Polisiye romanı ezelden beri çok sevdiğim için geçen yıl Ekim ayının sonunda Pera Palas’ta yapılan Kara Hafta Etkinliğine heyecanla gitmiştim. Bu yıl 1-3 Aralık arası ikincisinin yine aynı yerde düzenleneceğini öğrenince pek sevindim. Pera Palas İstanbul ve polisiye denilince akla gelebilecek ilk mekanlardan biridir. 1800’lerin sonuna doğru Paris-İstanbul seferini yapan Doğu Ekspresi’nin yolcularının konaklaması için yapılmış bu tarihi ve görkemli otelin akıllara Agatha Christie’yi düşürmemesi mümkün değildir. Malum kendisi polisiyenin kraliçesidir ve Doğu Ekspresi’nde cinayet isimli romanını Pera Palas’ta yazmıştır. Üstelik bizzat Agatha’nın kendi hayatında romanlara taş çıkartacak kayıp bir on bir günü vardır ve bu on bir günün bir ucu gelir Pera Palas’a dayanır, ilginç bir hikayedir. Diyeceğim o ki Pera Palas polisiye romanı konuşmak için biçilmiş kaftan. Söyleşilere gittiğim gün yağmurun damla damla pencerelere vurduğu ve kafamı kaldırdığımda gri gökyüzünü gördüğüm bir sonbahar gününde olunca başka bir dünyanın içine girmiş gibi hissetmiştim kendimi. Yağmurlu bir güne, tarihi bir otelde, bir söyleşi için toplanan bir grup insan pekala bir polisiye romanın ilk sayfasında yer alabilirler, kimse yadırgamaz onları.
Biz gelelim polisiye romana. Neden pek sevilen bir türdür bu polisiye dediğimiz roman türü? Bana sorarsanız insan olarak gizem seviyoruz. Her şey göründüğü gibi olursa hayatın ne anlamı olur ki? Biraz gizemi olsun, biraz şaşırtmacası, biraz bulmacası olsun isteriz. Hele ki teknoloji sayesinde her şeyin öngörülebilir ve net olduğu bir dünyada bilinmezi arıyor olmamız doğal geliyor bana. Ahmet Ümit bunu insanın içinde içgüdüsel olarak yer alan ve fakat eğitim, vicdan, medeniyet vs. vs. vs. ile bastırdığı kötülüğün tatmin edilmesi olarak açıklamıştı. Celil Oker hayatı, kendi sorunlarını ve toplumsal meselelerini çözemeyen insanın bir şeylerin mutlaka çözüldüğü bu tür romanlara yönelmiş olabileceğinden bahsetmişti. Belki hepsi, belki hiçbiri. Belki herkesin kendine göre, hiç kimseninkine benzemeyen sebepleri vardır.
Sebeplerinden öte Ahmet Ümit’in işaret ettiği gibi polisiyenin bir ülkenin suç ve suçlu profili üzerinden o ülkenin, o toplumun anlaşılabilmesini sağlayan sosyolojik bir özelliği de vardır. Bir şehri anlatmanın en iyi yollarından da biri üstelik. Hele ki İstanbul gibi kendine ait bir ruhu, gizemin bizatihi içine düşebileceğiniz eski sokakları, mekanları, binaları, tapınakları, semtleri, evleri olan bir şehri anlatmanın en iyi yollarından biri onu polisiye bir hikayenin ev sahibi yapmak olabilir.
Polisiye üzerine daha çok şey yazılır, çizilir elbette. Daha anlatacak çok hikaye, çözülecek çok gizem var. Üç saatin sonunda Pera Palas’tan çıktığımda kendimi bir romandan çıkıp gerçeğin içine düşmüş gibi hissetmiştim. Yağmur yağıyordu, İstiklal Caddesi kalabalıktı, gürültülüydü, şemsiyeyle yürümek zordu, falandı, filandı. Ve işte bu tam da çok heyecanlı bir kitabın son sayfasını okuyup, kapağını kapatıp kafanızı kaldırdığınızda gördüğünüz gerçek hayata şaşırmak gibiydi. Bu kaçışlara, kitaplara saklanmaya ve gizemlerin peşinde koşup bulmacaları çözmeye ihtiyacımız var. Onun için iyi ki varsın polisiye roman.
Ayrıntılara www.blackweekturkey.com adresinden bakabilirsiniz.