Bora Eriş, Sorun Sende Değil Nenende! adlı kitabında, başlıktaki dünyanın mimarı, büyük hayallere, büyük adımlarla ilerleyen büyük insanın aslında bir “hiç” olduğunu fark edemeyecek kadar gözünün hırsla köreldiğini kendine has bir dille anlatırken, yerinde tespitleri ve basit ama net cevapları olan sorularıyla okura eğlenceli ama bir o kadar da düşündürücü bir okuma deneyimi sunuyor.
Hepimiz “büyük” olmak istiyoruz, “iyi” olmak istiyoruz, “en iyisi” olmak istiyoruz. En güzel kadınlarla heykel gibi erkeklerle yıldızı yemeğinden meşhur mekanlara cillop gibi arabaları valeye anahtar arası “sadakalarla” teslim edip girerek tüm gözlerin bir anda üzerimize çevrilmesini ve mümkünse orada geçirdiğimiz vakit boyunca bizde asılı kalmasını, eve döndüğümüzde de tek buzlu viskilerimizle uykuluk cila yaparken bununla övünerek yataklarımıza girmek istiyoruz. Ve yapıyoruz da. Çünkü hak ediyoruz. Bizler “büyük” düşünüyoruz. Peki sonra?
Sabahın köründe çalan rakamların kifayetsiz kaldığı telefonlarımızın alarmlarıyla asla ve asla içmeden kendimize gelemediğimiz bilmem ne aromalı kahvemizi alelacele kafaya dikerken diğer taraftan oynar başlıklı jiletlerimizi pürüzsüz ciltlerimizde gezdirip yaklaşık bir saat sonra şirket patronunun karşısında yapacağımız sunumun planını kafamızda son kez gözden geçiriyoruz. Ağzı sulanmış halde bizi kerizlemek için bekleyen bankalardan çektiğimiz kredilerle aldığımız arabalarımızda, bir gözümüz Twitter’da, diğer gözümüz milim milim ilerleyen trafikte hayatın içine karışıyoruz. Öğle yemeğimizi, limitini şirketin belirlediği kartlarla yiyerek rehavet çökmesin diye üzerine duble espresso parlatıp cc’li, bc’li mail’lerimiz içinde kaybolup VIP Gold üyeliğimiz olan spor salonunda vücudumuzu hayatın çetin koşullarına karşı dirençli tutabilmek için güçlenmeye çalışıyoruz. Şu sıralar tüm vücudu çalıştırdığına dair yaygın kanıya inandığımız ve sokaklar mendil satan, kağıt toplayan çocuklar yüzünden gezilemez halde olduğu için bilumum dövüş sporlarıyla ilgileniyoruz. Hocanın, “Bu iyiydi,” dediği dörtlü kombinasyonu elbette sosyal medya hesabından da paylaşmayı ihmal etmiyoruz. İdman bitiminde salonun kafesindeki sağlıklı menülerden birini mideye indirip bir türlü bırakamadığımız lanet olası elektronik sigaralarımızdan esaslı nefesler alarak arabamızın yolunu tutuyoruz. İstikamet terapist. Onu asla atlamamalıyız. Zira o sordukça açılıyoruz, açıldıkça daha rahat nefes aldığımızı hissediyoruz, bütün çilesi omzumuza yuva yapmış dünyadan 45 dakikalığına da olsa uzaklaşıyoruz. Verdiği nefes egzersizleriyle anksiyetelerimiz düzene girmeye başlıyor. Şimdi değil belki ama iki seans sonra ilacın dozunu düşürebiliriz. Eve geldiğimizde Smart TV’deki dijital platformlarda TOP sıralamasında yer alan dizilerden birini açıp bir kadeh içki dolduruyoruz. Çok değil. Bir kadeh. Zaten kalbe de faydalı olduğunu biliyoruz. Tam ilk yudumu almışken arayan sevgilimize günümüzün özetini geçiyoruz. Sevgilimiz de sabah yoga çıkışı gittiği resim kursundan sonra arkadaşlarıyla kahve içmek için buluştuğunu, oradan da organik pazara gittiğini anlatıyor. Çok mutlu oluyoruz. Nefes alıyoruz, nefes veriyoruz. Nefes alıyoruz, nefes veriyoruz. Yarım yamalak izlediğimiz diziyi kapatıp zincir kitap marketlerin bizler için yaptığı en büyük kıyak olan “Sizin için Seçtiklerimiz” bölümünden aldığımız kitapla yatış pozisyonu alıp “beynimize format atma” düşü kurma hevesiyle uykuya dalıyoruz. Ama olmuyor, uyuyamıyoruz. Derdimiz de bizimki gibi çok büyük çünkü. O kadar büyük ki; derdimizin ne olduğunu biz bile bilmiyoruz! Evet, milletinki dertse bizimki nedir diye küfrü sallıyoruz. Yine çok sinirleniyoruz. Nefes alamıyoruz. Panik atak? Yok. Yüksek ihtimalle Merkür’le Uranüs birleşecekti bu akşam. Onun enerjisi bu. Ya da dolunay mı vardı? Kalkıp bir melisa çayı hazırlıyoruz. Elektronik sigaramızla beraber şehrin 24 saat yanan ışıkları arasında kaybolup gidiyoruz. Yaşamakta çok zorlanıyoruz çok!
Bu yazıyı bir ihtimal okuyacak olursa ‘New Age Dünyanın Kadim Meseleleri’ alt başlığıyla Tara Kitap etiketiyle yayınladığı ‘Sorun Sende Değil Nenende!’ kitabının yazarı Bora Eriş de bana hak verecektir diye umuyorum. Zira kendisi kitabında, tam da yukarıdaki meselelerden mustarip, -pek tabii başa kendini koymak üzere-, havada uçan toz zerresine bile anlam yükleme çabasından nem kaparak kendine dert uydurmasını, o derdi ciddi anlamda benimsemesini, daha da ileri giderek tüm bunları kronik bir sorun haline getirmesini ve “pozitif düşün”, “evrene mesaj gönder”, “aforizma manyaklığına katıl”, “kendinin farkında ol”, “iyi ilişkiler kur”, “anı yaşa”, “unutmadan; ücreti de şu IBAN numarasına yatır” şeklinde ilerleyen bir “reçete” ile kendilerine çözüm sunarak “büyüklük” mertebesini kaybetmek istemeyen –söylemesi bile hoş- ‘modern insanın’ hali pür mealini anlatıyor. Eriş’in meramını, kendi fikirlerini sanat, felsefe, bilim, sosyoloji alanlarıyla harmanlayarak yazıya dökmesi, kelime oyunlarını ve kıvrak dili yerinde ve aşırıya kaçmadan kullanarak anlatması ‘Sorun Sende Değil Nenende!’yi eğlenceli bir okuma sürecine dönüştürüyor. Ayrıca nokta atışı tespitleri ve sorduğu basit sorularla hayatı kendimize kendimizin zindan ettiğinin özetini sunan yazar, hayatın esasında çok kolay olduğunu ama onu bizim zorlaştırdığımıza dair “hayat efsanesi” tufasına düşmeden, şifayı gezegenler arası kısa paslaşmalarda, kişisel gelişim ayağına yüklü miktar parayı cukkalayanlarda, yazarın deyimiyle yoga esnasında amuda kalkmakta arayanlara, “Gülümseyin, çekiyorum!” diye poz verdirtip şu kritik soruyu soruyor: “Küçük hayallerin izinde ama sahici, şöhretsiz ama mutlu bir yaşam istemek gerçekten o kadar fena bir şey mi?”
- Sorun Sende Değil Nenende! – Bora Eriş
- Tara Kitap
- 160 sayfa