Nisan ayının ortasını geçtiğimiz şu günlerde, geçtiğimiz ayın ve bu ayın başı itibariyle raflardaki yerini almış kitaplardan bir seçki hazırladık.
20 kitaptan oluşan seçkimiz, yine birbirinden farklı türlerde, gözden kaçmamasını tavsiye ettiğimiz kitapları içeriyor:
1. Nadja – Andre Breton
“Kimim ben?”
Birçok şeyin yanında, en temelde bir arayışın romanı olan Nadja bu unutulmaz soruyla başlıyor. André Breton, Paris sokaklarında, gerçekle düş arasında gidip gelen, bir görünüp bir kaybolan ve hep biraz eksik görünen nadide bir “umut” kıvılcımını arıyor. Yazar, bu kıvılcımın görünür olduğu anlarda, ezoterik bir aşkın yoğun melankolisine kapılmaya ve en mahrem hallerini bir günce berraklığıyla ortaya sermeye, böylece kendi benliğinin en karanlık köşelerini aydınlatmaya başlıyor. Bu açıklık, arayışının belki de en can alıcı kısmını oluşturuyor.
Nadja, gündelik hayata dair olguların gerçeküstü algılanışını sunmakla kalmıyor; gerçeküstücülüğün estetik bir kaygıdan daha fazlası, hatta politik tavrı ve varoluşsal sorgulamasıyla ne denli yaşamsal bir mesele olduğunu da gösteriyor.
Gerçeküstücülüğün kurucu metni Nadja, İsmet Birkan’ın Fransızca aslından çevirisiyle…
2. Şiiri Düzde Kuşatmak – Gülten Akın
Uçlarında panzehir taşıyan birer ok gibi, hayatın ve şiirin üstüne gönderilen yazılar, konuşmalar, söyleşiler… Gülten Akın, şiiri bir kez de düzde kuşatıyor.
3. İstanbul Treni – Graham Greene
İstanbul Treni 20. yüzyılın en çok okunan İngiliz yazarlarından Graham Greene’in romancı kimliğini bulmaya başladığı yapıtıdır. Aynı zamanda akıcı olay örgüsüyle bir gerilim romanı tadında olup, aslında daha derin ahlaki temeliyle dikkat çeken romanlarından ilkidir. Sadakat, insanın kendisine ve başkalarına karşı görevleri, ülkesine bağlılığı, Greene’in ırkçılık ve komünizm üzerine kafa yorduğu romanının başlıca temaları arasındadır. Roman, Ostende’den İstanbul’a uzanan bir tren yolculuğuna çıkan bir grup insanın başından geçenleri anlatır. Bu yolcuların her biri 30’lu yılların dünyasında kabul görmüş toplumsal değerlere aykırı düşmektedir: Antisemit Avrupa’da seyahat eden bir Yahudi, komünist bir devrimci, o güne dek yakayı ele vermemesiyle övünen bir hırsız ve katil, cinsel yöneliminin onaylanması o dönemde mümkün olmayan alkolik bir kadın gazeteci ve kadınların değerini güzelliğin belirlediği bir çağda güzellikten pek nasibini almamış bir revü kızı. Trene farklı amaçlarla binen bu insanların yazgıları yolculuk boyunca iç içe geçecektir.
4. Gerçekler Kırıldı – Barış Müstecaplıoğlu
Fantastik edebiyatın ve bilimkurgunun renkli, şaşırtıcı, efsunlu dünyasında dolaşmaya hazır mısınız?
Yerli fantazyanın öncüsü Barış Müstecaplıoğlu bu kez öyküleriyle okurları düşsel dünyalara taşıyor: Distopik bir İstanbul’a, gizemli gezegenlere, hayal gücünün sınırlarını zorlayan Perg ve Delkarna diyarlarına… Büyücüler, uzaylılar, hayaletler, şamanların yol arkadaşlığında türün tüm zenginliğini yansıtan şahane bir yolculuk Gerçekler Kırıldı… Bu sıra dışı öyküler, bizlere günümüze ve insanlık hallerine yepyeni açılardan bakma özgürlüğü sunuyor.
5. Naz Kahvesi – Merve Koçak Kurt
“İçinde bir çocuk büyütüyordun, bilmiyordun. Düşe daldığını fark ettiğimde kahvenin köpüğü taşmak üzereydi, bir İspanyolca şarkı çalıyordu ve şarkıyı söyleyen o kadın, kemanı ahşap bir kelebeğe benzetiyordu. Çok güzeldin ve ben sana bakarken yeniden doğuyordum hep. “Su gibi” derlerdi senin gibilere çocukluğumun kadınları… “Su gibi”… Yeni yüzler, eski yüzlere yol açıyordu içimde ve ben o yeni yüzlerle eski yüzler arasında bir gelgitte dağılan parçalarını toplamaya çalışıyordum yüzünün.”
Merve Koçak Kurt’tan içli aşk öyküleri… Öykülerin kahramanları bazen isimsiz ama hiç yabancı değil. Kadın’ı Adam’a bakışından, Adam’ı Kadın’a gülümseyişinden tanıyıveriyoruz. Satırlarda kırgın akisler… Aynaları ve yansımaları eskiten zamanın duygular karşısındaki başarısızlığını okuyoruz. Kırklara karışsa da birileri; yaralar canlı, hisler diri.
Yazgısını okuyup adına yazılmayanları kâğıda dökenlerin, dünyanın bütün yalnızlarının diliyle konuşan bir kitap “Naz Kahvesi”… Kimi zaman yasemin, kimi zaman hanımeli kokulu ve ilhamla dolu…
6. Edebiyata Övgü – Ricardo Mazzeo
Zygmunt Bauman ve Riccardo Mazzeo arasında gerçekleşen bu diyalog kitap, iki kız kardeş olarak edebiyat ve sosyoloji arasında mekik dokuyor, bu iki söylem alanının bağlantı noktalarına, ayrı düştükleri sınır bölgelerine eleştirel bir perspektiften hareketle derinlikli ve tartışmaya açık yorumlar getiriyor. Edebiyata Övgü hem edebiyatın hem de sosyolojinin çağdaş sorunlarını titiz bir bakışla masaya yatıyor…
Zygmunt Bauman: 1925’te Polonya’da doğan Bauman sırasıyla faşizmi, sosyalizmi ve kapitalizmi eleştirel bir mesafeyi koruyarak yaşamış ve hiçbir zaman bağımsız entelektüel kişiliğinden taviz vermemiştir. 1968’de Polonya’dan sınır dışı edilmesinin ardından İsrail’e, oradan da Leeds Üniversitesi Sosyoloji Kürsüsü’nün başına geçmek üzere Britanya’ya gitmiştir. Bu görevini 1971-1990 arası sürdüren Bauman, ilk yıllardan itibaren hemen her konuda sosyolojik bakışın çerçevesini genişleten eserler vermiştir. Bauman genellemeleri seven bir yazardır; ama yöntembilim ve kavram tartışmaları yerine doğrudan toplumla ilgilenir. Eserleri bir sorun ve teşhis etrafında döner. Bu anlamda Britanya geleneğinden kopar. Göçmenliği, öncelleri K. Mannheim, A. Löwe, N. Elias gibi ona da, ampirik ve pragmatik bir geleneğin şekillendirdiği ada kültürüne dışarıdan bakma imkânı vermiştir. Ayrıca onlar gibi, hakikat ve ahlakı sosyolojiye taşır. Bauman kültür ve iktidarın çözümlemesine özel önem vermiş ve bu çerçevede toplum, ideolojiler, milli kimlikler, devlet, ahlaki seçim, modernizm ve postmodernizm konularını ele alarak sosyolojiye yeni bir soluk getirmiştir. Uzun yaşamına pek çok değerli çalışmayı sığdıran Bauman, 9 Ocak 2017’de hayatını kaybetti.
RIccardo Mazzeo: 19 Ocak 1955 İtalya Lecce doğumlu, evli ve iki çocuk babasıdır. Bologna Üniversitesi modern yabancı diller ve edebiyat bölümünden yüksek notlarla mezun olmuş ve ardından Modena’da üç yıllık Gestalt Therapie all’Aspic danışmanlık yüksek lisans derecesini almıştır. Zygmunt Bauman ile birlikte Eğitim Üzerine adlı, yine söyleşi biçiminde bir çalışması daha bulunmaktadır.
7. Mrs. Stone’un Roma Baharı – Tennessee Williams
Mrs. Stone’un Roma Baharı, 20. yüzyılın en başarılı Amerikan oyun yazarlarından Tennessee Williams’ın kısa roman türünde verdiği kusursuz bir örnek.
Karen Stone güzelliğiyle nam salmış Amerikalı bir tiyatro oyuncusudur. Ancak orta yaşı geçmektedir ve yaşlandığını kabullenmemekte direnmektedir. İşini bırakıp eşini de kaybedince yeni bir hayat kurmak üzere Roma’ya yerleşir. Burada bir yandan gücü ve parasıyla her şeyi elde etmeye çalışırken bir yandan da genç ve yakışıklı Paolo’yla bunlardan uzak bir ilişki kurmaya çalışır. Kendisine olan saygısını yitirmemek ve kapılıp gitmemek için savaşır ve zamanı durdurmanın yolunu arar. Tennessee Williams, Mrs. Stone’un geçmişiyle ve kendisiyle hesaplaşmasını eşsiz bir biçimde anlatıyor.
8. Beterotu – Pınar Öğünç
Fazla erkekler, fazlasını isteyen kadınlar, komşular… Plazaların oksijen vakitleri, otobanların çiçekleri, ailelere mahsus adım sürüyüşleri… Gökyüzünden yağan kapılar, kendi bahçemizde biten beterotları… Şehre inen ve zaten şehirdeki yabaniler… Büyüyen bir çukur, nükseden bir ağrı, yükselen bir alarm. İyi, kötü, beter…
Pınar Öğünç kendi içinin mutfağına geçiyor, kıvamlı öyküler hazırlıyor… Zamanı yakalıyor, anlıyor, hünerli bir dille anlatıyor.
Beterotu, günümüz Türkiyesi’nin aslından da fazlasını sunan fotoğraf kareleri. Muazzam bir gözlem heyecanının süzgecinden geçen hikâyeler.
Hazırlıksız yakalandığımız çok şey var, sevdiğin biri bindiği trenden inmeyebiliyor, kaldırımda yürürken bir kamyon ezebiliyor, bekler misin, tepesine yıldırım düşebiliyor. Bir bomba patlıyor, öldürmeyecek kadar uzakta. Ya da evin yıkılıyor, dümdüz, belki her şeyin yanıyor. Ya da âşık olduğun insan birden hayatından gidiyor, görünmez bir organın eksilmiş, çok sevmenle kalıyorsun. Ya da bir cinayete tanık oluyorsun, önünde oluyor her şey, kan pembe değil, tam kan rengi… Ölmüyorsun ama aynı da kalamıyorsun. O sabah bunları hiç bilmeden yüzünü yıkamışsın, aynaya bakmışsın.
9. Teftiş – Josh Malerman
“Daha önce hiçbir oğlan Teftiş’te başarısız olmamıştı.”
J, dünyanın geri kalanından soyutlanmış, ormanın derinliklerinde bir okula gidiyordu.
Okulun toplam yirmi altı öğrencisinden biriydi. Bu okulun tüm öğrencileri oğlan çocuklarından oluşuyordu ve okulun gizemli kurucusunu baba olarak biliyorlardı. Sanat, bilim ve atletizmin yanı sıra hayatlarının tümünü kaplayan ve bildikleri tek gerçeklik olan okulla ilgili eğitim alıyorlardı.
Fakat J, babanın bilinmesini istemediği başka gerçekler olduğundan şüphelenmeye ve bunlarla ilgili sorular sormaya başlamıştı. Bu yerin gerçek amacı neydi? Öğrenciler neden buradan ayrılamıyordu? Babaları onlardan ne tür sırlar saklıyordu?
Bu sırada, ormanın diğer tarafında, tıpkı J’ninki gibi bir okulda, K adındaki bir kız da benzer soruları sormaya başlamıştı. J, hayatında daha önce hiç kız görmemişti. K, hayatında daha önce hiç oğlan görmemişti. İkisi de bu tuhaf okullardaki sırları araştırırken çok daha gizemli bir şey keşfedeceklerdi: Birbirlerini.
10. Maça Valesi Nihai Sonu Beklemenin Hikâyesi – Joyce Carol Oates
Neden sırrım açığa çıkacak diye bu kadar endişelendiğimi gerçekten bilmiyorum; ne de olsa, sıradan bir suçlu falan değilim!
Çağdaş Amerikan edebiyatının büyük ustası Joyce Carol Oates, yazısını çok geniş bir alana yaymış, yazının, edebiyatın soluğunu açmış yazarlardan biri. Elinizdeki roman bir yanıyla sürükleyici bir cinayet anlatısı. Bir yanıyla da yazma tutkusunun nerelere uzanabileceğini gösteren başdöndürücü bir betimleme. Maça Valesi, büyük ustalık ürünü… Elinizden bırakamayacaksınız…
11. Küresel Roman: 21. Yüzyılda Dünyayı Yazmak – Adam Kirsch
Edebiyat eleştirmeni Adam Kirsch, Küresel Roman adlı bu hacmi küçük, fakat kapsam ve iddiası büyük çalışmasında milli edebiyat ve milli kültür anlatılarının karşısında yükselen yeni bir türü ele alıyor ve edebiyat incelemelerine yeni bir kavram armağan ediyor: “küresel roman.”
Peki, bir romanı küreselleştiren şey nedir? Bu sorunun cevabı için, Kirsch, küresel yazar olarak gördüğü ve aralarında kışkırtıcı benzerlikler bulduğu yedi ünlü yazarı ele alıyor: Türkiye’den Orhan Pamuk, Japonya’dan Haruki Murakami, Şili’den Roberto Bolaño, Nijerya’dan Chimamanda Ngozi Adichie, Pakistan’dan Mohsin Hamid, Kanada’dan Margaret Atwood, Fransa’dan Michel Houellebecq ve İtalya’dan Elena Ferrante.
Kirsch’e göre, bu yazarlar aslında belli bir yerellik içinde yaşarken, eserlerini 21. yüzyılın küresel toplumunda karşılık görecek şekilde kurguluyor ve romanı yerel deneyimin sınırlarından kurtarıyor. Günümüz edebiyatıyla ilgilenen okurlar için Küresel Roman her bakımdan zihin açıcı bir çalışma…
12. Şişedeki Adam Hiçoğlu’nun Serüvenleri – Feyyaz Kayacan
Türk öykücülüğünün özgün imzalarından Feyyaz Kayacan’ın “hikâyesinin” başlangıç noktasıdır Şişedeki Adam. Kayacan, kitabın 1957 yılında yayımlanan ilk haline, daha sonra üç öykü daha ilave etmiş, 1969’da Hiçoğlu’nun Serüvenleri adıyla yeniden okura sunmuştur.
Türk öykücülüğünde gerçeküstücü yaklaşımın seçkin örneklerinden oluşan kitabında “gerçeküstücü ruh haliyle” bir dünya yaratır Kayacan.
Öyle ki, yıllar sonra yazacağı satırların, öykülerin, romanın tohumlarını eker bu kitabında! Bu sayede gerçek bir gerçeküstü bütünlük yaratır.
Feyyaz Kayacanın kahramanları ve onların büyülü dünyası, ayaklarınızı yerden kesecek.
13. Umut Kendi Enkazından – Armağan Ekici
Lacivert Taşından Tabletler ile 2006 yılında Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü’nü kazanan Armağan Ekici, denemelerinin bu ikinci cildinde 2015-2018 arasındaki yazılarını derliyor. Homeros, Shelley ve Ambrose Bierce’dan başlayıp, Lewis Carroll, James Joyce, Flann O’Brien, Ahmet Hamdi Tanpınar, Antonin Artaud, Nikos Kazancakis, Behçet Necatigil, Oktay Rifat, Enis Batur üzerinden edebiyatın bugünün dünyasıyla bağlantılarını arıyor, çeviri meseleleri üzerine okurla birlikte düşünüyor.
“Bazen, yakın arkadaşlarımın bana (hayır, Joyce ile ilgisi olmayan bir konuda) ‘bu yaptığımız delilik mi?’ diye sordukları oluyor. Şimdiye kadar hep aynı cevabı verdim: “Bırak delilik olsun, akıllılardan ne hayır gördük?”
Evet: arkadaşlar, buyrun bakın, ‘akıllı’lara göre kurulmuş dünyanın hali ortada. (Beckett’ın da sevdiği ‘Dünya ve Pantalon’ fıkrasını hatırlayın.) Bıærakın akıllılar bildiklerini okusunlar; hayatımıza katılan pek çok güzellik, birilerinin delilik etmesi sayesinde ortaya çıkıyor.”
14. Sarıyaz – Mahir Ünsal Eriş
Şimdilerde o günleri ananlar hep “Sarıyaz” diyorlar adına. Haziranın gevreyen toprak üstünde buram buram tüttüğü son demlerinde, topu topu on iki günlük bir zamandı oysa. Ama bütün bir mevsim, yıllar boyu hatırlanacak kadar yüklü geçmişti.
Tarihe “Sarıyaz” diye düşüldü o günler.
Her şey havanın lodosa dönmesiyle başladı. Rüzgar, Afrika’dan aldığı sapsarı çöl kumunu yanına katıp körfeze doldu, ortalık sarıya kesti. Her şey ama her şey öyle bir sarardı ki, sanki dünya sarı bir camın arkasına saklandı gibi oldu.
Yöre halkını tedirgin eden bu tuhaf doğa olayının ardından bir de deprem gelir. Lakin bu “aşağıdan aşağıdan vuran” deprem halka halka büyüyecek, Sarıyaz’ın büyüklü küçüklü karakterlerinin hayatlarında meydana gelen şiddetli sarsıntılarda yankı bulacaktır.
Mahir Ünsal Eriş altı yıl aradan sonra yeniden okurların karşısına çıkıyor. Aynı olayın etrafında dönen ve birbirine bağlanan sekiz öyküden oluşan Sarıyaz’da, yine küçük bir kıyı şehrindeki sözümona sıradan insanların dünyalarına ışık tutuyor. Onların aşklarına, hüsranlarına, isyanlarına, hezeyanlarına, kalp yaralarına ve her şeye rağmen hayata tutunma çabalarına tercüman oluyor… Her zamanki sakınmasız, dürüst ama merhamet dolu, hayat dolu tavrıyla. Her zamanki gibi sokağı dillendirerek…
15. Gölgesiz Matiz – Bülent Ayyıldız
Perdedeki gölgeler aynı insan gibi ses çıkarıyordu. Hayalînin ustalığına verdiler. Aniden kocaman bir canavar belirdi perdede. İnsanlar bunu da gerçek mi değil mi ayırt edemediler; derken perde yırtıldı. Yanı başında Lami müstehzi sırıtmasıyla halka bakıyordu. Yırtılan bezin arkasından tepegözler, şahmaranlar, câzûlar, cinnîler, yılanlar, çıyanlar çıkmaya başladı. Halk ne olduğunu anlayamadı. Bu da neyin nesiydi. Tepegözler ağızlarından ateş saçmaya başlayınca bir vaveyla koptu. İnsanlar sağa sola kaçışmaya başladı. Acı bir seda kapladı meydanı. Ahali ne olduğunu anlamasa da can havliyle sağa sola kaçışıyordu. Kafalar kopmaya, işkembeler, bağırsaklar ortalığa saçılmaya başladı. Ortalık kan revan oldu. Lami kahkahalar atıyordu.
16. İnfernaliana – Charles Nodier
Kanlı Rahibe, Vampir Arnold-Paul, Bir Brukolak’ın Öyküsü gibi korku edebiyatı tarihinde önemli bir yer kaplayan metinlerden oluşan Infernaliana’da, hem zamanında gerçek olduğuna inanılan olaylar hem de gotik edebiyatla özdeşleşmiş figürlerin öyküleri yer alıyor. Mezardan geri dönen varlıkların, şeytani pazarlıklara giren insanların, nasıl başa çıkılacağı bilinmeyen hayaletlerin, lanetlilerin, iblislerin, vampirlerin tekinsiz anlatıları bu kült kitapta bir araya geliyor.
Romantik akımın öncüsü olan, araştırmacı ve kurgucu kimliğiyle birçok korku unsurunu edebiyat alanına taşıyarak kara romantizmin de kurucuları arasında yer alan Charles Nodier, Infernaliana’da insanın içine işlemiş korkuların edebi anlatılara dönüşümünü yansıtıyor.
17. İnsanın Anlama Yetisi Üzerine – David Hume
“Olguya ait bir şeyle ilgili bütün uslamlamalar, neden etki ilişkisi üzerine kurulu görünür. Esasen belleğimizde duyularımızın tanıklık ve besbelliliğini aşmamıza izin veren de yalnız bu bağlantıdır. Örneğin adamın birine, tanığı bulunmadığı bir olguya ait şeyin gerçekliğine neden inandığını sorunuz. Söz gelişi arkadaşının Fransa’da, yazlıkta olduğuna niçin inandığını sorunuz. O, size bir sebep gösterecektir ve bu sebep de arkadaşından ya bir mektup almış veya arkadaşının daha önceki karar ve vaatlerini bilmiş olması gibi başka bir olgudur. Boş bir adada, bir saat veya herhangi başka bir alet bulacak bir kişi de bundan, bu adada, eskiden insanlar yaşamıştır sonucunu çıkarır.
İşte olgu alanındaki bütün uslamlamalarımız hep aynı yapıdadır. Daima şimdiki olgu ile bundan çıkarsanan arasında bir bağ olduğu varsayılır. Eğer bu ikisini birbirine hiçbir şey bağlamasaydı, çıkarsama, büsbütün güvenilmez olurdu. Karanlıkta heceli sesler ve kavranabilir sözler kulağımıza gelecek olursa, orada bir insanın bulunduğuna güven getiririz. Niçin? Bu gürültülerin sıkı sıkıya bağlı bulundukları insan doğası ve yapısının sonucu oldukları için değil de niçin? Eğer biz, bu çeşit bütün uslamlamaları inceleyecek olursak, görürüz ki bunlar nedenle etki bağlantısı üzerine kuruludur ve bu bağlantının kendisi, yakın veya uzak, doğrudan doğruya veya birbirine bitişiktir. Örneğin sıcaklıkla aydınlık, ateşin birbirine bitişik etkilerdir; şu şekilde ki bu etkilerin birinden ötekini çıkarmak yerindedir.”
18. Hegel’den Önce Hegel’den Sonra – Tom Rockmore
Hegel, felsefe tarihinin hakikat hakkında sürdürülen uzun bir diyalog olduğunu düşünür. Bu nedenle, felsefenin geçmiş veya güncel tüm başat eğilimleri ve filozofları onun muhatabıdır; kendi felsefe sistemini bu tarihsel diyaloğu sürdürerek kurar. Oysa Hegel’in ve tüm Alman idealistlerinin üstadı Kant, eleştirel felsefesini geçmişle tam bir kopuş üzerine kurmuştu. Kant’ın yeni felsefesinin eleğinden geçmişin neredeyse hiçbir felsefesi geçemiyordu. Hegel ise geçmişe hakkını vermeyenin geleceği de kuramayacağını düşünen filozoflardandır. Hem Kant’ın felsefeye getirdiği yeni şartlara uyar, başka bir deyişle onun eleğinden geçmenin bir yolunu bulur; hem de felsefe tarihinin hakikat yani Hegel için mutlak yolundaki çileli yolculuğunu devam ettirir. Sonuç olarak öyle bir felsefe sistemi ortaya koyar ki, bu anıta bakan herkes ya hayranlıkla ya tiksintiyle orada bir devrin kapandığına kanaat getirir. Tamamına eren, Platon’dan itibaren devam eden felsefe yapma şeklidir. Hegel’den hemen sonra gelen Marx, Nietzsche ve Kierkegaard bir devrin kapandığının bilincinde olan, hatta tam da bu nedenle kendilerine filozof denmesini istemeyen düşünürlerdir. Bu sıra dışı düşünürlerin ortak noktalarından biri, Hegel’den sonra ya onu aynen taklit etmek ya da bambaşka yollara girmek gerektiğinin farkında olmalarıdır.
İşte Hegel’i tam bu bağlamda okuyan Tom Rockmore, yaşayan en önemli Hegel uzmanlarından biri. Öncesiyle ve sonrasıyla Hegel felsefesine tarihsel bir giriş olması bakımından kitabının tüm dillerde bir ilk olduğunu söylüyor. Herhangi bir felsefi altyapısı olmayanlar için yazdığını söylediği bu kitaptaki amaçlarından biri de Hegel’in anlaşılamayan karanlık bir filozof olduğu konusundaki yaygın kanıyı kırmak.
19. Kendine Hep Saldır, İnsan – Georg Christoph Lichtenberg
Lichtenberg’i birçok aforizma yazarından ayıran özellik, dünyayı gözlerken, yazarken, etten kemikten bir insan olduğu gerçeğini bir kenara bırakmayışıdır. Darmstadt’ın Kamburu geldi, doğrulun!
“Beni güzel olanı bilmediğim için acayip olanın peşinden koşuyor sanırsın; hayır, sen güzeli bilmediğin için ben acayibi arıyorum.”
20. Âşıklar ve diğer şeyler – Jean-Jacques Sempé
Ünlü Fransız karikatürist Jean-Jacques Sempé’nin, aşkı, âşıkları ve maşukları anlattığı karikatürlerinin bir derlemesi olan Âşıklar ve Diğer Şeyler, sevenle sevilen arasındaki tozpembe ilişkiyi farklı katmanlarda ele alan özel bir koleksiyon kitap.
Sempé’nin, aşkın büyülü dünyasına oklarını fırlattığı karikatürleri, imkânsız aşklardan trajik ayrılıklara ve mutlu sonlara, öykü içinde öyküler anlatarak aşkın bin bir hâlini yansıtıyor.
Aşkın ve dolaylı olarak âşıkların, içinde bulunduğumuz tüketim çağından nasıl etkilendiklerini gözler önüne seren Sempé, çoğu zaman sözsüz, yer yer de yazıyla tamamladığı karikatürleriyle, aşk kavramını eleştirel bir biçimde ele alıyor.
Aşk koca bir yanılsama mı yoksa vazgeçilmez bir tutku mu? Aşk bir ihtiyaçsa neden bu kadar hızlı tüketiliyor? Aşk kavramının ardında yatan sihir ne? Vücudunun en küçük hücresine kadar aşkı yaşayanların hayatlarına odaklanan Sempé karikatürleri, aşkı için hep uzaklara giden bir adamın çekiciliğinde, sevdiğinin adını banka kazıyan bir âşığın karmaşık zihninde, sevgilisinden ayrılmaya çalışan kararsız bir adamın dayanaksız bahanelerinde yeniden hayat buluyor.
Aşk ve aşka dair tüm renklerin bir arada karşımıza çıktığı bu nüktedan derleme, hem sevdalıları hem de yalnızları gülümsetmeyi başararak, mutlulukla burukluk arasında yitip giden nice aşk hikâyesine tanıklık ettiriyor.
Çoksatan kitapları ve sansasyonel karikatür çalışmalarının yanı sıra New York Times, Paris Match, New Yorker gibi gazete ve dergilere yaptığı çizimleriyle tanınan Sempé, Âşıklar ve Diğer Şeyler‘de, kadınlığın ve erkekliğin aşk ile ilişkisindeki hal-i pür melâli incelikli çizgiler kullanarak derinlikli bir şekilde yansıtıyor.
“En büyük mutluluğum, tanıdığım her kadının kalbinde kendimden bir parça bırakmış olmak…”