İngiliz oyun ve hikâye yazarı William Somerst Maugham “Birçok insanın kabul etmesi, bir şeyin gerçek olduğuna delil sayılmaz.” derken günümüz dünyasındaki kadar gerçeklerin eğip büküldüğü bir zamanı hayal etmiş miydi bilinmez. Tarih boyunca gerçeklik hiç bugünkü kadar büyük bir saldırıyı maruz kalmamıştır sanırım. Oysa iletişim olanaklarının arttığı, tek tuşla bilgiye ulaşabildiğimiz, uzak coğrafyalarda meydana gelen olayları anlık olarak takip edebildiğimiz bir zamanda gerçeklerin saklanabilmesi pek olası gelmiyor insana.
İşte ilgi çekici olan kısımda burası. Zira gerçeklerle daha fazla karşılaşacağımızı düşündüğümüz teknoloji çağında gerçeğin üstünü örten bir perde nicedir hayatımıza girmiş durumda. Gerçeklerin önemsizleştirilip yerine ikame sahte gerçeklerin ortaya konması.
Hatta bu durumu karşılayacak ve giderek daha fazla telaffuz edilen bir kelime de var:
Post-truth.
İlk kez 1992 yılında kullanılan post-truth yani hakikatin önemsizleşmesi sözcüğü 2016 yılında Oxford sözlükleri tarafından yılın sözcüğü seçildi. Peki bu sözcük ve içerdiği anlamın gündelik yaşamımıza etkisi nedir? Biz bu etkiyi nasıl anlayabiliriz?
Yazar Yalın Alpay, Yalanın Siyaseti isimli kitabında hakikatin önemsizleşmesi kavramını şu şekilde tanımlıyor: “Kitlelerin kendi ön yargılarına görüşlerine ya da kanaatlerine uyumlu olduğu sürece, yalanların yalan olduğunu bilse dahi, onları hakikatmiş gibi kabul etmesidir. Kitlelerin, yalan olduğunu bildiği söylemler karşısında, sanki bu yalanlar doğruymuşçasına pozisyon alması, onları savunması, onlara sahip çıkmasıdır.” *
En belirgin örneğini 2016 yılı Amerikan Başkanlık seçimlerinde gördüğümüz bu kavramı dikkat çekici kılan baş aktör ABD’nin hali hazırdaki başkanı Donald Trump olarak gösteriliyor. Başkanlık seçimleri esnasında yaptığı konuşmalar tarandığında Trump’ın söylediklerinin veya iddia ettiklerinin %70’nin gerçeği yansıtmadığı görülmüş.**
Örneğin bir önceki başkan Barack Obama’nın doğum belgelerinin sahte olduğunu iddia eden Trump, kısa bir süre sonra kendi yalanını da yalanlayabilmiştir. Bunun dışında rakibi Clinton’ların katil olduğunu da iddia eden Trump esasında Irak’ta nükleer silahlar bulunduğunu iddia eden ve orayı yaşanmaz bir hale getiren Bush’un da zamane sancaktarlığını yapıyor gibi görünüyor.
İngiltere’de geçtiğimiz yıllarda yapılan AB’den ayrılıp ayrılmamaya odaklı Brexit oylamasında ortaya atılan ve yalan olduğu net bir şekilde açığa çıkan iddialar da bu kavramın birer örneği.
Peki neden yalan olduğu bilindiği halde bu yalanlar söyleniyor? Çünkü Sarphan Uzunoğlu’nun ifadesiyle “Bir politikacının yalanı, günün sonunda paydaşlarına yatırım, kredi veya güç olarak dönmesi koşuluyla kabul edilebilir.”***
Başta batı dünyası olmak üzere sosyal medya kullanımının artması insanlar arasında bu tür yalan haberlerin yaygınlaşmasını sağladı. Zira hem Twitter hem de Facebook gibi sosyal medya kanalları kullandıkları farklı algoritmalar ile bizi kısa sürede daha iyi tanımaya, fikirlerimizi, beğenilerimizi ve hatta siyasi düşüncemizi bile yüksek doğrulukla tahmin etmeye başlıyor. Ve kısa sürede bizi bizim gibi düşünen insanlarla aynı ortamlara, aynı gruplara dahil ediyor. Telefon veya bilgisayar ekranında bu tür ağlara bağlandığınızda karşınıza çıkan içerikler, paylaşımlar sizin düşüncenize, ideolojinize uygun hale getiriliyor. Böylece algoritmanın etkisiyle kısa zaman içerisinde sizin gibi düşünen, sizin gibi beğenen, sizin gibi konuşan insanların olduğu ortamlara dahil oluyor, o paylaşımlara maruz kalıyorsunuz.
Sosyal medya ve Google tarafından kullanılan filtre balonları ve eko odaları insanlara sadece görmek istediklerini göstererek farklı fikir ve görüşlere kendilerini kapamalarına haliyle de hayata çok dar bir pencereden, bir at gözlüğünden bakmalarına neden oluyor.
Daima kendi gibi düşünen arkadaşlarıyla vakit geçiren, sosyal medyada kendi ideolojisini anlatan kanallar dışında hiçbir haber kaynağına ilgi duymayan, daima kendi gibi olanı arayan insanlar bir süre sonra daralttıkları yaşam çemberinin içinde sıkışıp kalmaya mahkumdur. Bu durum kendi ihtiyaçlarına, çıkarlarına uyduğu sürece Trump ve Brexit örneğinde olduğu gibi insanların aleni yalanlara dahi inanmalarına ve bunu gerçek olarak algılayıp yaymalarına neden olabilmektedir.
Dünyada giderek yaygınlaşan bu fasit daireye düşmeden, okuyan, araştıran, merak eden ve sorgulayan nesillerimiz olması dileğiyle.
*Yalın Alpay, Yalanın Siyaseti, 2017
**Nilgün Tutal, Varlık Dergisi, Mayıs 2017
***Sarphan Uzunoğlu, Varlık Dergisi, Mayıs 2017