Yazmaya çalıştığım ilk senelerde, olabildiğince uzun metinler yazmaya çalışıyordum. Upuzun paragraflar, sonu gelmeyen betimlemelerle kendimi ne kadar zorlarsam o kadar iyi bir metin yazabileceğimi düşünüyordum galiba. Okuduğum metinlerin de böyle düşünmeme sebep olduğunu söyleyebilirim. Çok okunan metinlerin neden çok okunduğunu merak ediyordum çünkü. Klasik yapıtların külçe kalınlığındaki formları, Rus, İngiliz, Fransız, Alman klasiklerinin uslanmaz betimlemeci yazarları bana böyle düşündürüyordu. Zaman geçtikçe, ben daha modern yapıtlar keşfetmeye başladıkça, Türk edebiyatının köşe başlarındaki iyi metinlere ulaştıkça, başlardaki acemice çabalarımın aslında bir yolculuk olduğunu keşfettim. Maksat derdini ne kadar uzun uzadıya anlatmakta değildi, derdini nasıl anlattığınla ilgiliydi.
Metin eksiltmenin ne kadar zor olduğunu da o sıralar öğrendim sanırım. Neyin atılması, neyin kalması gerektiğini bulmak, metni yazmak kadar zordu. Peki o bırakılan cümlelerin doğru cümleler olduğundan nasıl emin olacaktım ki? Anlatacağım hikâyeyi en iyi yansıtacak ve okuru yakalayabilecek cümlelerin elimde kalanlar olduğu ne malumdu? Ben sadece hikâye anlatmak istiyordum. Bu kadar zor olmaması gerekiyordu.
Bazı şeyleri güzel kılanın, zor olarak nitelediğimiz çabalar olduğunu sonraları fark ettim. Yazmak gerçekten bir yolculuk. Zor, yorucu, yıpratıcı ama güzel, ama mutlu eden, ama var eden.
Bu arada bu girişten şu manalar çıksın istemem: Kısa yazmak önemlidir ve doğrudur ya da uzun uzun yazmak yanlıştır ve miadını doldurmuştur. Yazmaya hevesli dostlarım, yolculuğunuz nasıl ilerleyeceğine siz karar vereceksiniz. Neyi nasıl anlatacağınızı siz bulacaksınız.
Kısa bir roman
Bana bu girişi, kısa yazma ya da uzun yazma üzerine düşüncelerimi tazeleten bu girişi Philippe Djian’ın İnsafsızlar romanı düşündürdü. Tamamı 127 sayfa olan bir roman. Kısa, bir oturuşta bitirilebilecek bir metin. Bölümsüz, parçasız, arasız bir hikâye.
Djian’ın tercihlerini sorgulamadan metni birkaç saatte bitiriverdim. Başlangıcındaki muğlaklık, karanlık, heyecansızlık ve karakterlerinin içinde olduğu ruh halleri neredeyse kitap boyunca devam etti.
Bir bar çıkışında olup biten bir kavga. Biri elli yaşında inanılmaz dişil bir karakter, diğeri ondan yirmi yaş küçük bir adamın beraber yaşadıkları eve onlarla beraber girdik. Akışta sürekli değişen anlatıcıyla, hiçbir bilinçakışı okumadan, sadece olan ve bitenin aktarıldığı sayfalarda hikâyeyi dinledik. Diana, acımasızca katledilen eşinin kardeşi Marc’la yaşamaktadır. Diş hekimidir. Eşini kollarında kaybetmiş olmanın verdiği acıyla ve yasla mücadele etmektedir. İki kez intihar etmiş ancak amacına ulaşamamıştır. Marc da Diana’nın içinde bulunduğu ruh halinden ötürü yaşamını onunla geçirmeye ikna olmuştur. Alkolik, kumar bağımlısı, kadınlarla ilişkilerinde problemi olan, tutuk, az konuşan ve abisini çok seven bir karakter. Bar kavgasının olduğu gecenin sabahında, sahilde yürüyüş yaparken üç paket uyuşturucu bulur Marc. Eski bir bağımlı olarak bir an önce elinden çıkarmak için, Diana’nın sorunlu bir ilişkisi olduğu abisiyle işbirliği yapmak ister.
Bu işbirliği, kitabın sonraki kısımlarında büyük problemlere ve ortaya çıkacak başka hikâyelere sebebiyet verir ama ben buralara girmek istemiyorum. Çünkü kitap zaten kısa ve tüm hikâyeyi anlatmayayım. Siz keşfedin. Okumak da bir yolculuk, sevgili okur!
Az cümleyle pek çok şey anlatabilmek
Bu bir paragrafta anlattığım şeyler hikâyenin temelini oluşturuyor diyebiliriz ancak karakterlerin bu hallere nasıl geldiğine dair çok fazla fikrimiz yoktur. Abi neden öldürülmüştür, Diana kendi abisini neden sevmemektedir, Marc kendi yaşamından neden neredeyse tamamen vazgeçmiştir. Bize bunun gibi birçok boşluk bırakıyor Djian. Kısa cümlelerle hikâyesini anlatırken, bizi sanki kasvetli bir Nordic hikâyesinin içerisine hapsediyor. Bu arada Nordic dedim diye, bir Nordic hikâyesi olduğunu düşünmeyin, sadece benzetme. Djian’sa Fransız bir yazar. İnsafsızlar’da mekânı bilmiyoruz, zamanı bilmiyoruz. Sadece bildiğimiz, okyanus kenarında yer alan bir kasabadayız. Metinde ilerlerken, daha önce hiç gitmediğiniz bu kasaba gözlerinizin önünde yavaş yavaş beliriyor. Hiçbir şey olmuyor üstelik; bu hikâye o kadar yavaş akıyor ki, ne zaman bir şey olacak derken kitabın sonuna geldiğinizde bu birkaç saatlik okumanın sonunda ne kadar fazla şey olduğuna şaşırıyorsunuz.
Sıkıcı gibi gelen bir metinde size fark ettirmeden birçok olay yaşanacak ve bitecek. Karakterlerin hangisine hak vereceğinizi şaşıracaksınız. Kimi nasıl öldüreceğinizi bilmeyeceksiniz. Marc gibi bir karakteri karşınıza alıp ciddi ciddi konuşmak isteyeceksiniz. Üstelik bunları okurken neredeyse yazar hiç araya girmeyecek, sesini araya karıştırmayacak.
Şimdi size sorarım: Bu bir yetenek değil midir? Philippe Djian bu kısa romanında perspektifini tüm karakterlerinin gözlerine koyarak, hikâyeyi bize bol boşluklu olarak anlatıyor. Az cümleyle, kısa bir metinle pek çok şey anlatma işini gayet iyi beceriyor. Bu sıcak yaz günlerinde, başından ayrılmadan okuyacağım bir metin olsa, diye kendinize soruyorsanız ve Nordic sinemasını, dizilerini beğeniyorsanız göz atmanızı öneririm.
- İnsafsızlar – Philippe Djian
- Ayrıntı Yayınları – Roman
- 127 sayfa
- Çeviri: Gökçe Yavaş