Ezgi Aksoy’un yazdığı, Betül Yılmaz’ın çizdiği “Ay Işığında Kadınlar” adlı kitap Karakarga Yayınları etiketiyle yayımlandı. Önlerine çıkan toplumsal engelleri büyük bir güç ve cesaretle atlatarak sanattan bilime, sağlıktan politikaya kadar tarihte iz bırakmış kadınların yaşam öykülerini anlatan kitap, günümüz kadınlarına da ilham olma niyeti taşıyor.
Kitabın yazarı Ezgi Aksoy ve çizeri Betül Yılmaz’la Ay Işığında Kadınlar üzerine söyleşi gerçekleştirdik.
İyi okumalar.
Ezgi Hanım, kitabın önsözünde, “Günümüzde dahi yazarları, ressamları ya da sanatçıları “sanatçılar ve kadın sanatçılar olarak ayırıyorsak, binlerce yıldır bilinçaltımızdan genetik kodlarımıza kadar tüm varoluşumuza kazınmış bir yanlışa ısrarla tutunuyoruz demektir. Oysa tutunduğumuz ve artık kimliğimize dönüşen bu yanlışı bir bırakabilsek göreceğiz ki geçmişimiz tüm engellemelere ve sınırlara rağmen filizlenmekten geri durmamış binlerce kadınla dolu,” diyorsunuz. Buradaki “günümüzde dahi” ve “artık kimliğimize dönüşen bu yanlış” ifadelerini çok önemli ve anlamlı buluyorum. Bu iki ifade tam olarak nerede ve nasıl kesişiyor? Ve kadınlar aslında hepimizin bir şekilde fikir sahibi olduğu bu konuların ne kadar farkındalar ve bunu ne kadar önemsiyorlar?
Ne zaman bir kadın bir kitap yayınlasa, “kadın yazar” diye adlandırılıyor. Kadın yazar, kadın ressam, kadın akademisyen… Kadın işçiler şuraya yürüdü, kadın doktorlar şunu talep ediyor, kadın taksiciler güvende mi, kadın çizerler kadın sorunlarına eğiliyor… Liste uzar gider. Örneğin kadın çizerler kendi hayatlarına dair herhangi bir karikatür çizdiklerinde kadın meselelerine parmak basar olurlar, ama erkek bir çizer tüm hayatını kendi perspektifinden çizerek geçirir ve erkek çizer adını almaz. Yazıp çizdikleri “hayata dair” bulunur. Aynı yanlışı Batı’da da görmek mümkün. Pek çok kişi bu haberleri böyle yazarken pozitif ayrımcılık yaptıklarını düşünüyor. Oysa bu “eksik etek” deyiminin onanmasından başka bir şey değilmiş gibi geliyor bana. 50’li yıllarda kadın gazetecilere sadece moda ve yemek gibi alanlarda makale yazdırmanın günümüz versiyonu bir anlamda. Yazmış, ama kadın yazar. Çizmiş, ama kadın çizer, kadın ressam… Ancak kadın olarak çizebilir der gibi. 1800’lerde “kadınlar üniversite okuyamazlar çünkü hassas tabiatları bunu kaldıramaz” gibi bir fikir vardı. Günümüzde ise, “okurlar ama ancak kadın olarak” gibi bir fikir oluşmuş. Yani zamanın ruhu değişmiş ama cinsiyet ayrımcılığının ruhu hiç değişmemiş. Bana öyle geliyor ki tüm kadınlar, kavramların politik derinliğine uzak duranlar bile, içgüdüsel olarak bunun farkındalar ve umursuyorlar.
Mitolojide ay ışığı doğurganlığı ve bereketi temsil ediyor. “Ay Işığında Kadınlar”da, kadınların başardıklarıyla yeniden doğuşu arasında bir bağlantı var mı? Neyi ön planda tutarak “ay ışığı” sembolünü (ya da metaforunu mu demeliyim?) kullanmayı tercih ettiniz?
Tabii ki var. Hikâyelerini aktardığımız tüm kadınlar, mevcut koşullarına ve dönemlerinin önyargılarına başkaldırarak kendilerini baştan yaratmış ve deyim yerindeyse kendilerini doğurmuşlar. Ay ışığı, bu bağlamda bence mükemmel bir metafor. Amerika’da kölelik henüz kaldırılmamışken güney eyaletlerinden kuzey eyaletlerine gece karanlığında kaçan köleler geliyor aklıma. Kelle koltukta, bıçak sırtında, bir bilinmeze doğru yol alan onlarca binlerce insan… Bu kadınların yaşadıkları da aynı şey aslına bakarsanız. Gecenin karanlığı da bir metafordur insanlığın hafızasında. Bilmediğimiz ve korktuğumuz her şeyi temsil eder. Ay ışığı da “gece güneşi”dir. Umudu, yeniden doğuşu ve elbette güneşin yeniden doğacağını hatırlatır. Kadın ya da erkek herkes bu çaresizliği deneyimliyor hayatlarında. Biz bu kitapta özellikle önü kesilen kadınları ele aldık ve onların karanlıktaki yolculuğunu aktarmak istedik.
Kitapta sanattan bilime, sağlıktan politikaya kadar önlerine çıkan engellere kafa tutan kadınların yaşam öykülerini ele alıyorsunuz. Bu isimleri neye göre belirlediniz? Ve bu seçimi yaparken hayli zorlandığınızı düşünüyorum. Biraz kitabın yazım aşamasından bahseder misiniz?
Seçim yapmak hayli zordu, doğru söylüyorsunuz. Ama bir yanıyla da hayli kolaydı. Çünkü tarih boyunca çeşitli şekillerde engellerle karşılaşmış her değerli kadının hayatı bir diğeri kadar önemlidir, hiçbiri bir diğerinden daha önde ya da arkada sayılamaz. Ben zaten Bayan Yanı dergisi için kadın figürlere dair çeşitli araştırmalar yapıyorum. Ele aldığımız kadınların bazılarını daha önceden tanıyordum, bazılarını ben de bu süreçte tanıdım. Yeni tanıdığım kadınların hayatlarını araştırmak, o hayatların en çarpıcı dönemlerini seçerek kağıda dökmek benim için de harikulade bir deneyim oldu. Yanlarında bir hayalet gibi gezdiğimi ve hayatlarına tanıklık ettiğimi düşündüm. Hem ürkütücüydü hem de ilham verici.
Çok fazla popüler isme yer vermemenizin özel bir sebebi var mı? Misal, kitapla ilk kez karşılaşıp inceme fırsatı bulan bir okur kafadan, “Neden Frida yok?” diye sorar bence…
Çok özel bir sebebi olmamakla birlikte, şöyle açıklayabilirim: Frida örneğinden gidersek, Frida Kahlo, Julie Taymor’un 2002 yapımı şahane filmi Frida’dan beri defalarca kaleme alındı, yazıldı, çizildi, birbirinden farklı ve çok değerli isimler tarafından hayatının bambaşka dönemleri sayısız kereler aktarıldı. Betül ve bense daha az tanınan kadınların hikayelerini aktarmak istedik, tam da az önce söylediğim sebepten ötürü; tarih boyunca çeşitli şekillerde engellerle karşılaşmış her değerli kadının hayatı bir diğeri kadar önemlidir, hiçbiri bir diğerinden daha önde ya da arkada sayılamaz. Amacımız tarihte birbirinden farklı alanlarda ne kadar çok Frida olduğunu göstermekti belki de.
Kitabın anlatım biçimi öykü tadında ilerliyor ve bu durum “akademik” dille yazılmış benzerlerinden ayrılarak – Betül Yılmaz’ın çizimlerinin katkısını da es geçmek olmaz elbette– okumayı keyifli bir hale getiriyor. Bu bilinçli bir tercih miydi?
Aslında hem bilinçli hem de bilinçdışı bir tercih. Ben 2008 yılından beri profesyonel olarak yazıyorum. Bu süre boyunca araştırdığım ve kaleme aldığım her konuda, bu bir portre de olabilir muazzam bir halk ayaklanması da, kendi heyecanımı ve hissettiğim coşkuyu saklamamayı tercih ettim. Çünkü o heyecan ve coşkunun da okuyucuya ilham olacağına inandım. Belki bu yüzden akademik dil hiçbir zaman tarzım olmadı, ama bu akademik araştırmaları ve metinleri yadsıdığım anlamına gelmiyor elbette.
“Ay Işığında Kadınlar” kıymetli ve üzerinde çokça emek harcandığı belli olan bir kitap. Amacı da belli. Fakat bu topraklarda, ilk soruda önsözünüzden alıntıladığım “artık kimliğimize dönüşen bu yanlış”la yaşayan milyonlarca kadın varken “Ay Işığında Kadınlar” gibi çalışmaların amaçlarının karşılık bulacağına inanıyor musunuz?
Ne yazık ki inancımı yitirme noktasına çok yakınım. Türkiye’nin son yıllarda geçirdiği değişimler, okuyucu sayısının hayli düşmesine sebep oldu. Okumanın o çoğul olmayan, tekil ve bireysel deneyiminden uzak nesiller yetişti, yetişiyor. Bizim gibi yazar ve çizerlerin hiç kimseye öğretmenlik ya da kanaat önderliği yapmak gibi bir derdi yoktur. Biz sadece sizin de altını çizdiğiniz üzere, insan hikayeleri aktarmanın derdindeyiz. Belki biraz da empati kurdurmak olabilir derdimiz. Bu yolda belki biz de ay ışığında suya yazıyoruz yazılarımızı. Ay ışığında, gecenin karanlığında, dikkat çekmeye çalışıyoruz. Karşılık bulup bulmayacağımızdan emin olmasak da yolumuzdan da dönecek değiliz. Tıpkı kitapta hikayesini aktardığımız kadınlar gibi.
Son olarak kitabın devamının gelme ihtimali var mı?
Öyle bir ihtimal her zaman her kitap için vardır. Ay Işığında Kadınlar için de var. Çünkü hikayesi anlatılacak daha onlarca, yüzlerce, belki de binlerce kadın var ve ayrıca biz bu hikayeleri araştırmayı, yazmayı ve çizmeyi çok sevdik.