Bizim Yazımız Bizim Yazgımız…
Erken yaşlarda yazı dünyası ile haşır neşir olan yazar Murat Erol, bir hukukçu olmanın ötesinde deneme türü yazılarıyla düşünce dünyasına büyük katkılarda bulunan bir entelektüel aynı zamanda. İlk çalışmaları henüz yirmili yaşlarının başlarında 1998 yılında Sağduyu Gazetesi’nin kültür-sanat sayfalarında yayınlanan Erol’un, “Kırklar”, “Hece”, “Hece Öykü”, “İtibar”, “Anadolu Gençlik”, “TYB Akademi”, “Umran” gibi dergiler ile Yeni Şafak Kitap’ta deneme, eleştiri, siyaset bilimi üzerine çokça yazıları bulunmakta. Hatta Erol’un şu an yayın dünyasında olmayan “Notlar Dergisi”nin genel yayın yönetmenliğini yaptığını da hatırlatalım. Bir anımsatmaya daha ihtiyacım var: Yazarın bir önceki kitabı TYB tarafından fikir dalında yılın kitabı seçilmişti.
“Kahramanı Beklerken” yazarın “Yerlilik Düşüncesi”, “Kaybetmenin Halet-i Ruhiyesi” isimli kitaplarından sonraki üçüncü eseri. Oldukça velut bir yazar olan Murat Erol’un bu kitabı esasında 2000 ile 2018 yılları arasında çeşitli gazete ve dergilerde çıkan yazılarının bir toplamı mahiyetinde. Gülay Tunç’un nefis kapak tasarımı ile hemen okuyucuya göz kırpan “Muhit Kitap” etiketiyle bu sene okuyucuları ile buluşan kitapta yazar, gündelik siyasetin uzağında toplumu, siyaseti ve hayatı ilgilendiren bir mücadelenin içerisinde düşünce ve yazı olarak bulunmak zorunluluğunu taşıma çabasından hareketle bu alanda deneme tadında metinleri okurun önüne belli bir düzen içerisinde seriyor. Murat Erol, bu son kitabında üç bölüm halinde, birbirini bütünleyen fakat yıllara yayılan, yine de dil ve düşünce tutarlılığı olan belli konular etrafında fikirlerini örmeye çabalıyor. Erken dönemlerinde başlayan yazı hayatında özellikle sloganın daha slogan olduğu “post-slogan” evresine geçiş aşamasında kolaycılığın şehvetine kapılmaksızın derinlikli fikirlerini toplu bir okuma imkânı ile okuyucularını da etkin bir düşünce egzersizine katarak sunuyor. Yazma ve dil aslında Erol’un sıklıkla ele aldığı başlıklar. Ancak bunlar aynı zamanda sıkça rastlandığı üzere tahakküm aygıtı olabilme riskini de içinde barındırıyor. İki dünya arasında bu tahakküm dilinin tersine bir de mutmain adamın, kanaat sahibi dervişin yazı ve şiir dünyası bulunmakta. Bu nedenle bizim hakiki yazınımız bir bakıma bizim yazgımız olmakta. Hakikatin parçalı hali, içerisinde bir kişisel hali de barındırmakta. Mutlak hakikate ulaşmada parçaların birbirinden bağımsız ve birbiriyle alakasız yapılar halini alması mutlak gerçekliğin önünde ciddi bir engel oluşturmakta. Kendi hakikatinden vazgeçen, kişiselliğinden sarfınazar eden bir bakıma gerçeğin bütününe yol almış olmakta. Yazarın hakikat arayışı gibi önemsediği bir diğer kavram da “vicdan” kuşkusuz. O’nu “kalpteki adalet terazisi” olarak tariflemekte.
Kitabın ikinci bölümünde ise daha çok popüler kültüre dair tartışmalar ağırlığı oluşturuyor. Popüler kültür, yazara göre bir memnuniyetsizlik işareti gibi. Özü itibariyle dominant kültür olan popüler durum; işgalci, yıkıcı, yok edici ve güçten düşürücü. Burada yazar çok önemli bir saptama yapmakta. O’na göre, popüler kültürün anlamsızlaştırma cereyanına kapılan insanlar, kendi yaşamlarında memnuniyetsizliğin farkında olmadan bir yaşam felsefesi derecesine onu terfi ettirmekteler. Bu aynı zamanda yazarın önem verdiği mefhumlardan olan yerli yapıya karşı da egemen olan bir yabancılaştırıcı konuma çıkmaya eş değer görünümünde. Halkanın devamında ise artık bilgi çağı değil, yüzeysel bir haber çağı evresine geçmekteyiz. Ve entelektüel faaliyetler yaratıcılıktan ziyade inceleme ve çözümleme düzeyinde kalan çalışmalar olarak kalmakta. Artık post-modern bir görünümle başkalarının fikirleri dipnot zenginliğiyle boca edilirken, yazarın kendisi metinden kaçmakta. Devamında kitabın önemli yazılarından biri işte tam da “tırnak içi entelektüellik” başlığında değerlendirme alanı buluyor. “… Metinde savunulan fikrin desteklenmesi ve zenginleştirilmesi için referans ve göndermelerin kullanılması ile yazarın metin içinde bir fikri savunuyor oluşu karıştırılmamalı. Başkalarının fikirlerini alt alta sıralarken yazarın kendisinin metinde olmayışının ne gibi bir anlamı ve tanımı olabilir?” Yazı ile birlikte kullanılan dilin tehlikede olması büyük mesele. Zira dile yapılan kimi müdahaleler ideolojik bir refleksin ürünü aynı zamanda. Ve dili yontma hakkını kendisinde gören, sökülüp atılan kelimelerin yeniden gündeme taşınmasına da karşıt duran bir ideolojik tavrın Ludwig Wittgenstein’ın “dilimin sınırı dünyamın sınırıdır” kavramını daraltan bir görünüme kapı araladığını belirtiyor. Ve yine buradan George Orwell’ın parti politikası sonucu doğan “arı dil”inden L.S. Vygotsky gibi referans isimlere kadar örneklerle düşüncesini daha da yayıyor.
Sıradan İnsanın Kahramanlığa Geçişi…
Kitaba isim olan “Kahramanı Beklerken” isimli, aslında 2017 yılında Notlar Dergisi’nde de yayınlanan, birçok düşünceye kapı aralayan üçüncü ve son bölümde ise, kahramanlığın tarihsel evriminden bir tarife giriliyor. Antik dönem kahramanları daha çok pragmatik beklentilerle doğa üstü vehimleri bir kısım güçlere havale ederlerken aslında modern toplum kahramanlarına da tehlikeli bir yol açmış oluyorlar. Modern insan, kahramanını beklerken yine mitlerin ve kurguların eşiğine saplanabilmekte. Aydınlanmanın Tanrı’yı çekmeceye koyması ile modern dönemlerde mitsel Tanrılar yerlerini şimdi doğa/insanüstü kahramanlara bırakıyorlar. Bir nevi Güney Afrikalı yazar J. M. Coutzee’nin filme de uyarlanan eseri “Barbarları Beklerken”deki duruma benzer bir endişe hali ortaya yayılıyor. O zaman soru ortada: Gerçek kahraman anlatısına layık olanlar kimlerdir? Buradan yazar “ …Gerçek kahramanların kahramanlıklarının ortaya çıktığı bir zaman vardır. Sıradan insanın kahramanlaşmasının zamanıdır bu” demekte. Nikos Kazancakis’ten ödünç alınan sözle, “…Kahramanın sıradanlaşması ile kurtarıcıyı kurtarın ki, o da sizi kurtarsın” cümlesi gerçek manada ete kemiğe bürünüyor. Kitabın arka kapağında da belirtildiği üzere yazar burada kahramanlık anlatısını ya da kahraman tanımlamasını içeren bir kitap çıkartmıyor. Yazılarının geneli üzerinden bakıldığında “bizim bir dünyamız var” diyerek belli kavramlar, durumlar ve düşünceler üzerine eğiliyor. İlk kitabı olan yerlilik düşüncesine de selam gönderiliyor böylelikle. Kendimize doğru yolculuk burada başlıyor, kahramana yolculuk tam da bu yönelimin adı oluyor…
Murat Erol gelenekten beslenen fakat eskimeyen dilinin güncelliği ve yalınlığıyla ilgi çeken bu denemelerinde Cemil Meriç, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil gibi tarihsel kaynaklardan beslenen özgün yazarların izinden giderek gelenek/modern tanımına uygun tartışmalı konuları, güncel siyasetin kuşatıcı havasından sıyırarak bize “bir dakika durun, olayın bir de bu yönü var, ona da bakın” dedirtiyor. Şimdi raflarda, “Muhit Kitap” etiketiyle meraklı okuyucularını bekliyor…

- Kahramanı Beklerken – Murat Erol
- Muhit Kitap – Deneme
- 134 sayfa