İleriye doğru yaşarken durup geriye doğru nefes almak çok garip bir his. Şimdi durup da geriye -şöyle bir gençliğime- gittiğimde Zaven Biberyan’ın kitabına konuk ettiği gencin sönmek bilmez umarsız ateşini ben de içimde hissediyordum. Bir adım sonrasını düşünmek gençlerin işi değil. Haliyle ben de düşünmez hatta düşünmek istemezdim. Sonra gün gelip de eğitim hayatı da tamamlanınca, yaş aldıkça, sorunlar o zamanki kabuklarından sıyrılıp daha sert ve aşılmaz zırhlarını takınca bir adım sonrasını değil beş yıl sonrasını düşünmek zorunda kalıyoruz. Ama yine de şu durup da geriye nefes alma anı çok değerli. Birazcık orada kalalım.
Zaven Biberyan, 1921 İstanbul doğumlu ve Marc Nichanian’a göre 20. yüzyılda Ermenicenin en büyük yazarlarından biri. Öğrenim hayatını Kadıköy Aramyan-Uncuyan ve Dibar Gırtaran (Sultanyan) Ermeni ilkokulları, Saint Joseph Lisesi ve İstanbul Ticari İlimler Akademisi’nde tamamlayan Biberyan 1941 yılında askere alındı. O zamanlarda uzun süren askerlikten nasibini alan Biberyan üç buçuk yılın sonunda Jamanak gazetesinde kendi dilinde Krisdoneutyan Vağhcanı başlıklı Hristiyanlığın Sonu hikâyeleri yazmaya başladı. Fakat hikâyelerinin yarattığı etki dolayısıyla bu hikâyelerin ömrü kelebek ömrü kadar kısa sürdü. Nor Lur ve Nor Or gazetelerinde daha sonrasında da Jamanak gazetesinin yayın kurulunda görev aldı. O dönemler tahmin edersiniz ki her düşünceye açık olan insanlardan oluşmuyordu. Bir düşünce ve bir doğru vardı. Fakat düşüncelerin doğrusu olmazdı. Herkesin kendine ait bir düşüncesi olduğu kabul edilemediği gibi karşıt düşüncede olanlar hapishaneyi boyluyordu. Zaven Biberyan da düşüncelerinden ötürü bu tecrübeyi edinenlerden biriydi. Fakat hem düşüncelerin kabul görmemesi hem de oluşan baskılardan yılan Biberyan 1949 yılında Beyrut’a taşınmak zorunda kaldı. Burada çeşitli gazetelerde çalışarak mesleğini icra etmeye çalıştı. Siyasi görüşlerin darlığından ötürü kaçıp gittiği İstanbul’a artık her şeyin düzeldiği umuduyla 1953 yılında tekrar döndü.
Her ne kadar gazetecilik mesleğini icra etmek için çaba gösterdiği görülse de Zaven Biberyan kitap yazmaktan geri kalmıyordu. Edebiyat hayatına söz hakkını Beyrut’tan İstanbul’a döndüğünde vermişti. Üç romanı 1959 ve 1962 yıllarında yayımlandı. Biberyan’ın bizzat verdiği bilgilere göre Yalnızlar kitabının önce Türkçe olmasını istemiş. Bu da demek oluyor ki her ne kadar Ermeni diye sınıflandırılmak istense de Zaven Biberyan kitabını önce Türkçe daha sonra Ermenice baştan yazmış.
Bıraktığı yerden devam edemediği gazetelerin ardından 1960’lı yılların sonuna doğru Meydan Larousse Büyük Lügat ve Ansiklopedi’nin redaksiyon kurulunda görev aldı. Türkiye İşçi Partisi’nin 1965 genel seçimlerinde İstanbul’un milletvekili adayı olmasına rağmen seçilmedi. Fakat aynı partinin 1968 yerel seçimlerinde İstanbul Belediye Meclisi üyeliğine seçildi ve meclis başkan yardımcılığı görevinde bulundu. Bunca zorlu ve yoğun bir hayatın sonu ne yazık ki ülser hastalığına bağlı olarak 4 Ekim 1984’te geldi.
Bu denli değerli bir yazarın 1962’de ilk kez Ermenice yazmış olduğu orijinal adı Angudi Siraharner olan Meteliksiz Âşıklar kitabı Aras Yayıncılık tarafında 2021 yılında Türkçe’ye Natali Bağdat tarafından çevrilerek yeniden yayımlanmıştır. Kitabın kapağını Mario De Biasi’nin Un Mondo di Baci adlı fotoğraf serisinden biri süslüyor.
Meteliksiz Âşıklar, öncelikle Sur ve Norma’nın aşklarını konu alan bir kitap olarak okurun karşısına çıkıyor. Fakat bu iki âşık arasında çözülemeyecek problemler baş gösteriyor: parasızlık, yaş farkı, aileler, kökler… Mesele çözülebilir olsa yalnız karın ağrısıyla geçirilir ve yola devam edilirken Sur ve Norma o kadar şanslı olmayanlardan. Sur henüz 19’unda bir lise öğrencisi. Ailesi Ermeni, babası dinine oldukça düşkün ve çevresi tarafından saygı görülen bir beyefendi. Üç kardeşin en büyüğü olan Sur’dan sonra Hagopig adında bir erkek kardeşi ve Silva adında bir kız kardeşi geliyor. Eve her akşam şeftalisinden üzümüne kadar yedi renk meyve giriyorken baba Kevork bunları hiç bulamadıkları ve zorluklar yaşadıkları savaş zamanının acısını çıkarıyor adeta. Fakat düşüncesiz evlatlarını eşi Meline’nin yetiştirmiş olması düşüncesinden kaynaklı kendisine ve emeklerine ev içerisinde saygı gösterilmediğini düşünüyor. Anne Meline ise tüm gününü çocuklarına ve akşam eve bin bir sinir harbiyle gelen eşine yemek yapmak için mutfakta geçiren, namusunu korumaktan başka bir şeye dikkat edilmeden büyüyen bir kadın.
Norma, yaşı hiçbir zaman kitapta söylenmeyen ama Sur’dan büyük olduğunu anlayabildiğim çalışan bir kadın. Ailesi Rum olan Norma, bir Ermeni aile tarafından ayakları üzerinde duran bir kadın olarak değil daha çok “erkek sağan” tasviriyle para yiyen bir kadın olarak görülmesine yol açıyor. Dinin, mezhebin kitaptaki yaralayıcı anlatımı dikkat çekiyor. Öyle güzel bir kadın olarak tasvir ediliyor ki vücudunun hiçbir ayrıntısına dikkat etmeyen Zaven Biberyan’ın sadece Sur gözünden duygusal betimlemesiyle her şey tastamam oturuyor gibi hissetmeme yol açıyor. Ergenliğin verdiği bir açlıkla Norma ile doymayı bekliyor Sur. Fakat bu öyle bir açlık değil, tadını aldıkça daha da acıkıyor adeta.
“Sen hala bütün kadınların seni bir erkek olarak değil de, annenin gözüyle gördüğünden şüphelenir, korkarken, bir kadının sana aşık olması müthiş bir şey.”
Zaven Biberyan iki aşığın hikâyesine yer verirken okura bir İstanbul turu attırmaktan da vazgeçmiyor. Burgazada, Fenerbahçe, Nişantaşı ve Eminönü olmak üzere birçok semt üzerindeki olaylar anlatılırken mekân tasvirleri sayesinde eski İstanbul’u düşünürken buluyorum kendimi. Bununla birlikte İstanbul’un kuytu köşelerini, ormanlık alanlarını da konu alan Zaven Biberyan gençlerin âşık olduğunda buluştukları yerleri de göstermiş oluyor. Gençlik işte.
“Yarın… Yarından sana ne? Yarın böyle olur mu? Hava böyle güzel olur mu? Bir hafta sonra ne olur, belli mi? Yaşıyor olur muyuz? Gelecek ay İstanbul yerinde olur mu? Dünya yerinde olur mu? Yarın… Hayatta yarın yok ki. Ve bugünü elinden kaçırdığında, ne kalır geriye?”
cümleleriyle Sur’un sinir patlaması sayesinde hafızalara kazınan bir muhabbete şahit olmamızı sağlıyor. Olur olmadık kıskançlıklarından ve aile baskısından yılmış Sur’un sevdiği kadına hiç beklemediği bir anda evlenme teklifi etmesi sevgilisi Norma tarafından ciddiye alınmıyor. Norma, daha okulunu bile bitirmemiş ve işe girip çalışmamış genç adamın bir anlık hevesle böyle ciddi bir eylemi ağzından çıkarmasını haliyle önemsemeden cevap veriyor. Sur bu cevabın ciddiyetsiz olduğunu fark ediyor. Böylece ikili arasına soğukluk giriyor ve bir hafta görüşmüyorlar. Bu bir hafta Sur’un Norma olmadan attığı her bir adımı Norma’yı düşünerek attığını görmemizi sağlayarak geçiyor. Tek başına gittiği adada sırtından tanıdığı Norma’yı gördüğü vakit susmayan düşünceleri arasından sıyrılması zor oluyor. Kendisi perişan bir haldeyken Norma’nın bir kız arkadaşıyla adaya gelmiş olması onu şaşırtıyor ve “yarın yok ki, neden zaman kaybediyorum!” ampülünün zihninde patlamasına yol açıyor. Cesareti kırılmadan bir telefon kulübesinden arayarak adaya çağırdığı Norma’ya az önceki cümleleri kuruyor: “Yarından sana ne? Yarın böyle olur mu? Hayatta yarın yok ki. Ve bugünü elinden kaçırdığında, ne kalır geriye?” Okumayayım, çalışayım, evlenelim, beraber yapalım ne yapacaksak, kurtulayım bu evden, beni desteklemeyen babadan, her şeyi namusu korumak zanneden anneden kurtulayım diye bağıran iç sesin dışa dökümüydü bunlar.
Meteliksiz Âşıklar, ülkemiz ekonomik çöküşüne ters düşecek bir geriye dönüş sağlayarak üç beş lira ile karın doyuran insanların konuk alındığı ve gerçekten meteliksiz olan iki aşığın sadece adaya gidip birbirlerine dokunmak ve birbirlerinin gözüne bakarak birkaç dakika geçirebilmek için gizlice alınan bir baba paltosunu satarak kazanılan parayla adaya bilet almasını anlatan şahane bir yapıt. Aras Yayınları, karşıma çıktığında adaya hiçbir şeyimi almadan düşmüş biri gibiydim. Beni şaşırttı ve bilinmezliğin ucunda beklemediğim bir hayat hikâyesine ortak etti. 20. yüzyılda Ermenicenin en büyük yazarlarından birini tanımak da cabası. Yarını dert etmeyeceğimiz güzel zamanlarımıza kaldırıyorum bu güzel kitabı. Okunsun ve hafızalara kazınsın. Sonuçta Zaven Biberyan’ın Meteliksiz Âşıklar’da dediği gibi: “Mutlu insan yok, mutlu anlar var hayatta.”
- Zaven Biberyan – Meteliksiz Âşıklar
- Aras Yayıncılık – Roman
- Çeviri: Natali Bağdat
- 224 sayfa