Arşiv Odası’nın beşinci baskısında, Garip akımının kurucularından Melih Cevdet Anday, akımın serüvenini anlatıyor. Kaynak niteliğindeki bu çalışma Celal Üster tarafından Cumhuriyet Gazetesi Kitap Eki için Melih Cevdet Anday’la birebir gerçekleştirilmiş.
İyi okumalar.
Melih Cevdet Anday, doğuşunun 50. yılında ‘Garip’ akımını anlattı:
‘İnsanın nasırına bastık’
“Garip” kitabı 1941’de yayımlandığında Orhan Veli ve Oktay Rifat 27, Melih Cevdet Anday 26 yaşındaydılar. Zamanında büyük etki yaratan Garip akımının 50. yılında Melih Cevdet Anday, 1940’larda şiirimizi allak bullak eden Garip’i anlattı. Anday, Garip’i bir temizlik bir başkaldırı hareketi olarak niteledi: “Türk şiirini maskaralıktan, şairanelikten laf ebeliğinden temizledik!”
Düz beyaz kapakta Orhan Veli’nin kırmızıyla yazılı adı var. Ortada daha büyükçe siyah dizilmiş “Garip” En altta 1941 tarihi. İçeride “Garip”in altında Şiir Hakkında Düşünceler ve Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat, Orhan Veli’den Seçilmiş Şiirler yazıyor. İstanbul, Resimli Ay Matbaası. Arka kapakta fiyat: 50 kuruş.
“Garip’in ilk baskısı hazırlanırken, ben Kasımpaşa Deniz Hastanesi’nde yatıyordum, peritonit ameliyatı olmuştum. Orhan’la Oktay geldi, bir sorunda anlaşamamışlar, karar vermek bana düşüyor: Orhan Veli, kitabın üstünde üçümüzün adı olsun istiyor. Oktay ise ‘Yalnız Orhan’ın adı olsun, onun çıkardığı bir antoloji olsun’ kanısında. Bir kişi karşı gelirse elbet tek adla çıkar kitap. Nitekim öyle oldu. Ama ben o kitabı bugün de üçümüzün yapıtı sayarım.”
O zaman Orhan Veli ile Oktay Rifat 27, Melih Cevdet 26 yaşında. Orhan Veli Kanık 1950’de 36yaşında ölmüştü. Oktay Rifat’ı üç yıl önce yitirdik. “Garip”in yayımlanışının 50. yılında Melih Cevdet Anday bambaşka ustalıkları sürdürüyor. Aradan tam 50 yıl geçmiş. 1940’larda Türk şiirini allak bullak eden, bütün bir genç kuşağı etkileyen, “gençliği”ni bugün de koruyan Garip akımını, üç yaratıcısından biri olan Melih Cevdet Anday’dan dinliyoruz.
— Garip şiirine başlangıçta “gerçeküstücü şiir” adı da takılmıştı. Bu ne ölçüde doğruydu?
— Bunun başlangıç için o da azbuçuk doğru olduğu söylenebilir. André Breton 1924’te bu akımı açıklarken ruhsal otomatizmden söz etmişti; bilinçdışının boşalması anlamına geliyordu bu ve bütün değerlerin köklü bir biçimde yenilenmesini amaçlıyordu. Rüyayı üstün bir güç olarak ileri süren gerçeküstücülük, bir başkaldırma hareketiydi, yerleşmiş değerlere başkaldırıyordu. Orhan Veli, “Garip”in önsözünde (1941) şöyle der:
“Şiiri en saf, en basit halde bulmak için yapılan, insanın bilinçaltını karıştırma işleminin symbolistelerin kabul ettiği gibi içimizdeki birtakım gizli tellere dokunma ya da Valéry’nin yaratıcı eylemi açıklayan ‘bilinç dışında olma’ kuramlarıyla kanştırılmamasını isterim. Bu konuda bizim isteğimize en çok yaklaşan sanat akımı surréalisme akımıdır. Ruhsal otomatizmi, düşünce sistemlerinin ve sanat anlayışlarının çıkış noktası yapan bu insanlar, vezni ve kafiyeyi atmak zorunda kaldılar. Ruhsal otomatizmle zekâ hokkabazlığının uyuşmaz şeyler olduğunu gören insan için bu zorunluluk da apaçıktır, ikisinden birini seçmek gereğini açıkça ortaya koyan ve ‘bütün değeri anlamında olan şiir’ için bu küçük hokkabazlıkları gözden çıkarmaktan çekinmeyen surréalistler elbette övgüye değer görülmeli.”
Bir de not var bu bölümün altında: “Surréalisme’den birkaç kez böyle sevgiyle sözetmemizden olsa gerek ya surréalisme’i ya da bizim şiirlerimizi okumamış kimi insanlar, hakkımızda yazılar yazarken bizi bu adla adlandırdılar. Oysa sözünü ettiğim katılmalar dışında hiçbir ilgimiz olmadığı gibi herhangi bir edebiyat akımınada bağlı değiliz.”
“Vezni ve kafiyeyi atmak”, “bütün değeri anlamında olan” sözleri üzerinde biraz durmak istiyorum.
Bizim Varlık dergisinde çıkan ilk şiirlerimiz ölçülü uyaklı idi. Garip akımına giren şiirlerimizde ise yalnız ölçüyü, uyağı değil, bizde alışılagelen, sözle ve anlamla ilgili bütün sanatları attık. (Orhan Veli bunlara “hokkabazlıklar” diyor). Ortada gerçekten de sadece anlam kalıyordu. Buna karşın, bu şiirleri okuyanların ilk tepkisi, “anlamsız” demek oluyordu, işte o zaman Nurullah Ataç, bizi anlamsızlıkla suçlayanlara karşı “bu şiirler anlamdan ibarettir” diye yazdı.
— Bu dönemden tipik bazı örnekler verir misiniz?
— Orhan Veli ile Oktay Rifat’m birlikte yazdıkları “Ağaç” adlı şiir örneğin: “Ağaca bir taş attım / Düşmedi taşım / Düşmedi taşım / Taşımı ağaç yedi / Taşımı isterim / Taşımı isterim.” Bir de benim Prevert’den esinlenerek yazdığım “4 x 400 Engelli” (hızlanarak okunacak) adlı şiir: “Birinci Osman/Birinci Orhan / Birinci Murat / İkinci Osman / Üçüncü Orhan / Dördüncü Ahmet / Beşinci Mehmet / Üçüncü Osman / Altıncı Mehmet / Dayan Mehmet / Dördüncü Osman / Yedinci Ahmet / İkinci Osman /Üçüncü Mehmet / Haydi Mehmet / Mehmet Birinci.”
Bir anımı anlatayım; bu şiir üstüne Vâlâ Nurettin “Akşam” gazetesinde bir yazı yazmıştı, şiirin yeniliği üzerinde duruyordu. Bunu okuyan Dr. Adnan Adıvar ertesi gün gazeteye gelmiş, “Böyle saçmasapanşeyleri ciddiye almanı sana yakıştıramadım” demiş Vâlâ’ya.
— Garip adı da böyle olaylardan kaynaklandı anlaşılan…
— Bu şiirleri kim görse, “Nasıl şiir bu, garip!” diyordu. Garip mi diyorsunuz, alın size, bu şiirin adı da Garip olsun! İşte bu.
— Garip’in ilk basımı çıktığında üçünüz de yirmilerinizdesiniz. Aşk ile aranız nasıldı? Birine âşık mıydınız?
— O yıllara ben, şiir yılları diye değil, aşk yılları diye bakarım. Aşık olmadığımız bir gün bile yoktu. İçki soframız aşk hüznü ile dolardı. Orhan Veli, “Oktay’a Mektuplar II” şiirinde ne diyor: “Şu anda dışarıda yağmur yağıyor / Ve bulutlar geçiyor aynadan / Ve bugünlerde Melih’le ben / Aynı kızı seviyoruz…”
Bir gün Orhan Veli ile Özen kahvesinde oturuyorduk, bu şiir yeni yayımlanmıştı, Hasan Ali Yücel geldi, masamıza oturdu. “Sahi mi, çocuklar” dedi. “Aynı kızı mı seviyorsunuz?” Bizim “Evet” dememiz üzerine de “Peki, neden birbirinizi öldürmüyorsunuz” diye sordu.
— Garip şiiri sizce neye karşı çıkıyordu?
— Alışılmış beğeniye elbet. Tümüyle bir başkaldırı şiiri idi. Yalnız şunu ekleyeyim; Garip şiiri sadece alışılmış şiire karşı çıkmakla kalmaz, onun toplumsal, siyasal bir içeriği vardır. Breton bunu görseydi bize kızardı. Demek gerçeküstücülere benzemiyorduk.
— Peki, ilk ağızda ne gibi tepkilerle karşılaştı Garip şiiri?
— Kısacası alayla karşılandı, ama ne alay! Bunun üzerinde biraz durmamız gerektiğini sanıyorum. Alay ediyorlardı, çünkü biz onları kızdırıyorduk, çünkü biz şaka ediyorduk. Alay değil, şaka. Büyük sanat akımlarında bu şaka öğesini bulmak zor değildir. Barok ne demektir? Portekizce “barocco” acayip biçimde inci, muntazam olmayan inci demektir. Şaka değil de ne? “Gotik” sözcüğü “barbar” anlamı na gelir, İtalyan hümanistleri uydurmuşlardı. Dadacılar, “Dada” sözcüğünü salt anlamsız olduğu için benimsemişlerdi, her şeyle alay ettiler, çünkü bu dünya anlamsızdı. Örnekleri sürdürmeyeyim. Bizden başka alay edilen şair olmamıştır edebiyatımızda. Bu çok önemlidir. İnsanın nasırına bastık. Orhan boşuna yazmadı “Kitabe-i Seng-i Mezar” şiirini!
— Garip şiiri kısa sürede, neredeyse birkaç yıl içinde bir akım niteliği aldı, çok büyük bir yaygınlık kazandı. Hemen bütün gençler bu tür şiirler yazar oldular. Bu yaygınlaşma ya da popülerliği neye bağlıyorsunuz?
— Doğrusunu söylemek gerekirse, Garip akımı bütün Türk şiirini yönlendirdi. Bunun dışında pek az şair kalmıştır. Bunun nedenini açıklamak olanak sız değil, ama karmaşıktır. Garip, bir temizlik hare ketidir. Şiirde yapmacıklardan kurtulma olanağı bü tün şairleri kendine bağladı, Türk şiirini maskaralık tan, şairanelikten, laf ebeliğinden temizledik. Böyle-ce yeni kuşaklara temiz, ayıklanmış, süssüz püssüz bir dil ortamı bırakmış olduk.
— Memet Fuat, “Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi”ne yazdığı Giriş’te, “Toplumsal kaygılar taşımayan bir şiirin böylesine yaygınlık kazanması, gene aşağı yu karı aynı yıllarda şiir yazmaya başlayan toplumsalcı şairleri, serbest nazmın Nâzım Hikmet’te beliren özelliklerini, çeşitli yönlerine ağırlık vererek sürdü ren, siyasal eylemlere katılan, kovuşturmalara uğra yan, sürekli baskı altında tutulan şairleri büyük oran da tedirgin etti. Yazdıklarını yayımlama olanakları bile kısıtlı olan bu şairler Garip akımını gerici bir akım olarak nitelediler” diyor. Bu konuda o yıllarda ne düşünmüştünüz, şimdi ne düşünüyorsunuz?
— Nâzım Hikmet gibi yazmadığımız için kızdılar, yüksek sesle konuşmadığımız için kızdılar, şakalı konuştuğumuz için kızdılar. Nâzım Hikmet şiirini şu veya bu tarzda sürdürmek isteyen şairlerin bizi poli tik içerikten yoksun saymaları yanlıştır. Bizim politik içeriğimiz vardır ve bu solcu bir içeriktir. Bu yüzden polis bizi izlerdi. Beni o ara, Balıkesir’in Omerköyü’ne sürdüler. Altı kez işimden oldum. Bu baskı CHP’nin gününde başladı, sonra da sürdü gitti. Sanıyorum ki kendilerini politik şair sananlar kıskandıkları için bize iftirada bulundular. Garip’in “gerici” bir şiir akımı olduğuna ilişkin sanılar kökten yanlıştır. Bugün bütün dünya şairleri böyle yazıyorlar. O zaman bunu böyle düşünmüştük, şimdi de böyle düşünüyorum.
— Sizce Orhan Veli, “Garip”e yazdığı yazıda Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Necip Fazıl gibi şairlerin yanı sıra Nâzım Hikmet’in şiir anlayışına da karşı çıkıyor muydu?
—Biz şiirimizden ölçü ve uyağı attığımız zaman biz den önceki serbest nazımcı şairlere hiç öykünmedik. Garip hareketinin, bizim şiirimizde öncesi yoktur. Demek, biz bu şiiri ustasız geliştirdik. Nâzım Hikmet’le ilişkimize gelince, eski şiire karşı gelirken bunun içine çok sevdiğimiz halde Nâzım Hikmet’i de katıyorduk
— Garip şiiri ile Nâzım Hikmet şiiri arasındaki en temel ayrılık neydi peki?
— Nâzım Hikmet uyağa çok bağlıydı. Bir bakıma uyak onun tümcesinin noktalanması gibidir. Bu şiir ahenkli okunmak zorundadır. Burada ahenk derken, chante etmeyi kastediyorum. Nâzım Hikmet şiirlerini okurken sesini yükseltir ve chansona yaklaşırdı. Garip şiiri ise kısaca bir konuşma şiiridir, yani bir odada alçak sesle söylenir. Genellikle serbest vezin şiir biraz nutka da benzer. Meydanlara, kalabalıklara seslenir. Biz bunun tam karşıtı bir şiir yazdık. Bu açıdan bakılırsa, bizim şiirimizin kişileri de yavaş sesle konuşan halktan insanlardır.
Nâzım Hikmet o vakit hapisteydi. Sabahattin Eyuboğlu’na, “Evladım olsa Orhan Veli’yi evlatlıktan reddederdim” demiş. Neden bunca kızdığını anlayamamışımdır. Çünkü fikrini çok çabuk değiştirdiğini biliyorum. Rusya’ya gittiğinde, Moskova Radyosu’nda defalarca bizim şiirlerimizi okudu. Bu şiirlerin Rus şairleri üzerinde çok etkili olduğunu da söyledi. Dahası var o da bir zaman sonra Garip şiiri biçeminde şiirler yazdı.
— Orhan Veli çok genç öldü. Siz ve Oktay Rifat zamanla şiirinizi başka yönlerde geliştirdiniz. Ama Garipçilerin yolu ilk ne zaman ve nasıl ayrıldı birbirinden?
— Benim düşüncem şuydu: Kendimizi tekrar etmek tehlikesi ile karşı karşıya idik. O zaman ben “Tohum” şiirini yazdım. Arkadaşlarım iyi karşılamadılar .bunu. Orhan Veli buruktu, “Uzatmışsın” dedi. Oktay Rifat da bir akşam eşiyle bize geldi, bağırıyordu. “Birlikteliğimizden ne diye vazgeçiyorsun?” diyordu. Sonradan anladım ki o da yeni bir yola girme hazırlığı içindeymiş.
Orhan Veli, Garip’in 2. basımına yazdığı önsözde bizden dargın bir dille söz eder. Fakat o değiştirmedi mi şiirini? Değiştirdi. “İstanbul Türküsü” adlı şiir bunun göstergesidir. Çok taklitçimiz vardı, bu beni rahatsız ediyordu. Şunu ekleyeyim; şiir, sürekli bir arama, araştırma alanıdır. Yoklanmamış ne olanaklar görüyorum önümde. Ömrüm yetse… Bir Latin ozanı şöyle demişti: “Sanat uzun, yaşam kısa..”
Orjinal Kopyalar:
Taha Toros Arşivi – Cumhuriyet Kitap – Sayı 81