İtalyan edebiyatının en önemli isimlerinden olan Dino Buzzati‘yi çoğu edebiyat sever Tatar Çölü isimli başyapıtıyla tanır. Buzzati, ustalık eseri olarak adlandırabileceğimiz Tatar Çölü’nde olabildiğince yalın bir dille, bize sonsuz bir durağanlık içerisinde bekleyişi, umut ederek bekleyişi, bir şeyler olmasını umarak yaşamaya devam edişi öyle tadında anlatır ki, metin boyunca kapıldığınız o sıradanlık hali, gün gün tükettiğimiz ömrümüzün bir izdüşümü olur çıkar. Günler gelmektedir, hayat yaşanmaktadır, bir şeyler olmakta ya da olmamakta ama ömür tüm insafsızlığı içerisinde akıp gitmektedir. Buzzati, Tatar Çölü’nde çok kıymetli bir şeyi başarır. Süslü bir dil kullanmadan, olabildiğince kaygısız bir üslupla metni kurar. Öyle ki, tüm bu kaygısızlık, keşfedildiğinde inanılmaz bir kaygı izleği bırakır okuruna. İçine dahil olduğunuz dünya, kaygı ve bulantı içerisinde geçip gitmektedir.
Buzzati, Tatar Çölü haricinde büyülü gerçekçiliğe adım attığı öyküler kaleme almış, bu öyküler dilimize Yedi Ulak ve Tanrı’yı Gören Köpek kitaplarıyla kazandırılmıştı. Ayrıca, Buzzati’nin ilk eserlerinden olan Dağların Adamı Barnabo da, yazarımızın az bilinen kıymetli romanlarından birisi.
Sizlere Buzzati’nin büyülü dünyasını bizlere aktardığı bir başka kitaptan daha bahsetmek istiyorum. Yaşlı Ormanın Gizemi, masalla gerçek üstücülüğün içiçe geçtiği, iyiyle kötünün sonsuz tarihli savaşının doğa metaforlarıyla bize aktarıldığı bir roman. Saf kötülüğü de, iyi niyeti ve dürüstlüğü de farklı metaforlarla bize sunan bir kitap.
Konduğu miras sihirli güçleri olan bir orman olan Albay Procolo, bir kısmına sahip olduğu ormanın tamamını ele geçirmek için, diğer varis on iki yaşındaki Benvenuto’nun toprağına da göz diker. Bu noktada Buzzati’nin yapmaya çalıştığı tam olarak iyiyle kötünün çatışmasını aktarmaktır. Amacı bu uçsuz bucaksız ormanın ağaçlarını keserek daha fazla para kazanmak olan Albay Procolo kötüyü, Benvenuto’nun yanıda duran Yaşlı Ormanın her büyülü üyesi de iyiliği temsil etmektedir. Gerçek üstü özellikleri olan Yaşlı Orman, sıradan bir orman değildir. Her ağacın bir cini, mağaralarda esir kalmış rüzgarlar, akıl veren hayvan sürüleri, tavşanlar, yetenekli saksağanlar vardır. Tüm bu özellikleriyle, metnin bizi davet ediği mekan genç bir yazarın kurduğu gerçeküstü bir dünyadır.
Doğadaki her canlının bir ruhu, bir sesi, bir yankısı olduğunu düşünmemizi sağlayan bölümler, karakterler, günümüz dünyasında acımasızca mahvettiğimiz dünyaya görmezden geldiğimiz canlıların tarafından bakmamızı sağlaması açısından da oldukça epik bir konumda. Ağaçlarla, akarsularla, kısacası doğayla amansız bir savaşım içerisinde olan insanlığımızın kendi amaçları için dünyayı ne çirkin bir yere dönüştürdüğünden bahsetmeme gerek yok diye düşünüyorum.
Geçenlerde Kadıköy’de gördüğüm asırlık bir çınar ağacını uzunca süre seyretmiştim. Büyük dallarını o kadar yaşam sevinciyle göğe ve dünyaya açmıştı ki, insanın ona sarılası geliyordu.
Kitapta Albay Procolo’nun ağaçlara karşı takındığı umursamaz, sevgisiz, katı tavrı gördükçe, aslında günümüz dünyasında insanların pek de yol almadığını, aksine doğayla daha da kavga eder hale geldiklerini düşündüm. Kadıköy Bahariye’deki o güzel çınar ağacını ve diğer kardeşlerini korumanın kötülere karşı bir savaş olduğunu fark etmek hiç de zor değil.
Ne olursa olsun, dünya döndükçe, yaşam var oldukça, doğa unutmayacak. Rüzgar unutmayacak, ağaçlar unutmayacak. Onlar hep iyinin, doğrunun yanında olacaklar.
Kitabın çevirmeni Yelda Gürlek’in önsözü güzel bir temenniyle sona eriyor. Şöyle diyor Gürlek:
“Yaşamın kendisi kadar gerçek olan gerçeküstü unsurlarla dolu bu uzun öykü, edebi eserlere sevgiyle bağlanan her okurun ruhunda yaşama dair yeni bir pencere açacaktır. Dileğim o pencerenin hiç kapanmaması.”
Katılmamak elde değil. Keyifli okumalar diliyorum.