Eşref saat için, bir işin olumlu gitmesine uygun zaman, insan için günün en iyi saati gibi daha pek çok tanım sıralanabilir. Kimileri için de insanın alçakgönüllü olduğu, sinirlerinin hatta düşünce yetisinin alındığı an bile olabilir bu. Şevket Rado tarafından kaleme alınan Eşref Saat ise çok farklı bir amaca hizmet ediyor.
Gazeteci, araştırmacı ve yazar olan Şevket Rado, beş yıl boyunca İstanbul Radyosu’nda hafta sonları yaptığı aile sohbetlerinin bir kısmını “Eşref Saat” adlı eserinde toplamış.
Kitabın önsözüne Rado şu şekilde başlıyor:
“Çocuklarımıza, hatta yalnız çocuklarımıza değil her seviyedeki halkımıza vazife duygusunu, daha çok çalışarak refahını arttırmayı, kendisine olduğu kadar etrafına da faydalı olmayı, güçlüklerden yılmamayı ve bunların dışında ailesine bağlı olmasını, şefkati, doğruluğu, adaleti, iyilik etmeyi, insan olarak manevi değerler kazanmayı, kısaca iyi ve faziletli bir insan olmayı telkin eden kitaplarımız ne kadar azdır!” (syf. 1)
Rado bu cümleleriyle aslında kitabı yazma, yani sohbetlerinin bir kısmını kitaplaştırma amacını da bize vermiş oluyor. Yazar kitapta Yaşama Zevki, Güler Yüze ve Gülümsemeye Dair, Çocukların Ana ve Babalarından Bekledikleri, Gönül Zenginliğine Dair, Faydalı Bir İş Görme Zevki, Herkes Kendi Hayatını Fetheder… gibi hayata dair; iyi ve doğru insan olmayı, aile olmayı, toplum olmayı anlatan, içinde pek çok öğüt barındıran 22 başlığa yer veriyor.
Sohbet türünde yazılmış bu eseri, yazılma amacı ve içeriği ile bir kişisel ve toplumsal gelişim kitabı değerinde kabul etmek sanıyorum yanlış olmayacaktır. Yine Rado, önsözde belirttiği gibi sohbetleri ufak değişikliklerle okunacak şekle getirmiş olsa da kitap, sohbet havasını hiç kaybetmemiş. Bu nedenle başladığınızda nasıl bittiğini anlayamadığınız, tadı damağınızda kalacak bir eser çıkmış ortaya.
Her bölümü ayrı bir zevkle okuduğum eserden beni en çok etkileyen ve içinde bahsettiği hikâyeleri hiç unutamadığım iki bölümden sizlere bahsetmek istiyorum: Daha İyi Olabilir – Dünyadan ve İnsanlardan Şikayet bölümleri.
Bu bölümler aynı sıra ile art arda kitapta yer alıyor. Daha İyi Olabilir bölümünde, etrafımızda sıkça duyduğumuz bir kavramdan yakınılıyor. Bu kavram “şükür” kavramı. Bu bölümde Rado, şükretmeye karşı çıkmamakla birlikte nedenini sorguluyor aslında. İnsanları şarklı ve garplı olarak ikiye ayırarak şükür kavramının mantığını anlatmaya çalışıyor. Şarklı insanlarda bir lokma, bir hırka mottosu ile içinde bulunulan duruma karşı gelinmeyen, elde ettikleriyle yetinen bir insan profilinden bahsediliyor. Nitekim baktığımızda ne bu insan profili ne de bu motto bize uzak gelmiyor. Popüler kültürden, globalleşmeden uzak Anadolu insanı, elde olanla yetinen, etrafındakiler gibi olma gayesi içine girmeden bir lokma, bir hırka ile özünü kaybetmeyen ama var olan durumunu da daha konforlu hale getirmeyen bir yaşam sürüyor. Garplı ise bunun tam tersi, yani kanaatkar olan Şarklının aksine evi dayalı döşeli olsun, her şey modaya uygun olsun, durumu daha iyi olsun gibi istekleri olan bir insan profilidir. Bakıldığı zaman her ikisinin de yararlı olduğu kadar zararları da vardır. Fazla kanaatkar olmak bazen içindeki durumu güzelleştiremeden, kendini geliştiremeden monoton bir hayat sürmek, yararlı olacak şeylerin daha fazlasını elde edemeden ömrü tüketmek gibi bir zarara yol açıyor. Yararı ise elbette ki insana hırstan kurtulmayı, anın tadını çıkarmayı öğretmesi olabilir. Garplıda da aynı durum söz konusu olacak: Yararı kendini geliştiren, hayatını çeşitlendiren bir insan olmak iken; zararı insanın hırsa bürünmesi, elindekinden mutlu olamaması bu nedenle de yaşama sevincini kaybetmesi olacaktır. Rado bu bölümde kendi arkadaşından örnek veriyor:
“ Benim çok sevdiğim bir ahbabım vardı. Şimdi Amerika’dadır. Hayata çok erken atılmaya mecbur kalmış. Bir hayli mahmuriyetle pençeleştikten sonra işini yoluna koymuş. Burada iken de hali vakti yerindeydi. Ticarethanesi tıkır tıkır işlerdi. Keyfi hiç bozulmazdı. Hayatı hep tatlı tarafından alırdı. Görünürde hiçbir sıkıntısı yoktu. Fakat ne zaman karşısına geçip de ‘nasılsın?’ diye sorsanız katiyyen ‘çok şükür, iyiyim’ demezdi de ‘iyiyim ama daha iyi olmak kabildir birader’ derdi”. (syf. 14)
Bu arkadaşının cümlesini okuduktan sonra “gerçekten de daha iyi olmak kabil değil mi?” diye kendi kendime sormadan edemedim.
Bu bölümün ardından yine çok beğendiğim Dünyadan ve İnsanlardan Şikayet adlı bölüm geliyor. Burada ise dünyanın çok güzel bir yer olduğunu, insanların dünyadan şikayetlerinin aslında dünyadan değil, diğer insanlardan kaynaklandığı anlatılıyor ve Allah’ın bu şikayetçilere yani biz insanlara bahşettiği bir lütuftan söz ediliyor: Unutmak.
“ Filozof Bergson’un çok güzel bir sözü vardır. ‘Beynin asıl vazifesi, der, bize hatırlamayı değil, unutmayı temin etmektir. Zaman baba, elinde sihirli bir fırça ile hafızamızda yer eden kötü hadiseleri, bize hiç sormadan kendi kendine siler. Hatta bu kadarla da kalmaz; fırçası yaldızlı mıdır nedir, o kötü hadiseleri süsler, güzelleştirir. Ruhumuzu karartan o kötü hatıralar silinip yerine tatlıları geldikçe yaşama sevincimiz artar, durur.” (syf. 20)
Gerçekten de unutmak insan için çok büyük bir nimet. Düşünsenize başımıza gelen her şeyi iyisiyle kötüsüyle eksiksiz hatırlıyoruz. Yaşadığımız acılar hiç dinmezdi, zaten o acılarla belki de hayata devam edemeyecek hale gelirdik kim bilir? Ama beynin bu asıl görevi olan unutma işine insanoğlu yine burnunu sokup unutturmamak için elinden gelen çabayı gösteriyor. Şevket Rado’ya göre kin beslemek de buradan doğuyor. Birinin bize yaptığı kötülüğü unutmak kendimize yaptığımız en büyük iyiliktir diyor.
“ Unutmak üzerine pek güzel bir makale yazmış psikolog Sangster, filozof Kant’tan bahsederken şöyle diyor: Kant’ın Lampe adında pek sevdiği bir uşağı vardı. Filozof ona çok derin bir itimatla bağlı idi. Günün birinde, yıllarca itimat ettiği bu uşağın kendisini muntazaman soymakta olduğunu fark etti ve derhal bu uşağı kapı dışarı etmek mecburiyetinde kaldı. Tabii pek üzüldü, üzüldü ama hatıra defterine şöyle yazmış: Lampe’yi unutmam lazım geldiğini hatırlamam gerek.”(syf.21)
Bu iki bölüm hayat üzerine bize iki önemli ders veriyor: Kendimizi geliştirmek ve Unutmak. Bize yapılana, etrafımızdakilerin düşüncelerine takılmadan; arkamızdan ne derler diye düşünmeden “daha iyi olmak kabildir” diyebilmek. Bu ikisini yerine getirebildiğimizde eminim ki ne Lampe gibileri ne de içinde bulunduğumuz her türlü olumsuzluk bizim kendimizi gerçekleştirmemize engel olmayacaktır. Yeter ki Lampe’leri unutmamız lazım geldiğini hatırlayalım ve hiç kimseden çekinmeden bize halimizi sorduklarında iyiyim ama daha iyi olmak kabildir diyebilelim.

- Eşref Saat – Şevket Rado
- Bilge Kültür-Sanat Yayınları
- 141 sayfa