Kadim bir gelenek olarak Farsi kültür, birçok bakımdan doğu toplumlarının kimi özelliklerini bünyesinde barındırmakta ise de, özgün yanını da sıklıkla vurgulamak gerekir. Örneğin, sinemasına bakıldığında İran’ın son dönem temsilcilerinde belirginleşen, denileni hemen ve kaba sözlerle ifade etmekten azade, sembol ve alegorik metaforlar ya da dinsel/inanç boyutunda bir kısım anlatılardan beslenerek hikayenin inşa edildiğini görürüz. Ancak tüm bunlar bir yana Fars sanatında özellikle şiir ayrı bir yer tutar. İslâmi dönem ile birlikte Nizâmi Gencevi’den, Ömer Hayyam’a, Ahundzâde’den, Sâdi’ye bir dizi İran/Azerbeycan şairinin dünya edebiyatını bile etkileyecek derinlikte eserler verdikleri görülür. İşte bu gelenek içerisinde önemli yer tutan on üçüncü yüzyılda yaşayan klasik Fars dilinin büyük yazarlarından Sâdi’nin özellikle eserleri etrafında kişiliğini derinlemesine okuyucunun önüne seren bir eser ile karşı karşıyayız. “Sâdi: Hayatın, Aşkın ve Tutkunun Şairi” isimli eser Vakıfbank Yayınları tarafından İsmail Hakkı Yılmaz çevirisi ile neşredildi. Eserin yazarı olan Homa Katouzıan 1942 yılında Tahran’da doğdu. İktisat ve edebiyat alanında eğitim gördükten sonra Britanya’daki Kent Üniversitesi’nde ekonomi tarihi ve İranayat çalışmaları alanında on sekiz yıl boyunca dersler verdi. Fars edebiyatına dair birçok esere imza attı. Halen Oxford Üniversitesi Şarkiyat Çalışmaları Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapmakta olup, “Genel İran Tarihi, İran Ekonomi Tarihi, Sâdık Hidayet, Musaddık” dönemi gibi konularda onlarca eseri bulunmakta.
Ele aldığımız bu kitapta, aslında dönemin ruhunun edebi temsiller üzerinden okunmasına imkân verici bir yapıda olduğunu gösteriyor. Gerçekten de kitabın başlarında izah edildiği üzere, tüm zamanların en büyük Fars şairi olarak kabul edilen Sâdi, özellikle Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra aydınlar tarafından ciddi eleştirilere tabi tutulmuş. Mevcut kaos ortamında büyük yazar Sâdi’nin yazdıkları ve kişiliği etrafında bir bakıma ahlâksızlıkla bir tutulmak suretiyle yaftalanma gayretine gidilmiş. Ancak İran’ın özellikle Şah rejimine muhalif kesimlerinde, örneğin Komünist eğilimli Tudeh Partili eleştirmenler Sâdi’nin tarafını tutmuşlardır. Batı’da ise Sâdi’nin romantizmin temsilcilerinden biri olarak görülmesinde bilindiği üzere Goethe’nin katkıları yadsınamaz. Yazara göre; “…tıpkı 19. yüzyılda Hayyam’ın olduğu gibi, bugün de Batı kamuoyunda Rumi’nin popüler olduğu ve Hâfız’ın klasik Fars edebiyatını inceleyen Batılı araştırmacıların hala ilgisini çektiği bir dönemde, gelecekte neler olacağını şimdiden kestirmek zor görünmektedir. Ancak bu gerçeğe ve eski şanını yitirmiş olmasına karşın Sâdi, memleketinde ve genel olarak da dünyada hâlâ keşfedilmemiş bir hazine olma özelliğini korumaktadır…”
İslâm medeniyetinin büyük birikimcisi: Sâdi
Kitabın ikinci bölümünde hayatı ve eserleri başlığı etrafında Sâdi’nin ilgiye değer yaşamını görüyoruz. Sâdi’nin yaşamı konusunda kesin ibarelerle konuştuğumuz kısımlar dışında, flu kalan yanlar da bulunmakta. On üçüncü (hicri yedinci) yüzyılda yaşadığı, Bağdat’taki Nizamiye Medresesi’nde eğitim aldığı, uzun yolculuklar yaptığı ve uzun yaşam sürdüğü muhakkak. Yazdığı aşk şiirlerinden ateşli bir âşık olduğu ve birçok eserinde de tasavvufi düşüncelere değer verip efsanevi klasik mutasavvıflara hayranlık beslediği halde bir mutavassıf olmadığı da anlaşılmakta. Sâdi uzun yolculuklardan hoşlandığı için bu seyahatlere çıkanların dönüşte hediye niyetine Mısır’dan şeker getirdiğini düşündüğünden hemşerilerine bir hediye vermek arzusu ile çok bilinen eseri olan Bostan’ı yazar. Buradan anlaşılıyor ki, diyar diyar dolaşan Sâdi, bu tecrübelerini eserine yansıtmış. Gülistan’da ise Bağdat’tan, Mekke, Şam, İskenderiye, Diyarbakır, Hemedan, İsfahan, Belh ve hatta bugün Çin topraklarında yer alan Kaşgar’dan söz eden birçok hikâye ve menkıbe bulunmakta. Bostan’da yine anlatıcı, Hindistan’da Somnat’ı ziyaret ettiğinde bir Hindu tapınağındaki Brahmanla kavga ederek onu öldürdüğünü anlatan uzun hikaye de bulunuyor. Özellikle Sâdi üzerine araştırmalar yapan Muhammed Hazeli, John Boyle ve Henri Massè gibi araştırıcılar bu eserin tür olarak otobiyografi olduğundan bahisle Sâdi’nin bizzat deneyimlediği anları resmettiğini düşünürler. Sâdi, Moğol istilasının dehşetini yaşayarak Nizamiye Medresesi’ne sığınmış ve ciddi bir eğitim hayatı geçirmiştir. Dolayısıyla Şirazlı olarak bilinen Sâdi, hayatının çok küçük bir kısmını Şiraz’da geçirmiştir. İlkin yakınlarının kaybı nedeni ile dokunaklı mersiyeler kaleme alarak edebi yeteneğini sergilemiştir. Ardından aşka dair zengin tecrübelerini Sâdi mahlası ile yazılmış aşk şiirleri ile göstermiştir. Temel eseri olan Bostan, çoklu okumalara imkan veren yapıdadır. Katouzıan’ın eserinde örnek verilen birçok beyitten de anlaşılacağı üzere Bostan’da aşktan, yönetim önerilerine, seyahat gözlemlerinden, münazara topluluklarının eleştirisine dair çok yönlü tarafı bulunan zengin bir eser ile karşı karşıyayız. 20. yüzyılda batılı burjuva ahlâkının etkisinde kalan modern İran aydınları, klasik İran saray şairlerine olumsuz nazarla bakmışlardır. Sâdi, aslında bu nedenle de eleştiriye uğramış ise de, kendisini bir saray şairi olarak nitelemek çok doğru değildir. Katouzian’a göre Sâdi iki nedenle saray şairi olarak kabul edilemez: Birincisi, eserlerinin toplamı ile karşılaştırıldığında Sâdi’nin önemli kişilere (Salgurlu hanedanından Terken Hatun ile kızı Abiş Hatun’a) ithaf edilmiş şiirlerinin yok denecek kadar az olmasıdır. İkinci olarak da Sâdi’nin övgülerinin bile kudretli kişilere yapılan adalet ve cömertlik uyarı ve öğütleri ile harmanlanmasıdır.
Gülistan: Fikrin Şiiri
Sadi’nin “Bostan” kadar önemsenen diğer eseri ise, “Gülistan”dır. Pratik bilgelik kaynağı olarak tanımlanabilecek kitap sekiz bölümden oluşur: Birinci bölüm “padişahların güzel adetleri”, ikinci bölüm “dervişlerin ahlakı”, üçüncü bölüm “kainaatin fazileti”, dördüncü bölüm, “sükutun faydaları”, beşinci bölüm “gençlik”, altıncı bölüm “ihtiyarlık ve acizlik”, yedinci bölüm “terbiyenin etkisi” ve sekizinci bölüm ise “sohbet adabı” üzerinedir. Yazara göre, klasik Fars dilli şairler arasında Sâdi kadar muhteşem ve tutkulu bir âşık daha yoktur. Sâdi insani olan âşkı, yani tensel âşkı anlatır. Mevlana’daki dervişin tüm varoluşun kökenine dönerek onunla bir olma arzusu yerine Sâdi’de bu iki âşk birleşir ve eşit olarak görülür. Sâdi’deki âşk, soyut bir ruh hali olabileceği gibi, somut bir tecrübe de olabilir. Sâdi’nin genel toplamdaki tensel âşkı anlatan lirik şiirlerini dört grupta değerlendirmek mümkündür: Sevgiliye duyulan âşkı anlatanlar, sevgiliyi anlatanlar, ona kavuşmanın mutluluğunu anlatanlar ve ayrılık hüznünü anlatanlardır. Anlatılanlar kimi zaman örtülü, kimi zaman ise söz oyunlara gereksinim duyulmayacak açıklıktadır:
“…Sen yüzünü örtüp de bu fitneyi kaldırmadıkça
Niyetim yok hiç gözlerimi senden ayırmaya…”
Kimi zaman Sâdi’de âşık sevgilinin kemendine yakalanmış bir av hayvanı gibi tasvir edilir. Bu kementten kurtulmak, yani âşık olmaktan vazgeçmek nerede ise imkansız iken, esaret altında ölmek gayet normal görünür.
“…Aşk bir derttir ki yoktur tabibi
Garip değil acı çekenin ıstıraptan inlemesi
Âkiller bilirler aşıkların deliliğini
Bilir ne öğüt ne vaaz dinlemeyeceğini
Aşk ve ıstırap şarabını içmemiş olan
Ne bilir aşkı ve yaşama sevincini
Avın kemendinden kurtulması gariptir
Ama kement boyunda ölmek alelâdedir
Sevgili bilseydi başıma geleni
Kaldırmak mümkündü rakibin ve düşmanın eziyetini
Kaderimi görünce düşmanın bile gözleri yaşardı
Anladı da ağyar beni, dostlar beni bir türlü anlamadı…”
Sâdi’de tıpkı âşk gibi, sevgilinin fiziksel özellikleri de idealize edilir. O’nda sevgilinin fiziksel görünümü kusursuzdur ve dönemin estetik değerleri ile uyumludur. Sureti genellikle orantılı bir söğüt ağacına, ağzı çiçek tomurcuğuna, bedeni ipek ve gümüşe, saçları ise uzun bir zincire benzetilir. Ancak sevgiliden bir de ayrılık durumu, acısı vardır. O anlarda da lirik etki yine iyiden iyiye kendini hissetirir…
“…Bu gönlümdeki keder ve elemden biri sadece
Yıllar kalbimin derinliklerine öyle bir muhabbet gömdü ki
Onları kalbinden yine ancak yıllar sökebilir Sâdi
Yeterince anlattım size, konuşmayacağım artık
Gerisini anlatacağım sadece hemdertlerime…”
Ancak sanılmasın ki Sâdi’nin eserleri sadece âşka hasredilmiştir. Beyitlerde gezinen konular arasında davranış ve ahlâk dersleri, kanaatkârlık, tevâzu, dünyanın ve zevklerinin geçiciliği, kıskançlık ve dedikodu gibi temaları ele alan veciz öğütler de yer alır. Tüm bunları derin bir kültür ve Fars medeniyetinin şekli ve içerikle yüklü kazanımlarından hareketle sunar. Büyük bir edebi karakter olarak Sâdi’nin hayatını ve tutkularını anlamak bakımından Homa Katouzıan’ın bu kitabı önemli bir işlevi ziyadesiyle yerine getiriyor. Son sözü ise sonuç kısmından yazarına bırakalım: “…Sâdi bir 13. yüzyıl şair ve yazarıydı ve en büyük klasik İranlı şairlerden biriydi. Dolayısıyla klasik bir şair olarak eşsiz ve evrensel bir yere sahiptir. Sâdi’nin Gülistan’ıyla Bostan’ın da anlatılan iyi ve kötü hayat belli bir zaman dilimiyle sınırlı değildir, bu da onları ahlaki inanç, kişisel ve sosyal davranış gibi sorunların entelektüel söylemin önemli bir parçasını oluşturduğu zaman ve mekandan bağımsız hale getirmektedir. Sâdi, aşk şiirlerini okuyan her aşığı derinden etkilemeye devam edecektir…”
- Sâdi: Hayatın, Aşkın ve Tutkunun Şairi- Homa Katouzıan
- Vakıfbank Kültür Yayınları – 2020
- 223 Sayfa
- Çeviri: İsmail Hakkı Yılmaz