“…Bir şiirinde mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin? dizesi vardır. O gün bugün, bu soru sökülüp atılması olanaksız bir biçimde bedenime yapışmış gibidir. Tabii, şiirinde bu soruyu sorarken, mutluluğun resmini yapamayacağımı biliyordu Nâzım. Bu mutluluk imgesi şiirde de olanaksızdı.”
Abidin Dino, kendi ismi geçtiğinde en çok bilinen, Nâzım ile aralarındaki diyaloğu bu şekilde anlatıyor Nâzım Hikmet başlıklı kısımda. Abidin Dino hakkında değil yalnız, Türk resim geleneğinin bir dönemi tüm yönleri ile bilinmesi arzusu var ise, yahut daha açıklıkla belirtelim, bir dönemin o “D grubu’nu”, Liman hareketini, Paris entelijansiyasını bilmek amacındaysanız, elinizde artık önemli bir kaynak olduğunu belirtmek gerek.
Zeynep Direk’in hazırladığı, Yapı Kredi Yayınlarından çıkan “A’dan Z’ye Abidin Dino” isimli kitapta ressamı çok iyi tanıyan Enis Batur’un önsözünde kitabın amacı şu satıhlarda belirleniyor:
“…Yapıtıyla iç içe geçmiş, yapıtından koparılamayan, ayrı tutulamayacak yaşam hangi noktalara, eksenlere bağlanabilir? Abidin Dino örneğinde zamanlar, mekânlar, insanlar, şeyler çetrefil bir ağ örüyor; bunu algılamamak elde değil. Kavramlar belki her maddeye dağılan tözleriyle bütünlüğü belirliyor gene de: Tutkudan, cüretten, rizikodan, başkaldırıdan söz ediyorum. Tıpkı resmi, sanatı gibi Abidin’in: Soyut ile somut tek kapta erimediği an, bileşken kap yasasına uyarak, çeşitli oylumlara eşit düzeyde yayılıyorlar.”
Kitabın hazırlayıcısı Zeynep Avcı ise kitabın ilkliğinden hareket ediyor.
“…İlk kez bir sanat ve kültür insanı alfabetik sıralama kullanılarak Türkiye’de ele alınıyor. Bu yöntem, tıpkı bir insanı tanıdığımız gibi, kişinin kimi özellikleriyle sırası geldikçe tanışmamıza, kimi zaman iri, kimi zaman minik adımlar atarak çevresinde dolanmamıza, bir o köşeden dolanmamıza, bir o köşeden, bir öteki köşesinden bakmamıza yardımcı oluyor…”
Ne ilginçtir ki, kitap saygı ya da yöntem gereği değil, tam da alfabetik yöntemin sonucu olarak Abidin Dino ile başlıyor, isabetli de oluyor bu durum. 1913 yılında İstanbul’da başlayan ve 1993 yılında Paris’te noktalanan hayat, Türkiye’de ilk avant-garde hareket olarak kurulan D grubunun kurulması ile Sovyetler Birliği’nde, Len-Film stüdyolarında dekoratör ve ressam olarak, öncü Sovyet yönetmenleri ile çalışmaya evriliyor. Renkli bir yaşam ve sanattır bu isim ve tüm halleri ile karşımızdadır artık: Gertrude Stein ile bir operanın dekorunda çalışılır mesela ya da “Türkiye’nin Kalbi Ankara” filmini çeken Sergey Yutkeviç ile “Madenciler” filminin çalışmalarına katkı olarakta yer bulur. Sonra bir üstsoydan kişi Abidin Paşa’dan laf açılır. İsmi Adana caddelerine verilen, Abidin Dino’nun büyükbabası, isimdaşı olan, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde siyasal, bilimsel ve kültürel etkinliklerle iz bırakmış o büyük devlet adamına. İkinci Abdülhamit döneminde Hariciye Nâzırlığı, Adana Valiliği görevlerini bihakkın yapmış, Adanalıların unutamadığı o büyük kişi. İzleri, torunu Abidin’e de bir şekilde tevaürüs etmiş, o bilimsel, kültürel yönleri ile bir kişilik. Sürgün kapsamında Abidin bir gün Adana’ya geldiğinde daha iyi anlayacaktır büyükbabasını, caddede ismini görünce gururlanacaktır belki de.
Alfabetik sıra kimseye iltimas tanımaz kitapta. Bir anda başka bir kavram çıkıverir okurken siz. Abidin, mutluluğun resmini yapamadı, ancak acıyı çok iyi resmetti. Acının resimleri tam da bu noktada bir vurgu olarak sökün ediyor. 1967 yılı şubat ayında Fransa’da Montpellier’deki St. Charles Hastanesi’nde böbrek ameliyatı olduktan sonra yaptığı, bir tür hastane günlüklerinin desenler ve daha sonra bu deneyimden yol çıkarak gerçekleştirdiği renkli resimler, yapıldıkları yıl Paris’te Casanova galerisinde sergilenir. Acı, kavram ile birlikte kitapta desenlerle önünüze farklı renk tonlarıyla sunulur. Nerede ise rengin tonunun, acının yoğunluğunu simgeler gibi haliyle. Adana dedik, ağabeyi Arif Dino ile 1942 yılında o sürgün yerinden bahsettik. Adana uğursuz gelmez, Adanalılar bir başka ilin insanı Yaşar Kemal gibi, Abidin’i de kendisinden bilir. Abidin burada evlenir. Güzin, o çok lisanlı ve kültür kadını, her şeyini, akademik dünyasını, ailesini bile karşısına alır ve Adana’da Abidin ile evlenir 1943 senesinde. Dino, ilk oyununu da burada yazar; Kel’dir bu oyunun ismi de.
Fikret Adil’in bu geçitte, ismi anılmasa olur mu? Yazılarını genelde “FA” olarak imzalar. Abidin, Fikret Mualla kitabında bu sevgili dostunu ne güzel de anımsar; tutkun, resim delisi olan bu dostunu. Bir başka dost, Münevver Andaç, Nazım Hikmet’in eşi, o büyük yazarların Yaşar Kemal’in, Nazım Hikmet’in çevirmeninin Abidin ile ölüne kadar ki o güzel dostluğu. Melih Cevdet Anday ile Ankara otobüslerinde yapılan şakalar, Louis Aragon ile Grimaldi şatosunda, eşi Elsa ile birlikte “Arbaş-Abidin Sergisi”ne gelişiyle hep dost çeşitliliği simgelenir. Bakın henüz A’dayız. Ve Atatürk ile de yaşanmışlık vardır bu ünlüler geçitinde. 1934 yılında Atatürk ile İstanbul’da karşılaşan Abidin, onun ilginç bir portresini çizer. Atatürk resmi beğenir ve altını imzalar, kitapta fotoğrafı çıkar karşınıza, büyük kurtarıcı ve büyük ressam bir aradadır, o an ve sonrasında da. A bahsi, Mehmet Ali Aybar ve Sergey Mihayloviç Ayzınştayn ile sonlanır.
Kitapta çok ilginç bilgiler edinmeniz mümkün: 1987 yılında her yıl düzenlenen Cannes Uluslararası Film Festivali’nin “26e Semaine International de la Critique Française” bölümünün afişini yapar mesela, çok da bilinmez bu kıvanç kaynağı. Yine etkilendiği Picasso ile birlikte bu ressam ile sanat konusunda çokta uyuşmayan Marc Chagall ile haftada üç gün birlikte uzun süreli çalışır. Eller, yüzler ressamı Abidin, aynı zamanda çiçeklerden de vazgeçmez motiflerinde. Çiçek konulu çok sayıda sergi açar. 1966 yılında Dünya Futbol Kupası maçlarının yapıldığı Londra’da bu spor etkinliğinin belgesel filminin yönetmenliğini de yapar. 108 dakikalık bu film, döneminin üstün tekniğiyle çekilir ve çok beğenilir, Londra’da ve sonra da Halit Kıvanç sunumuyla Atlas sinemasında gösterilir. Abidin’in 1951 tevkifatında geçen işkenceleri bir dizi desende yansıtması, Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın etkinlik afişlerinde de kullanılır. Bu da sanatçının bireysel temaları kullanmasının, toplumsal sorunlara kayıtsız kaldığının göstergelerinden biri olmadığının kanıtı gibidir sadece bu örnek bile.
Abidin Dino, hep Picasso ölçüleri ile karşılaştırılmıştır. Ancak kitapta da bahsedildiği gibi aslında Dino, Kübizm akımına hep mesafelidir. Tıpkı, soyut resme olduğu gibi. Kendisi Bizans sanatından, hatlardan, Sinan kitabından da anlaşıldığı üzere İslam mimarisinden oldukça etkilendiğinden, insanın yüzsüz tasarımları biraz da ikonaklast akımı ile bir tutulur nezdinde. İnsan yüzü kaybolmuştur, belki de faşist akıma yakındır bu yön. Bu nedenle eserlerinde ibrikten, ellere, işkencelerden, Stein operası için tasarlanan motiflere kadar çok farklı biçim ve içeriğin etkisi hissedilir. Bu en çokta kitap kapaklarında kendisini gösterir: Orhan Veli, Yaşar Kemal, Metin Eloğlu, sevdiği dostlarından John Berger ve Bilge Karasu kitap kapakları en bilinen ve sanatını en belirgin kılan motifli olanlarındandır.
Abidin’den söz açılırsa bir kentten söz edilmez mi? Kuşkusuz Abidin için Boğaziçi ve İstanbul mühimdir. Ama yaşamının dönemecinin kentidir Paris. 40 yıl boyuncu ağırlamıştır onu, kuşkusuz sadece bohem yönleri ile değil. Zengin bir aileden gelir Dino, Cenevre’de çocukluk, Leman gölünü gören malikane bunun göstergesidir. Ancak Paris’e gittiğinde beş parasızdır. Bir yığın ressam ile karşılaşır, halen de gidenler görür bunları Montmarte’ta. El deseni yapan, yüzleri bazen palyaçoya dönderenlerdir bu büyücü yeteneğindeki ressamlar. Abidin de bu ressamlar geleneğinin parçası olur. 1968 hareketinde Paris yanarken, gazeteciler somutu aynen kağıda geçirirken, Abidin bilgi süzgecinden yansıtır bunu, tüm imgelemli halleriyle, ancak eti, kanı ile bir olarak. Paris’te nice dostlar edinmez mi, liste gösterir herşeyi; sadece Nâzım, Yaşar Kemal, Nedim Gürsel, Ferit Edgü değildir bunlar, bu bilinenlerdir üstelik. Baksanıza, Picasso’dan, Henri Lefebvre, Elsa Triolet, Aragon, Lurçat, Dadaizmin önderi Trıstan Tzara’dan bahsediyoruz.
Picasso, kuşkusuz Nâzım gibi ayrı bir başlığı hakediyor. Picasso’nun yaptığı seramiklere, Picasso’nun desenlerini kopya etmekle görevlendirilmişti aslında, dostluk böyle başladı. Bilinen bir tüy hikayesi vardır çok hoş, hep anlatılan. Abidin Dino, hat çekmek için bir hat ustası tarafından ona verilen iki kuş tüyünden birini Picasso’ya verir. İki kuş tüyünden birini Picasso’ya verince hiç istemeden karısı Dora Maar’ı kızdırır. Çünkü Picasso, bunca güzel çizgiler çizen tüyün hangi kuşa ait olduğunu Abidin’den öğrenemeyince evdeki bütün yastıkları didiklemiş, evin altını üstüne getirmiştir. Abidin ile Café de Flore’da karşılaşan Dora ona surat asıp, “böyle şaka yapılmaz” diyerek yastıkların halini anlatınca, Abidin olayı öğrenir. Yıllar sonra Abidin ile Picasso karşılaşmasında kuş tüyü yine gündeme gelir. Abidin, Lettres Françaises’in kitap fuarında Picasso’nun imza gününe gider. Sırası geldiğinde üstünde adı yazılı olan kitabı uzatır. Picasso Abidin’in adını görünce başını kaldırır, gülümser, “kuş tüyü hâlâ bende”, der, bu aynı zamanda son karşılaşmalarıdır.
Başladığımız yere dönelim mi? Abidin’siz Nazım ya da tersi biraz eksik olmaz mı? Paris Nâzım’a, Sovyetler de biraz Abidin’e kapı açarak müşterek hal yaratmamış mıydı? Ancak Babıali’de başlayan dostluk, şairin ölümüne dek sürer. Abidin, başta Kuvayı Milliye Destanı olmak üzere bir çok kitabı resmeder. 1964’te Paris’te Salle Pleyel’de Nazım Gecesi düzenler. Nâzım ile Abidin sadece mutluluğun resmini çizme mevzunda anılmayı hak etmez. Bu mevlevilikten, Türk sanatına, batı modern akımlarından, politik tercihlere kadar tam bir hayat yoldaşlığına götürür onları. Abidin mutluluğun resmini çizemedi doğru, ama acıyı resimledi. Bunu her bir desende, ellerde görmek mümkün. Ama bu acı, sürgünlük dönemleri, Adana’da, Mecitözü’nde görüldüğü gibi insandan ümit kesmeyi gerektirmedi Dino’da. Abidin iyi bir eğitim almadı, ama hep duyarlıydı. Fikret Adil kitapta da geçen 7 Gün isimli köşe’de ondan şöyle bahseder:
“…Abidin Dino susan bir müstehzidir. Resimlerinde de öyledir. Abidin karikatür yapar, fakat yalnız insanların değil, manzaraların da karikatürlerini yapar. Fakat hiçbir kimseden, hiçbir mektepten öğrenmemiştir. Birgün eline bir kalem almış, gördüklerini kağıdın üzerine çizmiş, sonra ressamın diye ortaya çıkıvermiş. İşte o kadar diyeceğim, ama değil, çünkü Abidin’in sadece gözlerine şekillerini gösteren cisimlerin değil, iç alemlerde yaşayan hayallerin de resimlerini yapıyor. Abidin kafam yok diyor, ama muhakkak ki gözleri var.”
Sevdiklerinize, mesela bizim Tuba’ya sorduğumda kimse ve o da tabi mutluluğu imgeleyemiyor; ama bu acının, mutluluk karışımı olduğunu, yaşamın bütününü, acısı ve tüm kırılganlıkları ile mutluluğu, esasında bir şairin dizesinde, Tuba’nın gülüşünde, Abidin’in ellerinde, Avni Arbaş’ın atlarında, Fikret Otyam’ın Harranlı kadın gözlerinde görmenize engel olmadığını görürsünüz. Abidin, belki mutluluğu çizemiyor, ancak mutluluk Nâzım Hikmet şiirlerinde de imkansızdı, ama umut ve aslında mutluluğun da yansıması o güzel hayat hep vardı, Dino olarak Tuba’da Picasso’nun oğlu kurgusuyla o bitmeyen çocukça yönleriyle, Abidin’in elleri ve yüzleriyle, Anadolu’dan taşan, Avrupa’ya kadar uzanan o bitimsiz tüm halleriyle hep vardı, var olacak…
- A’dan Z’ye Abidin Dino – Zeynep Avcı
- Yapı Kredi Yayınları
- 233 Sayfa