Savaşlar, silahlar, ölüler… ”Falan filan.”
Kurt Vonnegut Mezbaha 5 adlı eserinde böyle diyor her ölümden bahsedişinde: Falan filan*. Bu kanıksadığımız ölüm kelimesi için bir ünlem görevi görüyor her seferinde. Kitap akışı içinde ne kadar çok ölümden bahsettiğini vurgulamak istiyor kanımca. Etkili de oluyor bu yöntem. Bazen dönüp bir önceki cümleyi tekrar okutuyor: ”Burada da mı ölümden bahsetti, hiç fark etmedim.”
Dresden Bombardımanına** şahit olan yazar, olayları kafası karışık Billy Pilgrim’in gözünden anlatıyor. Ara sıra söze karışıp ”Ben de oradaydım.” deyip yazdıklarının kurmaca değil birebir yaşanmış olduğunu fısıldıyor. Zaten etkileyici cümlelerden biri kitabın ilk cümlesi: ”Hepsi yaşandı bunların. Aşağı yukarı. En azından savaş kısımları gerçek.” diyerek yazma sürecini anlatmaya koyuluyor ilkin. Kitabın ilk ve son cümlesini de en zirve noktasını da söyleyiveriyor. Ama hiç de keyif kaçıran ipuçları olmuyor bunlar. Esirlikten kurtulup ülkesine döndüğünde Dresden’ i konu edinen bir kitap yazacağını biliyor ve fakat tek kelime çıkmıyor kaleminden. Sonunda yıllar sonra kitabı bitirdiğinde onu bir fiyasko olarak sunuyor bize.
Zavallı zaman yolcusu Billy Pilgrim bir şimdiki hayatına bir savaş yıllarına savrulurken ve zamanda savrulmalarını kontrol edemezken kitap boyu ona eşlik ediyoruz. Kitabı bir filme konu olduğunda filmde ünlü oyunculara uygun karizmatik roller barındırmayacak biçimde yazmış Vonnegut. Çünkü kitap ve filmlerin yeni savaşlara özendirdiğini söyleyen Mary’ e bunun sözünü veriyor. ”Tüm zamanların en büyük savaş karşıtı romanlarından” kabul edilen eserin karşıtlığı sloganlardan ya da dramatize edilmiş sahnelerden değil işte böyle ayrıntılardan yansıyor.
Kitabı okuyup savaş üzerine düşünmemek imkansız. Binlerce sebep sürülmüştür bu güne değin bir savaş için. Komşunun tavuğuna kışt demek bile büyüklerine özenen binlerce mini savaşa ve düşmanlığa sebep olmuştur. Bu aslında kararlı hâlden kararsız hâle geçen insanların, toplumların ya da yöneticilerin tekrar kararlı madde hâline gelme çabalarından ibaret. Evet, en büyük sebep güç arzusudur. Para ve parayla elde edilecek enerji de günümüzde bu gücün araçlarındandır. Fakat insanoğlu hedefine niçin ille de savaşarak ulaşacağını zanneder? Buzdağının görünmeyen yanında başka bir enerji yatmaktadır. İnsanın içinde başka hiçbir şeye dönüştüremediği ve yok edemediği enerji. Bu entropi arttıkça birikir birikir ve bir bomba olup patlar bilmediğimiz şehirlerin üzerine. Düzen adına yapılan her şey evrenin başka bir köşesinde daha büyük bir düzensizlik yaratır. Entropi de durmadan artar.
Halktan ziyade devletlerin savaşa sebep olduğu düşünülür. Devletin neden ve nasıl ortaya çıktığı da bir başka sorundur. Realistlere göre insan doğada hayvan kanunlarınca yaşarken – T. Hobbes ”İnsan, insanın kurdudur.” der- ve sürekli korku içindeyken egemenliklerini mutlak erke – yine T. Hobbes’ un deyimiyle Leviathan’ a- devreder. Halk yerine güç kullanma yetisinin tek sahibi devlettir artık. Bu nedenle devletin varlığını çok önemser insandan önde tutarlar. Diğer devletler her zaman bir tehdittir ve ülkenin güvenliğini sağlamak için savaş haktır.
Liberal görüşteyse öncelik insandır. Her insanın doğuştan hür ve eşit olduğuna vurgu yaparlar. Fakat insanlar arasında anlaşmazlık yaşanması kaçınılmazdır. Hak ihlallerini engellemenin yolu örgütlü toplum olmaktan geçer. İşte bu da devleti meydana getirir. John Locke’ un temellerini attığı Toplumsal Sözleşme kuramı, Jean Jacques Rousseau’ nun aynı adlı eseriyle günümüz demokrasilerinin temeli olan haklar yazılmıştır. Gelin görün ki liberaller teoride iki demokratik ülkenin savaşmasının imkansız olduğunu söyler. Günümüzde demokrasiden en çok bahseden, hatta Kutsal Misyonları gereğince onu tüm dünyaya yaymak isteyenlerin ne büyük savaş karşıtları olduğu ortadadır.
Yepyeni, harika yalanlar uydurmazsanız insanlar yaşamak istemeyecek. (s. 91)
İnsanı ve devleti ne şekilde konumlandırırsak konumlandıralım – ister bunun doğal bir süreç olduğunu ve kendimizi savunmak için savaşların her zaman olacağını savunan Realistlere; ister idealist bir gözle bakan, ekonomik bağımlılıklar artarsa uyuşmazlıklar işbirliği içinde çözülür diyen Liberallere; ister işçi sınıfı burjuvaziye son verene kadar çatışma hep artarak var olacak diyen Marksistlere hak verelim, yeter ki savaşın korkunçluğunu hepimiz görelim.
*Eserin orjinalinde ‘So it goes’ denmektedir. Başka Türkçe baskılarında ‘Hayat bu.’, ‘Haydi geçmiş olsun.’ olarak da çevrilmiştir.
**Dresden Bombardımanı: ABD Hava Kuvvetlerine bağlı bombardıman uçakları Dresden’e havadan saldırmış, yoğun sivil nüfus zayiatı olan saldırılar gerçekleştirmişlerdir. ABD Hava Kuvvetlerinde görev yapan general savaşı kaybetmeleri halinde savaş suçlusu olarak yargılanacaklarını ifade etmiştir. (Wikipedia)
- Kurt Vonnegut -Mezbaha 5
- April Yayıncılık – Roman
- 180 sayfa
- Çeviri: Algan Sezgintüredi