Anne Ancelin Schützenberger‘in Atalarımızdan Kalan Miras: Aile Bağları, Travmalar ve Sosyobili adlı eseri, bireysel özgürlük ile tarihsel zorunluluk arasındaki gerilimi derinlemesine ele alan oldukça ilginç bir çalışma. Psikosoy biliminin öncülerinden biri olarak Schützenberger, bireylerin yalnızca kendi kararlarıyla değil, aynı zamanda kuşaklar arası bağlar ve travmalarla şekillendiğini öne sürüyor. Atalarımızdan Kalan Miras, aile yapılarının görünmez ve çoğu zaman çözülmemiş dinamiklerini ortaya koyarak hem akademik literatüre hem de pratik psikoterapiye önemli bir katkı sunuyor.
Schützenberger’in “görünmez sadakat” kavramı, bireylerin, farkında olmadan ailelerinin travmalarını tekrar etme eğilimini açıklıyor. Schützenberger’e göre bu kavram, yalnızca psikolojik değil, aynı zamanda sosyolojik bir boyut taşıyor; bireyin, ailesinin hikâyesine sadık kalarak, kendisini adeta bir “borç ödeme” çabası içinde bulması, modern bireyin özgürlük algısını derinden sarsıyor. Schützenberger, bu noktada, psikosoy bilimin bir aracı olarak geno sosyogramı devreye sokarak, bireylerin aile bağlarının haritasını çıkarıyor. Bu yaklaşım, bireyin kendi kaderini nasıl şekillendirdiğini değil, aynı zamanda kolektif bir yazgıya da nasıl zincirlendiğini göstermesi açısından kıymetli.
Schützenberger’in psikanaliz, psikodrama ve sistemik terapiyi birleştiren yaklaşımı, kitabın dikkat çekici yönlerinden biri. Psikosoy bilimi, yalnızca bireysel terapiye yönelik bir yöntem olarak değil, aynı zamanda sosyokültürel bir eleştiri aracı olarak da değerlendirilebilir. Özellikle, travmaların kuşaklar boyunca aktarılma biçimini ele alırken, tarihsel ve edebi örneklerle zenginleştirilmiş bir anlatı sunuyor. Bu, kitabı yalnızca klinik bir rehber olmaktan çıkarıp, kültürel analiz boyutuyla da akademik tartışmalara dâhil edeiyor.
Kitapta sunulan “yıl dönümü sendromu” kavramı, geçmişte yaşanan travmatik olayların belli tarihlerde bilinçsizce yeniden ortaya çıkabileceğini de açıklıyor. Schützenberger, bu sendromu hem bireysel hem de kolektif düzeyde ele alıyor. Özellikle savaşlar, göçler ve toplu katliamlar gibi toplumsal travmaların aile bağları üzerinden sonraki nesillere nasıl aktarıldığını gösteriyor. Bu noktada, bireyin özgürleşmesinin, ancak bu döngüyü fark ederek ve aile tarihini yeniden anlamlandırarak mümkün olabileceğini vurguluyor. Öte yandan Schützenberger’in yazım dili hem akademik hem de duygu yüklü bir üslubu birleştiriyor. Klinik vakaların yanı sıra tarihsel ve edebi referanslara yer vermesi, okuyucuyu bilimsel bir tartışmanın ötesinde insani bir yolculuğa davet ediyor. Bu anlatım, yalnızca bir araştırmacının değil, aynı zamanda düşünsel bir rehberin bakış açısını da yansıtıyor.
Atalarımızdan Kalan Miras, bireyin kolektif hafızadan bağımsız olmadığını, ancak bu bağın farkına varıldığında özgürleşmenin mümkün olabileceğini savunuyor. Schützenberger, bireyin ailesiyle olan ilişkisini çözümlemekle kalmıyor; aynı zamanda toplumsal ve tarihsel travmaların bireysel hayatlarımızı nasıl şekillendirdiğini sorgulamaya davet ediyor. Neticede Schützenberger’in eseri, yalnızca bir aile terapisi kılavuzu değil; aynı zamanda modern bireyin kendi tarihini anlaması ve bu tarihsel yükten özgürleşmesi için bir çağrı. Psikosoy biliminin sunduğu araçlar, bireyin ailesiyle olan bağlarını yeniden değerlendirerek, kendini yeniden inşa etmesine olanak tanıyor. Ancak bu özgürleşme, yalnızca bireyin değil, aynı zamanda toplumsal yapıların da dönüşümünü gerektiriyor. Atalarımızdan Kalan Miras, bu dönüşüm için bir başlangıç noktası olabilir. İyi okumalar.

- Atalarımızdan Kalan Miras – Anne Ancelin Schutzenberger
- Say Yayınları
- 288 sayfa
- Çeviri: Gülşah Ünal