Turgut Uyar, Papirüs’ün 1967 yılının Ekim ayında çıkan 17. sayısında, Ahmet Muhip Dranas’ın şiirini anlatıyor.
Uyar, kendine has şiirsel diliyle, “Büyük Olsun”, “Kar” ve “Köpük” şiirlerinden yola çıkarak ve onun Türk şiiri içerisindeki yerini çağdaşlarıyla -Yahya Kemal, Nâzım Hikmet, Ahmet Haşim- kıyaslayarak gösteriyor ve Ahmet Muhip’in daima hatırlanacağını dile getirerek yazısını tamamlıyor.
Arşiv Odası’nın bu kaydında, bundan 51 sene öncesine gidiyoruz:
Ben büyük şarkıları severim; büyük olsun,
Deniz gibi, gökyüzü gibi her şey ve mahzun.
Seviyorsam seni aşk ölümsüzdür gönlümce,
Âşıksam kadınım değil tanrıçasın, ece.
Denizler yolculuğa çağırır durur da beni
Gitmem düşünerek geri döneceğim günü.
Ben büyük rüzgârları severim; büyük olsun
Aşkım da, özlemim de hepsi, her şey ve mahzun.
İnsan bir yanınca Kerem misali yanmalı,
Uykudan bile mahşer gününde uyanmalı.
Ahmet Muhip bir raslantıdır şiirimizde. Mutlu bir raslantı. Duygulanmasının soyluluğu ile sonsuz derecede gelenekten; şiirini kuruşu, görüntülerini seçişi, soylu ve yeni davranışına rağmen gününe, gününün dağdağasına vurdumduymazlığı, denebilirse çeliğine kendi bildiğine göre su verişi ile mutlu bir anakronizm. Çıkışı, Türk şiirinde hiçbir şeylen açıklanamaz. Haşim bütün inceliğine karşın katı bir şeyler taşır, divan şiirinin duyarlığı ile hiç yoktur, -aruzla yazdığı halde- dünyayla bir alıp veremediği vardır onun. Yahya Kemal ince ve üstün olmayı, seçkin olmayı pek düşünmez zaten kendiliğinden olursa vardır onlar. Hececiler, akılalmaz bir mirasyedilikle geçmişi hiçe sayarlar. Tutunmaya çalıştıkları, tutunduklarını sandıkları Halk Şiirine ise öylesine yabancı, bu konuda öylesine bilgisizlerdir ki gülünç olurlar sonunda. Bir şiire, bir şiir ortamına varmak için o şiirin tekniğini kullanmanın, daha doğrusu onu taklit etmenin yeteceğiğni sanacak kadar sudandır bildikleri, insanlıkları ve kişilikleri sudandır. Anadolu yengisi onları, her şeyleri yapabileceklerine nedensiz inandırmıştır. Bir şiiri, katkısız şiir yapan çileleri, sevinçleri, bütün öbür insanî duyguları tatmadan, tanımadan, o şiiri yapabileceklerini sanırlar. Bir Necip Fazıl kurtulur bu düşüşten. Sırtını gizlemciliğe dayar ve kurtulur.
Ahmet Hamdi; Yahya Kemal, Ahmet Haşim, divan ve bütün Fransız şiir malzemesi ile Ahmet Muhip’e bir zemin olmuştur. Ahmet Muhip büyük bir ustalık ve incelikle, geçmişlerin deneylerinden yararlanır. Bütün bildiklerini ustaca -sezgiyle- düzene koyar ve yanılmadan yapar şiirini. Denebilirse o, korunç bir şiir gözlemcisiir. Objesi hayat değildir, şiirdir; bütün şairlerin geçmişidir, şiirleridir. Böylece 1930-40 yılları arasının dağdağasını doyulmaz tadlar getirir. “Denizi, sonsuz olanı” düşünür, yani olmayacak kadar güzeldir yaptığı. Bir bakıma insanî değildir. Çünkü zamansız ve mekânsızdır kurduğu dünya. Şiir duygusu, şiir kurma gücü öylesine sağlamdır ki, boşluk’u bile “büyük” olur.
Ahmet Muhip, özü, bütün şiirlerine yayılan şairlerdendir; onu hececilerden ve öbürlerinden ayıran bir özelliği de budur. Aslında, vazgeçemediği bir özü, bir mesajı olduğu da söyleemez. Her durumun ve her hatıranın en iyi söyleyicisidir. Bulur, tesbit eder, duygulanır ve kulannır.
Oyun bitti ve her şey yerini buldu.
Akşamla ebedi kızlar anne oldu.
…Bu kar gecesinde uzaktan, yoldan,
Rüzgâr gibi tâ eski Anadolu’dan
Sesin nerde kaldı? kar içindesin!
mısralarında görüldüğü gibi, “Anadolu”da, “ebedi kızlar” da birer gereçtir onun için. Yaşamaz hiçbirinin yaşlılığını, ama, korkunç bir sezgi ile şiirsellikler bulur ve yerine koyar, şaşmaz. Şiirlerinin tümü, tekbaşlarına bütünlük ve güzellik taşırlar. Özünü bütün şiirlerine yaymış olması, örneğin Nâzım’da olduğu gibi, bir bütünlük duygusundan, destan yapma kaygısından gelmez. Yaradılışı böyledir. Her şeylere yaygındır, değgindir ilintileri, yine de kendi alanında duygulanır; şiir yapabileceği, şiir çıkarabileceği durumlar ve özlellikler değişmez. Haince bilir onları. Bunların dışına çıkmak istediği zaman da yanılır zataen. Bir mutlu raslantı olması böylece doğrulanır. Kendi de farkındadır bunun Ağrı’ya, Elif’e yönelip bir mekân bulmaya, kendini doğrulamaya, bir yerlere oturtmaya çalışıp, oturtamaması bundandır.
Ahmet Muhip o arada “zamansızlığa” ve “mekânsızlığa” sığınır. Bir tek derdi vardır: “büyük olsun”. Utanmadan, sıkılmadan, çok güvenli bir sağlamlıkla kendi zamansız ve mekânsız şiirini söyler.
Ben büyük şarkıları severim, büyük olsun…
O’nun dayısı, amcası, halası yoktur. Birden, kendi başına gelmiştir ve kendi başına hemen gidecektir. Vakit yoktur dünyada. Şöyle bir bakıp çirkinliği ayırd etmeye gelmiş gibidir sanki.
Ne var ki bütün bu özellikleri, sadece onun öz kişiliğine bağlamak, haksızlık olur. Ahmet Muhip, hem gelenekten aldıklarını, hem çağdaşlarının deneylerini hem de Fransız şiirinin kalıntılarını, geçişmelerini çok iyi kullanmıştır. Türkçeyi, daha doğrusu türk sözdizimini pek sevdiği sylenemez. Sık sık ve isteyerek dışına düşer bunun:
“Ayakları kumda bırakmadan iz
yanına geldiği hep gecelerdi”
…
“Ve gözlerimizi yağmur dolduran
Döken gönlümüz zehir bulutlar.”
Bu, ayıplanmayacak bir davranış değildir onda. Gelgelelim, büyük bir bahtsızlıkla -yahut da özenli bir seçme ile- o, biraz çağının gerisinde kalmıştır. Bir bakıma bağışlanabilir de bu davranışı. Haşim’in sembolist; Yahya Kemal’in parnasçı; Nâzım’ın füturist, hececilerin halkçı olduğu bir dönemde yaradılışına en uygun yeri seçmiştir. Ne varsa büyük olsun, en ufak bakış bile: “Dün bir gölge gibi geçti yanından Oydu bir bakışta tanıdım onu.”
Ahmet Muhip, sanırı, kendine, yaradılışına “ihanet” etmeyen, az bulunur şairlerden biridir.
“Büyük Olsun” en güzel şiirlerinden biri belki. “Kar” ve “Köpük” ile zaten Ahmet Muhip, bütün şiirlerine özelliğini koymasını bilen bir şair. Daha doğrusu, özellikleri, bütün şiirlerine kendiliğinden giriyor. Yanlışlıkları ve güzellikleri ile. Bu yüzden soylu bir şair oluyor.
“Büyük Olsun” en güzel şiirlerinden biri belki. “Kar” ve Köpük ile birlikte. Biraz şişirilmiş, denebilirse teatral bir eda taşır. Birçok öbür şiiri gibi. Şiire kaynaklık eden duygu, oluduğu gibi yabancıdır, olduğu gibi dışındadır yaşadığı çağın. Bundan ötürü şiirinin bir kaçış şiiri olduğu söylenebilir. Kaçış, insanî bir davranıştır, yürekli bir davranış olmasa bile. Ama onunki bir kaçış da değildir tam anlamıyla, bir arayış, bir sığınma sayılabilir. İnsanın, büyük değerlerine sığınma. Kahramanlık ya da aşk, büyük bir tutku ve yücelik. Yaşadığı, tanığı olduğu çağın karmaşıklığı, onun, bütünüyle büyük değerlere itmiştir. Yahya Kemal kadar yürekli olamaz, istemez belki de bunu. Geleneksel şiirin, daha dğrusu şiir duygusunun bütün inceliklerinin kullanır: Bir hatıradır, bir denizdir, bir güldür pencereden atılan, sonsuzluk ve maviliktir. Onu yaşadığı çağdan çıkaran, sığınmak için oyduğu büyük mağara ne ise, o odur.
Aslında, Ahmet Muhip yaradılışında bir şairin, gününün sorunlarına, kavgalarına sırt çevirmesi büyük bir eksiklik, bir çeşit “ihanet” sayılabilir. Ne var ki, o, insan soyunun, bozulmuş bile olsa, bir damar insan soyunun şiirini yapmaktadır ve bunu en iyi şekliyle becermektedir. Onu yapmadığından ötürü suçlamak büyük bir yanlışlık olur. “Büyük Olsun” en iyi, en sağlam kanıtlarından biridir bu dediğimin. “Her şeyi büyük ve mahzun”. Büyüklük sonsuzluk; yanlış, eksisk, cılız bile olsa bütün insan soyuna yayılır onda. Üstelik kişisel bir duygulama tekelinden kurtarır bunları imgeleri ve söyleyişiyle: “İnsan bir yanınca Kerem misali yanmalı.” Yaptığı kaçışsa umut vericidir, Fransız şiirine öykünme ise bizden de tatlar katmıştır ona, kuru bir gülse kokusunu koymuştur. İnsanîdir, çünkü zayıflığını,kendinden vazgeçemezliğini de katmıştır; “Aşıksam kadınım değil Tanrıçamsın, ece.”
Büyük raslantı ve büyük mutsuzluk. Kimsenin farkına varamadığı güzellikleri sezmek ve bunun getirdiği kırgınlık.
Ahmet Muhip hep anılacaktır.
Turgut Uyar