Yanılmıyorsam 2000’li yılların başıydı, ne güzel bir tesadüftü benim için. Kendisiyle beraber Can Yayınları‘nın organizasyonunda Güneydoğu Anadolu bölgesine gitmiştik ve orada bir sürü genç dostumuzu ziyaret etmiştik.
Uzun zamandır çocuklar için büyük bir keyifle yazan ve yaptığı işi çok seven Sevim Ak ile orada tanışmıştım. Yol boyunca çocuklar ve yazdıkları üstüne epeyce söyleştik. Kendisini yazdıklarından dolayı tanısam da birebir tanımak beni epeyce heyecanlandırmıştı. İlk bakışta gülen yüzü, kendi halinde tavırları ve davranışları hayata güzellikler katan biri olarak onu zaten ele veriyordu. Ortak bir projenin içinde olmak benim için büyük bir gururdu.
İşte bugünlerde araya zaman girmiş olsa da onun hakkında yazı yazmak pek kıymetli. Bir tiyatro sanatçısı olarak şunun farkındayım ki edebiyat, görsel sanatların temellerinden birini oluşturuyor. Bunun farkında olup Sevim Hanım’ın çocuk edebiyatının değerli kalemi olduğunu biliyordum. Yakından tanımak, yazacaklarına tanık olmak ayrı bir değerlendirme olacaktı.
Uzaktan gözlemlediğim kadarıyla yazdıklarını okuruyla paylaşan, daha iyisi için çırpınan bir yazar. Usta hikayeci Sait Faik gibi onun için de “Bir insanı sevmekle başlar…” hikâyeler.
Benim gibi o da memur bir ailenin bireyi; bunu her halinden ve yaklaşımlarından anlamıştım. Çocukluğu Samsun’da bir çıkmaz sokakta geçmiş. Çocukluğundaki çıkmaz sokak motifi ara ara hikâyelerine konu oluyor. Ne güzel işliyor yaşamın küçük ayrıntılarını. Hemen fark ediliyor yüreğindeki edebiyat sevgisi.
Ben taşınışınca çok daha sevdim hikayelerini. Sizlerle tanıştırmak için de yakışıklı bir giriş hazırladım, bakalım beğenecek misiniz?
Onu okudukça iyi kahramanları hep sizi buluyor. Kendi okuyucusunu kendi bulan hikâyelerin yazarı demek daha doğru sanırım. Yarının belirsizliğine karşın, hiç bitmeyen bir umutla yaşama sıkı sıkı tutunan Güneşin Çocukları‘nı hiç unutmuyor. Bir gün köy çocuklarının neşeli öykülerinin de yazılacağı umudunu da yitirmiyor. Düşlerinde alfabenin harfleriyle dans eden çocukları yazıyor. Ülkesinin güneydoğusunda, yoksul, okulu olmayan çocukların imece usulü inşa ettikleri okullarına gidiyor, hayallerine ortak oluyor. Anadili Türkçe olmayan çocuklara hikâyelerini okuyor, utanan çocuklara hikâyeler okurken kendisi utanıyor ama asla umudunu yitirmiyor. Evlerinde bebek kardeşlerine bakan kız çocuklarını düşünüyor. Okulu uzaktan seyreden ve babaları tarafından okula gönderilmeyen kız çocuklarına dertleniyor. Bunun bir çözümü olmalı diye hayıflanıyor. Eline kalemi, kağıdı alıp satırlara döküyor, döküyor ki büyük kentlerdeki çocuklar da okusun istiyor.
Eskiler alıyor kimi resimli öykülerinde. Öyküler alırken kimseyi üzmüyor çözümler buluyor, kırmıyor kahramanlarını. Hikayelerini yazarken her karakterine farklı yaklaşıyor hepsini bir kurgunun içinde ne güzel harmanlıyor. Genç okuyucular ise onu ve eserlerini okurlarken kimi zaman hüzünleniyor kimi zaman kederleniyor ama çoğu zaman seviniyorlar. Gökkuşağı gibi oluyorlar. Uçurtmaları bulut oluyor.
Doğayla dost hikâyeler yazıyor. Güneş batarken ardından üzülen ve “Geri dön lütfen!” diyen kahramanları var onun. Sözcüklerinin arasında gündelik hayatın sırları ve şifreleri var. Küçük Sırlar gibi. Gözleri ıpıslak kahramanları var. Tabii ki soğan kokladıkları için değil bazen sevindikleri bazen de hüzünlendikleri için. Sırlarını sımsıkı saklayan kahramanlarının sırdaşıdır o.
Şimdi diyeceksiniz ki nereden biliyorsun bu yazdıklarını? Tabii ki okuyorum ben onun hikâyelerini ve okurken kendi yazdırıyor zaten.