarihsel arşivlerden yola çıkarak Cezayir kültürüne, tarihine ve edebiyatına madunun gözünden bakmamızı sağlıyor.