Zaven Biberyan ismi pek çokları için pek bir şey ifade etmeyecektir. Onu tanımayız, bilmeyiz. Çünkü bırakın devleti, toplum dahi büyük bir çaba harcar bu insanları tanımamamız için. Zaven Biberyan bir sosyalist olmasıyla bile toplum için “tehlikeli” iken bir de Ermenidir. Eğer öyle çok da aşıraya kaçmayan bir muhalif ve bir Türk olsaydı belki de şu sıralar kitabevlerinin vitrinlerinde görecektik onu.
Zaven, 1921’de Kadıköy’de doğar. 1941’de Yirmi Kura asker toplanırken, o da askere alınır ve Nafıa askerliği yapar. Askerlik dediğime bakmayın, gayrimüslimlerin askerliği kahverengi elbiseler ile ameleliktir. Üç buçuk yıl askerlik yapar. Ardından gazetecilik yapmaya başlar. Onu topluma ve devlete tanıtan ise Nor Lur gazetesinde yazdığı “Al Gı Pave…” (Artık Yeter) başlıklı yazısıdır. Bu yazı sebebiyle hapis yatar. 1965’e gelindiğinde ise Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) İstanbul milletvekili adayı olur ancak seçilemez. 1968’de ise yine TİP’den İstanbul Belediye Meclisi üyeliğine seçilir.
Zaven sosyalist olmasının yanı sıra muazzam bir romancıdır. Büyük bir yetenek olmasına karşın maalesef çok da üretken olamamıştır. Ancak bu haliyle bile, üç romanı ve çok sayıda çevirisi vardır. Ermeni yazdığı bu romanlar arasında en muazzamı ise ‘Karıncaların Günbatımı’dır. 1970 yılında İstanbul’da yayınlanan Jamanak gazetesinde 294 gün boyunca tefrika edilmiştir. Kitap halinde basımı ise 1984 yılında bir grup İstanbullu Ermeni kadının, hastalığı sırasında Biberyan’a son bir hediye vermek istemesi üzerine yayınlanmıştır. 1998 yılına gelindiğinde ise Aras Yayıncılık kitabı ‘Babam Aşkale’ye Gitmedi’ adıyla yayımlamıştır. Fakat bu baskılarda bazı siyasi bölümler kitaba eklenmedi. Yazarın onayı var mıydı, yok muydu bilinmiyor. Fakat dönemin siyasi atmosferleri de düşünüldüğünde 1915’e yönelik göndermelerin kitapta yayınlanmadığı görülüyor. 2019 baskısında ise bu bölümlerde eklenerek Jamanak’ta yayınlanan tefrika esas alınarak hazırlanmış.
Karıncaların Günbatımı
Karıncaların Günbatımı’nı bu kadar muazzam kılan onun tüm karakterleriyle gerçek olmasıdır. Kitapta hiçbir diyalogda, hiçbir anlatımda, betimlemede bir yapaylık sezmezsiniz. Tüm karakterler yanı başınızdadır. Aynı zamanda kitapta anlatılan Ermeniler, başlarına getirilen felaketlerden ötürü acınası insanlar olarak anlatılmaz. Kitabın başkahramanı Baret’in bakışından, bir Ermeni ailenin yok oluşuna ve toplumun çürümesine şahit oluruz.
Kitap Baret’in Nafıa hizmetinden geri dönüşü ile başlar. Tıpkı Zaven gibi Baret de Nafıa hizmetini üç buçuk yıl yapmıştır. Baret dönüşüyle birlikte Varlık Vergisi ile yüzleşmiştir. Burjuva sayılabilecek ailesinin Varlık Vergisi yüzünden hiçbir şeyi kalmamıştır. Varlık Vergisi vermeyen Aşkale’ye çalışma kampına götürülmüştür. Baret’in babası ise elinde ne var ne yoksa satar ve vergiyi öder. Böylesine bir politik atmosferde başlar kitap. İkinci Dünya Savaşı yıllarıdır ve yokluk heryerdedir.
Sadece böylesi yıllarda değil ancak özellikle böylesi zamanlarda para her şeydir. Tarhanyan ailesi için yokoluşun ilk sinyalleri de para üzerine olacaktır. Baret’den beklenen de okumuş biri olarak iyi bir iş bulması ve eve bakmasıdır. Fakat kitapta önemli başka detaylar da vardır. Evde her gün para üzerine kavgalar, tartışmalar yaşanırken Baret’in annesi Arus bir yandan mücevherlerini saklar. Ablası Hilda ise en güzel kıyafetlerini giyerek Taksim’e gezmeye çıkar ve lüks yerlerde yemek yer. Çürümüşlük böyle başlar.
Kitapta Baret’in amcası Dırtad’dan bir alıntı yapmak gerekirse;
“Karıncaları hep mükemmel örnek diye gösteriyorlar. İnsanı karıncaya dönüştürmek istiyorlar. Başarıyorlar da. …Çalış, çabala, taşı, depola, kışın ye, sonra yeniden çalış çabala, taşı, depola. Koca bir hayat. Sonra da öl… Piramitler yap, şehirler yap, binalar, fabrikalar, makineler, sanayi, uygarlık. Bütün bunlara hizmet et. Koca bir hayat. Sonra da öl… Kim için? Ne için? Kim yararlanıyor? Kim keyfini sürüyor? Dört kişi.”
Karıncanın isyanı
Kitap boyunca Baret’in aslında çalışmak istemediğini görürüz. Çalıştığı her yerde sınıf çelişkilerini bize açıkça gösterir. Önce beyaz yakalı olarak bir sigorta şirketi sonrada fabrikada işçilik. İlk olarak girdiği uluslararası sigorta şirketinde insanların birbirlerinin kuyusunu nasıl kazmaya çalıştığını görürüz. Burada Baret’e verilen tavsiye açık ve nettir; işleri bu kadar hızlı bitirirsen başka işleri üzerine yıkarlar.
Daha sonra işçi olarak çalıştığı fabrikada ise işçiler çok ağır şartlar altında çalışmaktadır. Patron çok fazla kazanırken, işçiler hasta olduğunda anında maaşından kesilmektedir. Burada Zaven başka bir ayrıntıyı daha adeta gözümüze sokar. Baret fabrikada işçilikten memurluğa yükseldiğinde diğer işçiler ona düşmanca yaklaşmaktadır. İşçi sınıfı birbirine de düşmandır. Nitekim onların bu kadar kolay yönetilebilmesinin sırrı buradadır.
Kitabın sonlarında doğru Baret’in etrafındaki Ermeniler zenginleşmektedir. Fakat tüm Ermeniler yeni bir felaketten bahsetmektedir. Hepsi yeni bir felaketin kendilerini bulacağından emindir. Tam da bu dönem Kıbrıs olayları yaşanmaktadır. Baret bu olayların Ermenileri ilgilendirmediğini ısrarla belirtir fakat durum öyle olmayacaktır. Kitap 6-7 Eylül olaylarına hiç değinmez. Fakat Ermenilerin beklediği felaket gerçek olur. 6-7 Eylül olayları esasen Rumları hedef alıyor gibi görünse de Ermeniler de bu olaylarda “nasiplerine” düşeni alacaktır!
- Karıncaların Günbatımı – Zaven Biberyan
- Aras Yayınları – Roman
- 528 sayfa
- Çeviri: Sirvart Malhasyan