1963 yılının Mart ayında, Literary Times gazetesinde gazeteci Arnold Kaye, Charles Bukowski ile söyleşmiştir. Bu söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz.
İyi okumalar.
“Himalaya kaşifi için ‘Yeti’ neyse, söyleşi yapan kişi için de Charles Bukowski odur. Onu bulmak güç, ama bulduğunuzda da hayat son derece tehlikeli bir hal alıyor. Kimilerine göre Charles Bukowski diye biri yok. Yıllardır süregelen bir rivayete göre o sert şiirleri aslında koltuk altları kıllı iğrenç bir kocakarı yazıyor. Ama evet, var bir Charles Bukowski; varlığını Hollywood’un göbeğinde, duvara katlanan portatif bir yatağı olan tek odalı bir dairede tek başına sürdürüyor. İnzivaya çekilmiş bir eroinmanı andıran zavallı Charles Bukowski oraya aitmiş izlenimi uyandırıyor insanda.
Kapıyı açtığında hüzünlü gözleri, yorgun sesi ve ipek ropdöşambrıyla karşımda bir çok yönden bezgin birinin durduğunu görüyorum. Oturup konuştuk, bira ve viski içtik ve Charles sonunda teslim olan bir bakire gibi ilk söyleşisini verdi. Başınızı pencereden iyice çıkarıp dikkatli bakınca, başarılıların yaşadığı Hollywood tepesinde Aldous Huxley’nin evini görebiliyorsunuz.”
Kaye: Huxley’in size tükürebilecek konumda olması sizi rahatsız ediyor mu?
Bukowski : Hey, bu iyi bir soru. (Portatif yatağın arkasındaki boşluğa dalıp kendine ait iki fotoğraf çıkarıyor)
Kaye : Kim çekti bu fotoğrafları?
Bukowski: Kız arkadaşım. Geçen sene öldü. Soru neydi?
Kaye : Huxley’in size tükürebilecek konumda olması sizi rahatsız ediyor mu?
Bukowski: Huxley aklıma bile gelmemişti, ama şimdi düşünüyorum da, hayır, beni rahatsız etmiyor.
Kaye : Yazmaya ne zaman başladınız?
Bukowski: 35 yaşında. Ortalama şairin 16 yaşında başladığını hesaba katarsanız,ben şu an 23 yaşındayım.
Kaye : Eleştirmenlerin çoğu hayatınızı olduğu gibi yazdığınız görüşünde birleşiyorlar. Bu konuda bir şey söylemek ister misiniz?
Bukowski: Hemen hemen bütün yazdıklarım hayatıma dairdir. Yüzde doksan dokuzu. Yüzde birini uydururum. Belçika Kongosu’na hiç gitmedim mesela.
Kaye : Sizi münzevi şairlerin yaşlı temsilcisi olarak görmek gibi bir eğilim var.
Bukowski: Jeffers’dan başka münzevi şair gelmiyor aklıma, o da çoktan öldü bildiğiniz gibi. Diğerleri salyalarını akıtarak birbirlerine sarılmaktan başka bir şey düşünemiyor. Evet, ben son münzevi şairim galiba.
Kaye : İnsanları neden sevmiyorsunuz?
Bukowski: Kim sever ki insanları? Bana birini göster, sana onu neden sevmediğimi söyleyeyim. Nokta. Bu arada, bir bira daha içmem gerek. (Minik mutfağa giriyor ve sıradaki soruyu haykırıyorum ona.)
Kaye : Bu biraz beylik bir soru ! Yaşayan en büyük şair kim sizce?
Bukowski: Beylik bir soru değil. Zor bir soru. Hımm, Ezra var bir kere. Pound ve T.S., ama ikisi de yazmayı bıraktı. Üretken şairlerden, bir düşüneyim… Ha, Larry Eigner.
Kaye : Gerçekten mi?
Bukowski: Evet, bunu bugüne kadar kimsenin söylemediğini biliyorum. Aklıma başka biri gelmiyor ama!
Kaye : Eşcinsel şairler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bukowski: Eşcinseller hassas, kötü şiir de hassas, ama Ginsberg, eşcinsel şiiri güçlü, neredeyse erkeksi kılarak durumu tersine çevirdi ama uzun vadede, eşcinsel eşcinseldir, şair değil!
Kaye : Daha ciddi konulara girersek, Mickey Mouse’un Amerikan imgelemindeki etkisi ne sizce?
Bukowski: Zor soru. Gerçekten zor. Mickey Mouse’un Amerikan halkı üzerindeki etkisinin Shakespeare, Milton, Dante, Rabelais, Şostakoviç, Lenin ve Van Gogh’tan daha güçlü olduğunu söyleyebilirim. Bu da Amerikan halkı hakkında bize ne söylüyor? Disneyland Güney Kaliforniya’nın en büyük ilgi alanı, ama kabristan asıl gerçeğimiz olmayı sürdürüyor.
Kaye : Los Angeles’ta yazmayı seviyor musunuz?
Bukowski: Duvarların, daktilon, kağıdın ve biran varsa nerede yazdığın önemli değildir. Bir yanardağın kraterinde de yazabilirsin. Baksana, beni kodesten uzak tutmak için haftada bir dolar vermeye razı olacak yirmi şair bulabilir miyim sence?
Kaye : Bugüne kadar kaç kez kodese girdiniz?
Bukowski: Bilmiyorum. Çok değil, 14-15 kez belki. Artık alışmış olacağımı düşünüyordum ama ne zaman içeri girsem bağırsaklarım düğümleniyor; nedenini bilmiyorum.
Kaye : Artık herkes Bukowski yayınlamak için sıraya girerken geleceğinizi nasıl görüyorsunuz?
Bukowski: Eskiden sarhoş olup sokak aralarında yatardım. Yine yatacağım muhtemelen. Bukowski, o da kim? Bukowski hakkında okuyorum ve benimle hiçbir ilgisi yokmuş gibi geliyor. Anlıyor musun?
Kaye : Alkolün, yaptığınız işin üzerindeki etkisi nedir?
Bukowski: Hımm, tamamen ayıkken tek bir şiir bile yazdığımı sanmıyorum. Ama akşamdan kalmalığın balyozu altında bir içki daha içmenin iyi mi kötü mü olacağından emin olamadığım ve birkaç çok iyi ya da çok kötü şiir yazdığım zamanlar oldu.
Kaye : Bugün yorgun görünüyorsunuz biraz.
Bukowski: Evet, yorgunum. Pazar akşamı. Hayli zor sekiz koşu vardı bugün. 7. koşunun sonunda, 103 Dolar öndeydim. Sekizinci koşuya elli ganyan oynadım ve yıllar önce kedi mamasına dönüşmesi gereken ve 1’e 60 veren bir eşek, oynadığım atı yarım boy farkla geçti. Neyse, küçük bir kazanç sağlanmış bir gün, sarhoş bir geceye doğru ilerler. Sonra sen geldin. Ama sen gittikten sonra, kafayı iyice çekmeye niyetim var, çok ciddiyim.
Kaye : Dünya yakında havaya uçar mı sizce?
Bukowski: Evet, uçar! Bu sonuca varmak için basit matematik yeterli. Bir yanda o potansiyel var, diğer yanda insan beyni. Bu ikisinin arasında bir yerde hepimizi cehenneme uçuracak bir budalanın ya da delinin gücü eline geçirmesi kaçınılmaz. Durum ortada.
Kaye : Peki bu berbat dünyada şairin rolü ne sizce?
Bukowski: Bu soruyu ifade ediş tarzın hoşuma gitmedi. Şairin rolü hiçtir! Kasvet verici derecede hiç. Ve çizmeyi aşıp, sevgili Ezra’mızın yaptığı gibi, kabadayılığa soyunduğunda o pembe kıçına şaplağı yer. Şair, kural olarak yar-kaçıktır! Ödlek, gerçek kişiliği olmayan biri. Bu yüzden de kan ve cesaret isteyen davalarda insanlığa yol gösterebilecek durumda değildir. Bu söylediklerimin sana ters düştüğünü biliyorum, ama düşündüğümü söylemek zorundayım. Soru sorarsan, yanıt alman gerekiyor, değil mi?
Kaye : Siz öyle mi yaparsınız?
Bukowski: Şey, bilmiyorum.
Kaye : Yani daha evrensel bir yaklaşımla, soru sorunca yanıt almak mutlaka gerekli mi?
Bukowski: Hayır, elbette hayır. Daha evrensel bir yaklaşımla, tek bir şey alırız. Biliyorsun… Talihliysek bir mezar taşı; yoksa, çim.
Kaye : Öyleyse gemiyi terk etmeli mi?
Bukowski: Bu klişelere, basmakalıp sözlere ne gerek var? Pekala, bence hayır. Gemiyi terk etmemeli. Ne kadar beylik olursa olsun, şöyle diyeceğim; birkaç kişinin gücü, ruhu, ateşi, cesareti ve kumarıyla insanlık boğulmaktan kurtulabilir! Hiçbir ışık tamamen sönmeden sönmüş sayılmaz! Erkek gibi savaşalım, sıçan gibi değil. Nokta. Ekleyecek başka bir şeyim yok.
- Yayınlanma Tarihi : Mart 1963
- Yayınlandığı Gazete : Literary Times
- Ropörtajı Yapan Gazeteci : Arnold Kaye