Okurun okuma eylemiyle derdi, ilişkisi zamanla değişiyor. Bir zamanlar tek istediği okumak iken ve bir süre sonra okuduğundan zevk almıyor ya da kendini sorgulamaya başlıyor, neden okuyorum? Daha önce Daniel Pennac’ın Roman Gibi’sini okumadan önce özellikle, neden okurken eskisi gibi zevk alamadığımı sorguluyordum, okuduklarımda mı sorun vardı bende mi? Yoksa okuma amacım mı farklılaştı? Bu soruların cevabını ararken karşıma çıkan kitaplardan biri de Mikita Brottman’ın Okuma İlleti Yalnız Başına Yapılan Ahlaksızlık.
Benim için irite edici bir ismi de olsa, yazarın gençliğini anlatmasıyla ismin nedenini kavrıyorum. Odaya kapanıp saatlerce çıkmamak, roman dünyasının gerçekten çok daha cazip olması, işte o çok da yabancı olmayan tüm hallere bakınca anlıyorsunuz sebebini. Bu kitap, okumanın iyi bir şey- özellikle yapacak daha iyi bir şey olmadığında- olduğunu, zihnimizi geliştirdiğini, zekayı parlattığını, öngörümüzü geliştirdiğini, her işe yaradığını söyleyen kitaplardan değil ama yine de “Farklı bir şekilde belirtmek gerekirse, edebiyatın diğer yazın türleri arasında özgün olarak yapabileceği şeylerden biri, yaşamın gizli köşelerini, acı çekmenin saklı anlarını göstermek, George Eliot’ın Middelmarch’ta söylediği ‘sıradan insanın tüm yaşamının keskin görüşü ve duygusu’, ona her zaman sahip olsak, ‘çayırların büyümesi ve serçenin kalp atışını duymaya benzerdi ve sessizliğin diğer tarafında yatan o kükreme yüzünden ölmemiz gerekirdi’ sözlerinden ne kastettiğini bir an için anlayabilmemize izin verecektir. Bu, diğer sanat biçimleri arasında edebiyata özgü bir kapasitedir -edebiyat yanılsamanın örtüsünü yalnız bir an için kaldırabilir ve diğer insanların yaşamlarındaki sıradan insan mutsuzluğunu görmemizi sağlayabilir, dolayısıyla da kedi mevcut ya da potansiyel mutsuzluğumuzu gözler önüne serebilir.” demekten de geri kalmamış. Kitabın tamamını okumaya ikna edici bir paragraf.
İçindekiler kısmı da biraz ilginç; tavan arasında, raflarda, satır araları, döşemenin altında gibi isimleri var, ancak ben içindekiler bölümüne hiç takılmadan ilerledim.
Yazar okuma eylemine sadece iyi bir okur olarak ya da İngiliz Dili ve Edebiyatı alanında lisans eğitimi almış biri olarak bakmıyor, bir psikanalist gözünden de okuru, okuma sürecini, okumayan insanları ele alıyor ve hatta kitapta kendisinin de başlarda hayretle karşıladığı ama sonra alıştığı üzere, akademisyenlerin bile aslında pek okumadığına değiniyor, kütüphanesiz bilim adamları… “Bu kitapta ileri sürüldüğü gibi, yalnızca edebiyat okumaktan hoşlanmamakla kalmayıp okumayı hiç sevmeyen – asla okumamış ve muhtemelen hiç okumayacak- pek çok akıllı , iyi eğitimli, epey fonksiyonel ve başarılı bir yaşam süren insan da vardır.” Bunun doğru olduğunu pek çoğumuz biliyoruz, ancak bir akademisyenin bile okumuyor oluşu kafamdaki tüm doğruları yıkan bir simge haline geliyor.
Kitap fetişleri ve koleksiyoncularına da değinmeden duramıyor, tüm kitap koleksiyoncularının kitaplarından fetişler yaratmadığını söylerken, bazılarının kitap delileri olabileceğini söylüyor ve onlar için bir kitaba sahip olmanın onu okumaktan daha önemli olduğunu söylüyor. Bu bana çok tanıdık geliyor; okunmadan hakkında konuşulan kitaplar ya da kütüphanenin de kitaplarında bir dekor olarak kullandığı fotoğraflar… “Gerçek durumsa, kitapların fiziksel varlığını seçmenin elbette herhangi bir biçimde kültürel bir keskin zekâyı temsil etmediği gibi, beyaz bir önlük giyinmenin de tek başına size tıp bilgisi kazandırmayacağıdır.” Yazarın kitap boyunca çizdiği bazen karamsar bazen de dalgacı tablolara rağmen, okumadan eksik olacağımı biliyorum.
Yazar sanılanın aksine internete ve onun okumaya hatta kitap satışlarına etkilerine de değinmiş; internetin kitap kültürünü yok etmek yerine kullanılmış kitaplar piyasasını demokratikleştirdiğini düşünüyor, belki bizim ülkemiz için tam anlamıyla geçerli olmayabilir ama bizde de kitap satın alma oranının internetin yaygınlaşmasıyla arttığı gibi bir gerçek var ama okuma oranlarının aynı oranda artmadığı gibi insanı düşündüren bir gerçek daha var.
“Okuma alışkanlığını kazanmak yeterince kolay. Zor olan özenli ve ayırt etmeyi bilen bir okur olmayı öğrenmek.” Bunun doğru olduğunu bilsem de yazara Reşat Nuri Güntekin’in cümleleriyle katkı yapmak istiyorum:
“Niye kitap okumuyorlar?’ Demek ‘Niye piyano çalmıyorlar?’ demek gibi bir şeydir. Kafayı kitap okumaya alıştırmak parmakları piyano çalmaya alıştırmaktan kolay değildir. Ona göre yetişmek, ona göre hazırlanmak lazım gelirdi. Okumak bir kitaptan alınan elemanlarla kendine manevi bir dünya yapmak, onun içinde tek başına yaşayabilmek demektir. Bu, ta çocukluktan başlayan uzun alışkanlıklar ve egzersizler neticesidir.”
- Okuma İlleti Yalnız Başına Yapılan Ahlaksızlık – Mikita Brottman
- Paloma Yayınevi – Deneme
- 251 sayfa
- Çeviri: Mesut Şenol