Hasan Erimez 1989 yılında Adana’da doğdu. Lise eğitimini Çobanoğlu Ticaret Lisesi’nde tamamladı. Yazar, Anadolu Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı alanındaki eğitimine devam etmektedir. Edebî faaliyetlerine Ulukayın dergisinde neşredilen şiir ve makaleleri ile başlayan yazar, daha çok kadim Türk tarihini merkeze alan romanlar üzerinde çalışmaktadır. Hasan Erimez’in Ötüken Neşriyat’tan çıkan üç romanı vardır; “Demirdağın Kurtları, Kutlu Kağanlık, Bin Yılın Göçü Alplar Çağı.”
Yazar Hasan Erimez ile röportaj gerçekleştirdik. Kendisine bu röportaj için teşekkür ederiz ve sizlere keyifli okumalar dileriz.
“İnsanın kendi yazdığı bir şeye didik didik kusur ararcasına bakıp, yanlışlarını önce kendinin görmesi ve kendi yüzüne vuracak kadar cesur olması lazım. Bazen insan eserini değil, eseri insanı yola getirir.”
Hasan Erimez
Yazmaya ne zaman başladınız?
Bende okuma ve yazma iştiyakı 9-10 yaşlarımda, ansiklopedilerdeki tarihî hadiseleri ve resimleri kafamda canlandırarak, onları kendimce hikâyeleştirerek başladı. Bu zannedersem “tahkiyecicilik” istidadımı da ilk keşfedişimdir. 11-12 yaşlarında da ilk amatör yazma deneyimlerim oldu. Tabii bunlar ciddiye alınmayacak derecede, o yaşların verdiği heyecanla üretilip yazılmış hikâyelerdi. Daha sonra 20 yaşıma kadar birkaç defa böyle girişimlerim oldu. 20 yaşıma geldiğimde ise artık bir roman yazmam gerektiğine karar verdim. Ve o zaman ilk romanım Demirdağın Kurtları’nı yazmaya başladım.
Sizi yazmaya iten bir şey var mı? Varsa bunu bizimle paylaşır mısınız?
Beni yazmaya iten şey, bugüne kadar çok az bahsedilmiş veya hiç bahsedilmemiş fakat çok mühim olduğuna ve insanlara anlatılması gerektiğine inandığım hâdiseleri yazma isteğidir. Zaten bence gerçek bir yazar da yazmak için değil, anlatılması gerektiğine inandığı için yazmalıdır. Yani kendini o işe vazifeli hissetmelidir.
Yazarken kendinize örnek aldığınız bir yazar var mı?
“Örnek alma” sözcüğünü bu minvalde tam tanımlayıcı bulmuyorum. Belki etkilendiğim yazarlar diyebilirim, ki bu hemen hemen bütün yazarlarda doğal olarak vardır. Ayrıca bunlar dönem dönem değişebilirler. İlk gençlik yıllarında çok beğendiğimiz ve adeta bir abide olarak gördüğümüz yazarları, yıllar sonra okumalarımızı çeşitlendirip arttırdıkça daha olağan yazarlar olarak görebiliriz.
Hüseyin Nihal Atsız pek tabii beni ilk etkileyen yazarlardandır. Daha sonra Yaşar Kemal’in kullandığı dille tanışınca o da beni bu hususta etkilemişti. Bundan başka Gustave Flaubert’in bilhassa “Salambo” romanının dilimizdeki ilk tercümesi, benim şimdi dahi kullandığım üslubuma en etki eden eser olmuştur. Salambo benim için bir dönüm noktasıydı diyebilirim. Sonra da Kemal Tahir, evvela “Devlet Ana” romanıyla benim dünyama adeta yıldırım gibi düştü. Ve bütün eserlerinde bu yıldırım etkisini hiç kaybetmeden sürdürdü.
Kitaplarınızın konularınızı nasıl buluyorsunuz?
Ben, alanım olan tarihî romanda bir milli coşkunluk vermekten ziyade milletimizin tarih serüveni içindeki daha derin tecrübelerine temas etme gayesindeyim. Örneğin benim için bir devletin kuruluşundaki coşkun hislerden ziyade bunu oluşturan sebepler, bu süreç içinde yaşanılan dramlar, trajediler, tecrübeler, milletin o zamanki zihnî yapısı, her hadisenin neden olduğu ve nasıl olduğu önemlidir. 2 ciltlik Bin Yılın Göçü serisinde Oğuzların Orta Asya’dan başlayıp Anadolu’yu yurt tutmalarına kadar uzanan yaklaşık 5 asırlık bir serüveni konu aldım. Biz hep bu göç serüvenini çok basit tanımlar veya hamasî nutuklarla geçiştirmişizdir ama böylesine uzun süren ve inanılmayacak kadar meşakkatli olan bir göç serüveni bu kadar basit olmamalı. Zaten değil de… Bu meşakkatli süreçte yaşanılan zorluklar, edinilen tecrübeler, yıkımlar, dirilişler, kayıplar ve kazançlar var. Büyük bir millet tecrübesi ve yaşanmışlığı var. Değişimler, dönüşümler var. Kaç devlet kurmuşuz, kaç devlet yıkmışız, din değiştirmişiz vs. Velhasıl bu örnekten yola çıkarsak benim için önemli olan derinine inilmemiş fakat altında büyük hadiselerin ve duyguların yattığına inandığım konulardır. Bu, gizli kalmış bir cevheri çıkarmak gibi, bir nevi yazı madenciliği.
Karakter oluşturmak için çok insan tanımak gerekiyor mu?
Karakter oluşturmak için çok insandan ziyade duyguları tanımak gerekiyor. Çünkü karakteri karakter yapan onun tipi yahut görünür özellikleri değil, fıtratında taşıdığı duygusal özelliklerdir. İstediğiniz kadar insan tanıyın, eğer hayatınızda acı, sevgi, hırs, heyecan, gücenme, nefret, zafer vs. gibi duyguları yaşamamışsanız yarattığınız karakterlere de o duyguları veremezsiniz. Çünkü tanımadığınız veya tatmadığınız bir duyguyu anlatamazsınız. Böylece de yarattığınız şey bir karakterden ziyade karikatür bir tip olur. Önce duygular tanınmalı ve bilinmeli. Sonra görünür özellikler eklenerek bir karakter yaratılır.
Roman yazmanın zorlukları nelerdir?
Roman yazmanın en büyük zorluğu onu yazmaktır. Çünkü oluşturma aşamasında bir romanı ana hatları ve pek çok detayıyla beraber kafanızda yazıp bitiriyorsunuz. O heyecanı, romanınızı kafanızda yazarken yaşıyorsunuz. Sonra iş bunu kağıda dökmeye gelince “başlarken” zorlanıyorsunuz. Biten bir şeyi tekrar yazmak gibidir bu.
Günde kaç sayfa yazıyorsunuz?
Belli olmuyor. Fakat son zamanlarda keşfettiğim ve kabullendiğim şey, 5-10 sayfadan fazla yazmamak. Çünkü doğal olarak yoruluyorsunuz ve bu yorgunlukla kendinizi kaptırınca, bir yerden sonra ortaya lalettayin yazılmış cümleler çıkabiliyor.
Başucu kitaplarınız nelerdir?
Buna da “etkileyen” yahut “her daim elimin altında bulunan” kitaplar diyelim. Bunlar yine zaman zaman değişebiliyor. Bir kere Dede Korkut Kitabı her zaman elimin altındadır. Kafamı dinlendirmek, biraz lezzet almak istediğimde Dede Korkut Kitabı’nı açar ve herhangi bir hikâyesini okuyarak istediğim dinginliğe ve lezzete erişirim. Genelde de orijinal dilinden okurum. Her okuyuşumda da ilk defa okuyormuş gibi tat alırım. Dede Korkut Kitabı vazgeçilmezim ve baş tacımdır. Yunus Emre şiirleri bilhassa istediğim zaman elimin altında oluyor. Kemal Tahir’in Devlet Ana başta olmak üzere hemen hemen her romanı da ha keza öyle.
Tarihi roman yazarları için tavsiyeleriniz nelerdir?
Tarihî roman, tarihî kaynak değildir. Bunu tarihî roman okuyucuları için de söylüyorum. Tarihte değiştirilemeyecek hadiseler vardır. Tarihî roman bu hadiselerin etrafında oluşturulmuş kurgulardır. Yazar, anlatmak istediği şeyi kendi zaviyesinden nasıl görüyorsa öyle anlatmalıdır. Örneğin İstanbul’un fethine bir kişi daha coşkun hislerle bakarken, bir başkası daha dramatik bir hisle bakabilir. Romanının yapısını ve karakterlerini de buna göre oluşturabilir.
Peki şimdi romanlarınıza geçelim. Öncelikle şunu belirmek isterim ki ilk romanınızı okuduğumdan beri sizin büyük bir hayranınız ve takipçinizim. Eleştirmenler yazar için ilk roman her zaman zordur der. Sizin ilk romanınızı okuduğumda çok etkilenmiştim. Hem konu bakımından hem içerik bakımından çok iyi bulmuştum.
İlk romanınızı yazarken, bitirirken ve çıktıktan sonra aldığınız tepkiler nelerdi?
İlk romanımı yazarken pek çok zorlukla karşılaştım. Mesela ilk önce kurşun kalemle kalınca bir deftere yazdım. Yarısına gelince de bilgisayara geçirdim ve oradan devam ettim. Bu süreçte yaşanan bir takım hayat zorlukları, yazım aşamasında bilgisayarımın çökmesi gibi sorunlarla karşılaştım. Yaklaşık 3-4 sene zarfında tamamladım. Belki eksiği olabilir, ben dahi şimdiki birikimimle bakınca “şurayı şöyle de yazabilirdim” diyorum. Ama çok bilinen bir destanı ilk defa roman olarak yazdığım için özel olduğuna dair hislerimi hiç kaybetmedim. Keza gerek Ötüken Neşriyat’taki -bende de önemli bir yeri olan- ilk editörüm Kadir Yılmaz ve okuyuculardan da bu beklentimi karşılayan çok olumlu geri dönüşler aldım. Şu an 4 romanım var ve içlerinde en etki yaratan da ilk romanım Demirağın Kurtları oldu.
İlk roman ilk heyecan galiba tüm yazarlarda vardır?
Elbette. Ama doğrusunu söylemek gerekirse ben her romanımda aynı heyecanı yaşıyorum. 100 roman yazsam 101. romanda da aynı heyecanı yaşayacağıma eminim.
Demirdağın Kurtları romanı ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Demirdağın Kurtları, en bilinen destanımız olan Ergenekon Destanı’nın romanıdır. Bu destan, İttihat Terakki döneminde toplum genelinde yayılmış, neredeyse 100 yıldır toplumun her kesimi tarafından bilinmektedir. İçinde çok mühim mesajlar barındırmaktadır. Bir milletin neden ve nasıl çökebileceğini ve sonra neden ve nasıl ayağa kalkabileceğini en iyi anlatan destandır. Böylesine çok bilinen ve güçlü mesajlar barındıran bir destanın Türkiye’de ilk defa romanını yazmaktan ötürü her zaman mutlu ve mağrurum.
Tarihi roman yazmak sizce zor mudur?
Elbette zordur. Hatta belki de en zor tür diyebilirim. Çünkü romanınızda anlattığınız dönemin şartlarını, siyâsî ve toplumsal olaylarını, dilini, üslubunu, insanlarını, insanlarının giyim kuşamından tutun da kullandıkları günlük materyallere kadar her şeyini araştırmak zorundasınız. Örneğin ben bir roman için, anlatacağım dönemin her yönüne dair pek çok kitap okuyup kalın bir defter dolusu notlar alıyorum. Ve belki de aldığım notların en fazla yarısını kullanabiliyorum. Bu da bu işin bir cilvesi.
Yazarken tıkandığınız anlar oluyor mu? Olduğunda ne yapıyorsunuz?
Olduğunda hiç zorlamıyorum. Ya o an bir müzik açıp dinliyorum, ya başka şeylere bakarak kafa dağıtıyorum. Böyle yaparak bir yandan da çözümü sakin kafayla düşünüyorum. Ne zaman kafam dinginleşirse ve tıkandığım yere çözüm bulursam o zaman devam ediyorum.
Geleceğin yazarları için verebileceğiniz tavsiyeler nelerdir?
İnandıkları hikâyeleri anlatmaları.
Son romanınız ile ilgili bize bazı ipuçları verir misiniz?
Son romanım, Bin Yılın Göçü’nün 2.cildi olan Gaziler Çağı. İlk cilt olan Alplar Çağı’nda Gök Türk Devleti’nin yıkılmasından başlayıp Çağrı Bey’in ilk Anadolu keşif seferi yaptığı döneme gelmiştik. Gaziler Çağı’nda da Oğuzlar artık Anadolu’yu yurt olarak gözlerine kestirecekler ve kaderin onları mecbur kıldığı bu yolda nice savaşlar ve serüvenlerden sonra Anadolu’yu yurt edinecekler.
Sürekli okuduğunuz, hayranı olduğunuz yazar ve romanları nelerdir?
Kemal Tahir hayranıyım. Romanlarında katılmadığım bazı yerler olsa da onun tarzını, bakış açısını ve romanlarında gürül gürül hissedilen o bir şeyleri aydınlığa çıkarma çabasını çok seviyorum. Tabii üslubu da hayranlık duyduğum bir başka yönü. Devlet Ana romanı kanımca Türk edebiyatının yüz akı ve en iyi tarihî romanıdır. Son dönemlerde Shakespeare ve Antik Yunan tragedyalarını çok okuyorum. Shakespeare’in de hayranıyım desem yeridir.
Türk edebiyatının günümüzdeki hali ile ilgili bir değerlendirme yapar mısınız?
Ben her zaman “Edebiyatçı ayrı, yazar ayrı” derim. Umarım edebiyat sahamız yazardan çok edebiyatçıyla, yazıdan çok edebiyat eserleriyle işgal olur.
Çağdaş Türk edebiyatı ve wattpad romanları ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Çağdaş Türk edebiyatında ısrarla takip ettiğim, kitabının çıkmasını merakla beklediğim bir romancı yok. Son dönemlerde Orhan Pamuk romanlarına biraz sarmıştım. Wattpad romanları malum olduğu üzere sosyal medyada paylaşılıp yayılması, daha çok “like” alması için oluşturulmuş mânâsız ve bayağı sözlerden ibaret. Bence bunlar ait oldukları mecrada, yani sosyal medyada kalmalı. Son dönemlerde bilhassa artan kâğıt sıkıntısı sebebiyle pek çok kaliteli eser basılamıyor. Kâğıt gibi geleneğimizde de muteber bir yeri bulunan değerli bir nesne, mezkur romanlarla israf edilmemeli.
Son romanınızdan ayrı başka bir projeniz daha var doğru mu?
Pek çok projem var. Hepsi sırayla.
Gençlere verebileceğiniz tavsiyeler nelerdir?
Ben de henüz gencim 😊 Bu yüzden kendime verdiğim tavsiyeyi naçizane hepsine veriyorum: Kitap, yazmak için yazılmamalı. Anlatmaya değer gördüğünüz ve inandığınız bir hikâye varsa bunu her yönüyle araştırın, cesur olun, ifade etmekten ve savunmaktan korkmayın, her şeyi kendi üslubunuzla ortaya koyun, yazdığınızı tekrar tekrar yazın ve acele etmeden, en olgun seviyeye geldiğine inandığınızda yayınlayın.
Röportaja katıldığınız için çok teşekkürler. Neokuyorum takipçilerine ve kitap severlere söyleyeceğiniz son sözler nelerdir?
Ben teşekkür ederim. Vakit insanın en değerli hazinesidir. Eğer onu israf etmek istemiyorsanız kıymetli ve kaliteli kitaplara harcayın. O zaman vaktiniz de kıymetlenir.