Cenaze törenleri kesin bir belirleyici değildir belki ama kısmen de olsa ölenin arkasında bıraktığı imajın bir göstergesi sayılabilir. Adettendir; cenaze namazını kıldıran kişi topluluğa dönerek ölen kişiyi nasıl bildiklerini sorar ve (toplanıldığına göre iyi bilinmektedir) ‘iyi bilindiği’ konusunda şahitlik alır. Tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı (1896-1984), Abdullah Cevdet’in (1869-1932) ölümünü aktarırken ne imamın ne de cemaatin cenaze namazını kılmaya yanaşmadığını söyler. Zira Abdullah Cevdet din düşmanı bir ateisttir[1]. Abdullah Cevdet hakkında en şumullü çalışmayı yapan M. Şükrü Hanioğlu bu konuda onun yaşamı gibi ölümünün de tartışmalara neden olduğunu söylemekle yetinir[2]. İnternette yapılan kısa bir aramada Abdullah Cevdet hakkında cenazesinin nasıl kaldırıldığı da dâhil olmak üzere bir sürü spekülatif yoruma rastlanır. En magazinel olanı ‘damızlık erkek’ meselesidir. M. Şükrü Hanioğlu meselenin basının yazdığı gibi olmadığını tarihi belgeleriyle anlatır[3]. Basından medyaya evrilen aynı mahfillerin halefleri bugün de meseleyi köpürterek aktarmaya devam ediyor. Zira Abdullah Cevdet, üzerinden hamaset yapılan mümbit bir polemik sahasıdır. Ses getirir, ilkel dürtüleri harekete geçirir, hava alır ve rahatlamayı sağlar. Açıkçası Abdullah Cevdet de insandır, elbette hataları vardır lakin bizzat tekzip ettiği ve söylemediğini beyan ettiği şeyler üzerinden hakaret ederek ve itibarsızlaştırarak bir şeyler elde etmeye çalışmak hakikate hizmet etmiyor olsa gerek. Cemil Meriç, Abdullah Cevdet için “tam olarak anlaşılmamış kişilerdendir” der. Abdullah Cevdet meselesi Meriç’i haklı çıkarmaktan öte, toplumsal reaksiyonumuzu ve sığ tutumumuzu göstermesi açısından yerinde bir örnek. Genelevin varlığını görmezden gelen toplum, Abdullah Cevdet’in Sıhhiye Genel Müdürü olarak atandığı dönemde (1919) ‘genelev çalışanlarının vesika zorunluluğu’ uygulamasından rahatsız olmuştur. Bir kesimden büyük tepki görmüş ve baskılar sonucunda istifa etmiştir[4]. Olayda, Abdullah Cevdet’in Batıcı, pozitivist görüşlerinin ve materyalist düşünürlerden yaptığı çevirilerin etkisinin büyük olduğu kesin.
Osmanlı’da Tanzimat ile ivme kazanan ama son yarım yüzyılına damgasını vuran ‘aydın’ patlaması hasseten incelenmesi gereken bir konu olduğunu düşünüyorum. İstibdat dönemi olarak adlandırılan II. Abdülhamid döneminin bu zaman içinde yer alması da başka bir ilginç durum olarak karşımıza çıkıyor. Kaldı ki, Cumhuriyet’i kuran kadroların o dönemde açılan okullarda eğitim görmüş ve/veya o dönemin koşullarında yetişmiş olması göz önüne alındığında durumun ilginçliği bir kat daha artıyor. Abdullah Cevdet de o dönemde yetişen bir Osmanlı aydınıdır. Kürt kökenlidir ama çocukluğunda dini ağırlıklı bir eğitim almıştır. Mekteb-i Tıbbiye’ye başlayıncaya kadar da dini eğilimleri baskın biridir. Tıbbiye’de materyalizm ve pozitivizm ile tanışan Abdullah Cevdet, Osmanlı entelijansiyasının ilk materyalistlerinden sayılır. Bazıları tarafından bileğini keserek intihar eden ve intihar deneyimini kaleme alan Beşir Fuad (1852-1857), Abdullah Cevdet’in öncülü olarak tanımlanır fakat M. Orhan Okay’a göre Beşir Fuad materyalist olmaktan ziyade pozitivist ve natüralisttir. Onun materyalizme ilgisi sistemsel değil doktrineldir[5]. Dolayısıyla Abdullah Cevdet’teki materyalist anlayış çok daha baskındır. Mekteb-i Tıbbiye’yi bitirip göz doktoru olan Abdullah Cevdet aynı zamanda çeviriler yapmaya, dergi ve gazetelerde yazılar yazmaya ve siyasi faaliyetlerde bulunmaya devam etmektedir. İleride İttihat ve Terakki’ye dönüşecek olan İttihad-ı Osmani’nin kurucuları arısındadır. Sert mizaçlı, sivri dilli bir muhaliftir ve dönemin tam muhalifleri gibi Abdülhamid karşıtıdır. Bu yapısından dolayı takibatlara uğramış ve sürgün edilmiştir. Trablusgarb’ta sürgündeyken siyasi faaliyetlerine son vermediği için Fizan’a gönderileceğini haber almış ve Fransa’ya kaçmıştır. Burada Jön Türkler ile görüşmüş, Cenevre’ye geçmiştir. Bir süre sonra Osmanlı yönetiminin faaliyetlerini bitirmesine karşılık Viyana Ateşeliği’nde görevlendirilme teklifini kabul ederek Viyana Ateşeliği’ne doktor olarak atanmıştır. Bu davranışı nedeniyle Abdülhamid muhaliflerince davaya ihanetle suçlanmıştır. 1910 yılında tekrar İstanbul’a dönmüştür fakat İttihat ve Terakki’ye sert eleştiriler getirmektedir. Dolayısıyla II. Meşrutiyet’in ilanından sonra iktidara gelen İttihat ve Terakki ile de ters düşmüştür. Yayın faaliyetleri İttihat ve Terakki tarafından engellenen Abdullah Cevdet yazılarını müstear isimle yazmıştır. İktidarla olan mesafeli ilişkisi Cumhuriyet döneminde de devam edecektir. Cumhuriyet sonrası geçmişinden dolayı “ömür boyu devlet memuriyetinde görev almama” kararı verilenlerdendir. Cemil Meriç’in “devletin üvey evladı” olarak tanımladığı kişilerden olan Abdullah Cevdet, doktor, düşünür, çevirmen, şair ve yazar olarak çok yönlü biridir. Bu özellikleri nedeniyle Meriç onu “ayaklı edebiyat fakültesi” şeklinde tanımlamaktadır.
Abdullah Cevdet’in hayatı ve görüşlerini içeren İçtihad’ın İçtihadı başlıklı Mustafa Gündüz’ün hazırladığı kitap bana bir şeyi daha çok net gösterdi: Ne yazık ki sağduyulu ve sistemli çalışma yöntemine sahip değiliz. Olay ve konulara yaklaşımımız sadece hamaset içeriyor. Değerlendirmelerimizi ideolojik saplantılarımızdan ve derinliksiz düşüncelerimizden soyutlayarak yapamıyoruz. Görüşlerimizin felsefi, tutarlı ve bilimsel bir zemini olmuyor çoğunlukla. Kısacası esaslı bir düşünsel metodolojimiz yok ve dolayısıyla uygulamaya dönük eylemlerimiz yetersiz hatta anlamsız kalıyor.
Lotus Yayınevi tarafından neşredilen iki yüz kırk bir sayfalık çalışma Abdullah Cevdet’ten Seçme Yazılar alt başlığını taşıyor. İki bölüm olarak değerlendirebileceğimiz kitapta öncelikle Abdullah Cevdet’in hayatı ve düşünce yapısı açıklanmaya çalışılmış. Mustafa Gündüz bu kısımda, üzerine çok durulmayan ama çok büyük bir potansiyele sahip olan Osmanlı’nın entelektüel mirasına dikkat çekiyor. Şu bir gerçek ki, dönem üzerine araştırma yapmaya başladığınızda Gündüz’ü haklı çıkaran bir görüntüyle karşılaşıyorsunuz. Osmanlı’nın Tanzimat sonrası döneminin entelektüel mirasının yeteri kadar dikkate alınmadığı ve araştırılmadığı görülüyor. Kitabın çoğunu oluşturan diğer kısmında ise Abdullah Cevdet’in farklı dönemlerde yazmış olduğu yazılara yer verilmiş. Tam burada Abdullah Cevdet’in yirmi sekiz yıl aralıklarla üç yüz elli sekiz sayı olarak çıkardığı İçtihad adlı dergisine değinmek gerekiyor. İlk sayısı 1904 yılında çıkan İçtihad farklı zamanlarda Cenevre, Kahire ve İstanbul’da yayınlanıyor. Farklı yerlerde çıkarılmasının sebebi Abdullah Cevdet’in yazıları ve siyasi eylemleri nedeniyle sürgün edilmesi veya kaçak durumuna düşmesi olarak değerlendirilebilir. Son sayısı 1932 yılında ölümünden sonra yayınlanan İçtihad, yayınlandığı yer ve zamana göre Fransızca, Osmanlıca ve Türkçe olarak basılan çok yönlü bir dergi. Siyasi, felsefi, sosyolojik, bilimsel ve edebi yazıların yer aldığı dergi Osmanlı döneminde yasaklamalara uğruyor. Abdullah Cevdet bu dönemlerde dergisini İçtihad kelimesini çağrıştıran ya da aynı kökten gelen ‘işhad’, ‘iştihat’ gibi adlarla çıkarmaya devam ediyor.
Kitapta yer verilen yazılara baktığımızda Abdullah Cevdet için yapılan ‘din düşmanı ateist’, ‘Kürt milliyetçisi’, ‘Batı işbirlikçisi hain’ gibi ithamların acımasızca olduğu görülüyor. Abdullan Cevdet’in Batıcılığı benimseyen birisi olarak Doğu’yu ve dini değerleri yok saymadığı söylenebilir. Mustafa Gündüz onun düşüncesinin Doğu ve Batı felsefesini materyalist bir içerikte sentezlemek olarak özetliyor. Aklı ve bilimi önemseyen Abdullah Cevdet her fırsatta eğitim, hukuk, kadın hakları gibi konularda yenilikten yana olduğunu açıklıyor. Bu anlamda Batı’daki gelişmeler onun için önemli bir referanstır.
Mustafa Gündüz, İçtihad’ın İçtihadı’nda bir aykırı bulunan bir Osmanlı aydınının hayatını ve felsefi görüşlerini belgeler ışığında ortaya koymaya çalışıyor. Gündüz’ün bu çabasını polemiğe ve hamasete kurban etmeyerek sağduyuyla yapmaya kalkışmasının önemli olduğu kanaatindeyim. Kitap, kamuoyunda ‘kötü’ bir imaja sahip olan Abdullah Cevdet hakkında spekülatif bilgilerin sorgulanarak hakikatin ortaya çıkarılması gerektiğini gösteriyor. Diğer yandan negatif bir tavırla üzeri devamlı örtülen Osmanlı entelektüel mirasının araştırılmasının önemini de açığa çıkarıyor.
Kaynakça
[1] Yeni Nesil, 15 Kasım 1983.
[2] https://islamansiklopedisi.org.tr/abdullah-cevdet
[3] HANİOĞLU; M. Şükrü, Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, Üçdal Neşriyat, İstanbul, 1981, s.387-389
[4] A.g.e. Hanioğlu, 1981, s.298-299
[5] OKAY; M. Orhan, İlk Türk Pozitivist ve Natüralisti Beşir Fuad, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2008.