On dört hikâyelik kitabın üçüncü hikâyesinin sonundayım henüz. Bu hissettiklerim uçup gitmesin diye başladım not almaya. Unutulacak gibi de değil ya! Bir yerini buruyor insanın, hatta sakat bırakıyor kalbinin bir kenarını. Sayfanın sonunda bir tarih atılmış görünce diyorum ”Dur daha bitme, biraz daha anlat…” Ama 1970’te bitiveriyor, duruyor zaman. Tamam da ne oldu şimdi o topala, sakata, yarım kolluya. Bilmek hakkım değil mi?
”Doğrusu hiçbir şeyle paylaşmak istemem onu. İyi ki yazmayı bırakmışım, yazma hevesini… Yoksa sulu gözlü kızları ağlatır biri olur çıkardım şimdi. Kedilerle bile paylaşamazmışım onu, işe bak. Yaşamak bu, öyle çok şeyle paylaşmak zorunda kalacağım ki… Sevinsin, bir masal kahramanı değilim, az çekmezdi elimden hani…”
Sekizinci öykünün sonundan bildiriyorum: Aynı kabusu tekrar tekrar görmeye benziyor bu kitap. Hatta bazı rüyalarda yakaladığınız o devamlılık bile var. Birkaç defa seviyor, seviyor da söyleyemiyor. Birinde tam söyleyecek gibi de vazgeçiyor. Birinde sevdiği duyuluyor da çekip gidiyor. Bu güzel anlatım aynı tema çevresinde dolaşmasın istiyor yüreğim. ”Seviyorsan git konuş be abi.” diyesim geliyor da cayıyorum. Çünkü biliyorum niye diyemediğini.
”Güzel kız işte. Şöyle böyle değil, güzel kız. İstedi mi kimlere varmaz, beni nitsin?.. Ya nitsin beni?..”
Kambur bir öykü kitabı olmasına rağmen merak ettiriyor sonraki öyküde ne olacak diye. Sebebi de bahsettiğim devamlılık. Şu ana kadarki öyküler farklı insanlarmış gibi sunulmasına rağmen birbirini izler görünen yaşam parçalarını konu alıyor. O yüzden benzerliklerden yakınmıyor, Necati Tosuner ne yazdıysa kabulüm diyerek devam ediyorum kitaba.
”İkindileyin iş biraz azalmıştı. Boş kalmak bize gelmiyor, sevdalanıyoruz. Ne de kolay sevdalanıyoruz? Ve ne de güzel…”
Ve ne de güzel bitti on dört güzel öykü. Nokta koyacağı yerde kalem, deldi geçti gönlümü. İçli bir sitemdi, belki de sadece kamburuna söylediği sözlerden ibaretti bu kitap. Bir öyküden diğerine geçmiş gibi hissettirmedi. Kahramanın adı her seferinde değişse de o bir kişiydi, belli. İtirafımdır, aralarda sıkıldığım oldu. Ama en değerlileri ilk ve son öykü idi.
İlk öykü olan ”İki Gün” TRT Öykü Başarı Ödülü’ne lâyık görülmüş 1971 yılında. Diğerlerine göre hacimce çok daha geniş olan İki Gün en etkilendiğim sayfaları sundu bana da. Remzi’nin anne ve babasıyla yaşamaya çalışması, bir yanıp bir sönen umudu, küçücük işaretlerden kapıldığı hevesi, hayalleri… Bu kadar güzel ve derinden yansıtılamazdı başka türlü. Belki etkilenmemin bir sebebi de çeşitli sebeplerden hep bir ”olamayışlar”ın içinde kıvranan tanıdıklarımı görmem bu öyküde. Öyle büyük dramlara gerek yok. Bazen küçücük bir hissi yakalarsınız da içinizden atamazsınız o insanlara dâir. Bir türlü toplumun beklediği, istediği ölçülere gelmeyenlerdir onlar. İdeal bir sevgili, çocuk, arkadaş kalıbına oturtulmazlar. Bazen görünür bir engel, bazen fizikî güzellik, bazen eğitim durumu, ekonomik hâli öğrenildiği anda katlanıp bir köşeye atılıverir onlar toplum tarafından. İçlerindeki okyanusta ne cevherler var bilinmeden. Neyse, çok da anlatamadım derdimi. Etrafında böyle insanlar görenler anlayacaktır beni.
Son öyküsünde işte böyle onu alıp bir tarafa atanlara sesleniyor Tosuner. Artık anlamış ve vazgeçmiş bir şeylerden.
”Ey Kamburum! Gel, sen de benim gibi yap, olmazlara olurlanma. Bak, ben deniz kıyılarına gitmiyorum artık. Ve kızların gözlerine bakmayı da unuttum. Sanırım bacaklarına bakmayı da bırakırım yakında. Ve büyük düşler kurmayı da… Biz, insanlara avuç açar bir sevgi dilencisiydik. Hem de uzun bir süre, bütün bir gençlik… Aldattık kendimizi, dilendik. Ha ne toplayabildik? Önümüzden geçerken avcumuza bırakıverdikleri acımalı bir bakış… Hepsi bu değil mi? Bu on paralıklar…
…
Direniş! Bunu hiçbir şeye değişme Kamburum. Sakın kendini kaptırma, benim gibi umutlanmasın yüreğin, insanları hiç de umursamazmış görüneceksin. Sanki onlar olmasa da yaşanırmış gibi bakacaksın. En çok buna kızacaklar, kızsınlar.”
”İnsanlar dolaşıyor yolda. Kahvede insanlar… Şu benim ısınamadıklarım yani… Yani bana ısınamayanlar…”
”Ama ben niye tiksindirici olayım yani? Ve tiksindirici… Sanki insanların pek.. pek sanki.. güzellikleri akıyordu da…’
- Necati Tosuner – Kambur
- Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları – Öykü
- 201 sayfa